Araplar ve Türkler, yüzyıllar boyunca Osmanlı egemenliÄŸinin birer unsuru olarak yaÅŸamışlardır ve kültürel ve dini algıları çok büyük ölçüde bu egemenlik altında ÅŸekillenmiÅŸtir.1920’li yıllara gelindiÄŸinde ise gerek Türkiye Cumhuriyeti gerekse bazı Arap devletlerinin kurucuları bölgedeki siyasi haritaları deÄŸiÅŸtirmiÅŸ ve bu da modern Türkiye’de yeni bir Arap algısının ortaya çıkmasına neden olmuÅŸtur. Bu makale Arapların gözündeki modern Türkiye’ye bakışın dört temel esasa dayandığını açıklamaktadır; Osmanlı geçmiÅŸi-Kemalist döneme ait miras-SoÄŸuk savaÅŸ döneminde yaÅŸanan çatışma ve ittifaklar ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin iktidar süreci. Makalede Türkler ve Arapların karşılaÅŸtıkları zorlukları artık bir imparatorluÄŸun unsurları olarak deÄŸil, farklı milletler olarak çözmeleri gerektiÄŸi sonucuna varılmaktadır.
OrtadoÄŸu’da geçmiÅŸleri Araplar ve Türkler gibi iç içe olan baÅŸka iki ulus daha yoktur. Her iki ulus da yüzyıllar boyunca Osmanlı egemenliÄŸi altında yaÅŸayarak, imparatorluÄŸun hakim kültürel ve dini algısı etrafında ÅŸekillenmiÅŸtir. Osmanlı yönetim ÅŸekli ve adalet anlayışı Adana’da nasıl uygulandıysa, Kahire’de de öyle etki etmiÅŸtir. Ve ulemalar, yöneticiler, askerler ve tüccarlar imparatorluÄŸa baÄŸlı çeÅŸitli ÅŸehirlerarasında rahatça seyahat etmiÅŸlerdir. 19.yy da modern devlet düÅŸüncesinin geliÅŸmesi ile karşılıklı bilinç deÄŸiÅŸikliÄŸi ortaya çıkmıştır. Ä°letiÅŸim, zorunlu askerlik ve modern eÄŸitim araçları, dış tehditler ve modern devletin güç ve nüfuz rekabeti içerisinde tırmanan geliÅŸmeler, bütün bir Osmanlı geliÅŸimine etkide bulundu ve hem de kendi çeliÅŸkileri, Türk ve Arap birlikteliÄŸi üzerine etki etti. Ve imparatorluk yavaÅŸ yavaÅŸ bir yanda Osmanlı’ya aidiyet duygusu, öte yanda ise ulusal kimlik duygusu olmak üzere iki farklı yöne çekildi.
Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu son on yılda en çok Araplar ve Türkler arasındaki iliÅŸkilerde çalkantılara sahne oldu. Modern devletin baskıları, merkezileÅŸme politikaları ve milliyetçilik Osmanlı’lığın geleceÄŸi hakkında rol oynadı. Ancak 1.Dünya savaşında alınan yenilgi sonucunda imparatorluk 1920'lerde Türkiye Cumhuriyeti adını aldı ve çeÅŸitli Arap devletlerinin kurucuları da bölgede yeni bir siyasi harita oluÅŸturdu. Ve Arap uluslarının modern Türkiye’ye bakışında yeni bir bilinç ortaya çıktı. Türkiye Cumhuriyeti’ndeki Arap algısı da asla sabit kalmadı, geliÅŸen ve deÄŸiÅŸen tarihsel iliÅŸkilere göre farklılık gösterdi. Bunlardan baÅŸlıcaları; Osmanlı geçmiÅŸi-Kemalist döneme ait miras-SoÄŸuk savaÅŸ döneminde yaÅŸanan çatışma ve ittifaklar ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin iktidar sürecidir.
OSMANLI GEÇMİŞİNÄ°N YENÄ°DEN DÜÅžÜNÜLMESÄ°
Arap MilliyetçiliÄŸi ilk olarak iki dünya savaşı arasında [Ç.N. 1.ve 2. Dünya SavaÅŸları] Suriye’de doÄŸdu. Ancak kısa sürede emperyalizme karşı mücadele veren tüm Arap ulusları arasında meÅŸru bir düÅŸünce haline geldi. Bu düÅŸünceye göre Türk ve Arap uluslarının bir sayıldığı Osmanlı geçmiÅŸinin kınanır bir yanı vardı. Ä°ttihat Terakki Cemiyeti ve Mekke emiri Åžerif Hüseyin’in 1916 senesinde çıkardığı isyan bu anlatının inÅŸasında önemli bir rol oynadı. Her ne kadar bu isyanın mahiyetine dair farklı fikirler de öne sürüldüyse, George Antonious’un “Arap ulusunun uyanışı” isimli eseri ve benzer bakış açısı ile yazılmış baÅŸka bazı akademik ya da akademik olmayan yayınlar Arap milliyetçiliÄŸinin yayılmasına katkıda bulundu. Böylesi bir tarihsel bakış açısına göre, Arap milliyetçiliÄŸin kökenleri 19. yy a uzanıyordu ve Ä°ttihat Terakki Cemiyetinin bölgedeki despot, TürkleÅŸtirme politikaları karşısında Araplar tarafından gösterilen tepkiler gayet meÅŸru bir hal arz ediyordu. “el-Thawra el-'arabiyya al-kubra” yani büyük Arap isyanı olarak bilinen Åžerif Hüseyin hareketi, modern Arap ulusunun canlanmasında büyük öneme sahip olan kitlesel bir Arap ayaklanması olarak tasvir edildi.
Zeine N. Zeine’nin “Arap milliyetçiliÄŸinin kökenleri” isimli çalışması geleneksel Arap milliyetçiliÄŸine karşı ilk meydan okumayı temsil etti. Ä°ttihat Terakki politikaları ile Arap milliyetçiliÄŸinin arasındaki baÄŸ üzerinde durulurken, Zeine Arap milliyetçiliÄŸinin Osmanlı’nın ikinci anayasal sürecinde yaÅŸadığı uyanışı sorguladı. Suriye’deki Arap isyanlarını incelerken, Arap elitlerinin bu esnada kendi aralarında ve sıradan insanlarla yaÅŸadığı ayrılıkların-bölünmelerin üzerinde durdu. Bu dönemi takip eden yıllar boyunca özellikle Amerikan ve Ä°ngiliz üniversitelerinde Arap milliyetçiliÄŸi üzerine yapılan türlü akademik çalışmalar da, Arap akademik çevreler içerisinde de yankı buldu ve yeni yaklaşımların geliÅŸmesine katkı saÄŸladı. Son olarak Osmanlı’nın son dönemine ait daha dengeli bir yaklaşım ortaya konuldu.
Arap milliyetçiliÄŸi, tıpkı Türk MilliyetçiliÄŸi gibi, sadece Åžerif Hüseyin isyanına dair motifler temel alınarak deÄŸil, Osmanlı modernleÅŸme ve merkezileÅŸme politikaları ve savaÅŸ döneminde büyük yerleÅŸim yerlerindeki Osmanlı politikaları da esas alınarak incelenmelidir. Arap ileri gelenleri ve Osmanlı askeri ve bürokrasi, Arap eÄŸitimli sınıfların büyük bir çoÄŸunluÄŸu, Åžekip Arslan, Kürt Ali, Yasin el HaÅŸimi ve Naci el-Swaydi gibi önemli ÅŸahsiyetler saltanatın nihai yenilgisine kadar sadık Osmanlılar olarak görevlerini yerine getirmiÅŸtir. Silâhaltında bulunan yaklaşık 300.000 Arap, savaÅŸ sırasında Osmanlı ordusunun üçte birini oluÅŸturmuÅŸtur. Gelibolu Yarımadası'nın muzaffer savunması sırasında Albay Mustafa Kemal önderliÄŸindeki birlikte pek çok Arap asker vardı. 20. yy in ilk yirmi yılında Arap milliyetçiliÄŸi yükselen evresindeydi ancak Suriye, Irak ve Hicaz Araplarının sadece küçük bir bölümü Osmanlı’ya karşı bu düÅŸüncelerin etkisi altında idi. Ne ilginçtir ki; Milliyetçi tarih anlatımı fazlasını araÅŸtırma ve sorgulama noktasında herhangi bir kısıtlamaya maruz kalmamış olmasına raÄŸmen, Osmanlı’nın son dönemine dair büyüyen fikri tartışmalar kamusal alan ve popüler kültür üzerine benzer bir etki bırakmıştır.
Aslında Osmanlı tarihinin tüm evreleri yeniden gözden geçirilmelidir. Arap milliyetçi çevrelerin aksine, “Müslüman KardeÅŸler” ve “Ä°slami KurtuluÅŸ Partisi” gibi Ä°slamcı hareketler Osmanlı geçmiÅŸine önemli düzeyde vurgu yaparak, hilafetin etkisi üzerine durmuÅŸlardır. 1970’lerden bu yana Osmanlı tarihine olan ilginin çoÄŸalması ile akademik konferanslar organize edilmiÅŸ, araÅŸtırma merkezleri kurulmuÅŸ ve Osmanlı dönemini inceleyen lisansüstü öÄŸrenciler çoÄŸalmıştır. Bu da Arap çevrelerin Osmanlı geçmiÅŸine bakışlarına dair önemli deÄŸiÅŸikliklere sahip olmasını saÄŸlamıştır. Osmanlı tarihi üzerine çok sayıda el yazması eser tercüme edilerek, basılmış ve Arap ulemanın Osmanlı entelektüel hayatı üzerindeki önemli etkisi de gözler önüne serilmiÅŸtir. Osmanlı dönemi, sahip olduÄŸu Türk kimliÄŸi ile de beraber, Arap toplumu ve kültürü dışında deÄŸil, aksine bu toplum içerisinde organik bir etkiye sahiptir.
KEMALÄ°ST MÄ°RAS
Arap-Türk iliÅŸkilerinin tartışmalı dönemlerinden birisi de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve sonuçları oldu. Ortak görüÅŸün aksine; Suriye'deki Osmanlı ordusunun Halep’in kuzeyinde uÄŸradığı yenilgi ve Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından sonra bölgeden çekilmesi Arap-Osmanlı iliÅŸkilerine son noktayı koymadı. Faysal’ın Åžam hükümetinde görevli pek çok Osmanlı memuru, savaşın son anına kadar Osmanlı’ya olan baÄŸlılığını sürdürdü. Anadolu’daki Türk direniÅŸinin ortaya çıkmasından sonra, Åžam’da bulunan Arap subayları Ankara’daki eski yoldaÅŸları ile irtibat kurarak isyan ettiler ve onlara destek verdiler. Kilikya'daki Fransız birlikleri sürekli taciz edildi ve Beka vadisindeki iletiÅŸim hatları kesintiye uÄŸratıldı. Suriye’den Mısır ve Telafer’e uzanan ve bu Arap subayları tarafından tertip edilen1920’deki Arap isyanı bu baÄŸlamda deÄŸerlendirilmelidir.
Mustafa Kemal ve Türk direniÅŸ kuvvetlerine Filistin ve Irak'ta destek verildi. Bu durum Ä°ngiliz iÅŸgal kuvvetleri yetkilileri arasında endiÅŸe duygusu yarattı. Dönemin ünlü Mısırlı Arap ÅŸairi Ahmed Shawqi, Mustafa Kemal’i ilk Müslüman ordu komutanlarından ve Peygamber’in dostu olan Halid bin Velid’e benzettiÄŸi “Türklerin Halid’i” isimli ÅŸiirini kaleme aldı. Ancak yeni Türk hükümeti hilafetin kaldırılması kararına vardığı zaman bu kez 20. yy ın baÅŸka bir ünlü eserini kaleme aldı; Hilafetin sonbaharı… Ahmed Shawgi’nin ÅŸiiri, Kemalist rejimin yarattığı güçlü hayalkırıklığı ve melankoli ile sarsılan Ä°slam dünyasının bir tasviri oldu.
Hiçbir Arap hilafet sorununun etkisinden büyük ölçüde kaçamadı. Arap-Ä°slami reformist hareketinin en önemli ÅŸahsiyetlerinden olan ReÅŸit Rıza, hilafeti savunan bir yazı dizisi kaleme aldı. Hilafetin kaldırılmasından hemen sonra, Åžerif Hüseyin Ürdün seyahati esnasında hilafet koltuÄŸunun kendisine geçtiÄŸini açıkladı. Ancak Filistin camilerinde okunan Cuma hutbelerinde Hüseyin’in bu iddiasına yer veren cami imamları cemaatin çok yoÄŸun tepkisine maruz kaldı ve ölümle tehdit edildi. Mekke’de(1924) ve Kahire’de (1926) gerçekleÅŸen her iki Pan-Ä°slam konferansında da yeni bir halife seçmek için uygun aday tespit edilemedi. Daha sonra pek çok Arap ülkesi emperyalist devletlerin kontrolü altına geçti ve hilafetin de kaldırılmasından sonra çok az sayıda Arap ülkesinin Türkiye ile iliÅŸkisi devam etti.
Araplar arasında, iki dünya savaşı arasındaki dönemde yaygın olan kanı, Türklerin sadece hilafete deÄŸil imani sorumluluklarına da sırtlarını döndükleri idi. Ancak Cumhuriyetin döneminin bu çalkantılı zamanlarında dahi, Türkiye Arap dünyasının gözündeki yerini tamamen kaybetmedi. Cumhuriyetin de Arap dünyası içerisinde hayranları vardı. Hilafet tartışmalarının önemli bir bölümü, Kahire’de yayınlanan “al-Islam wa Usul al-Hukm” isimli dergide Ezher hakimlerinden Åžeyh Ali Abd al-Raziq tarafından yürütüldü. Åžeyh Ali Abd al-Raziq, hilafetin dini bir kurum olduÄŸunu inkar etmemekle birlikte, Müslümanların deÄŸiÅŸen zamanın ÅŸartlarına göre kendi hükümet biçimlerine karar vermeye hakları olduÄŸunu savundu. Ancak batılı oryantalistler tarafından geliÅŸtirilen Ä°slam karşıtı fikirleri savunmakla suçlandı.
Arap modern elitler arasında Mustafa Kemal’e karşı yükselen bir hayranlık oluÅŸmaya baÅŸladı. Genç Arap milliyetçi aydınlar ve subaylar arasında devletin gücüne artan inanç ile birlikte, Türkiye cumhuriyeti de bağımsızlığını kazanmış bir ulus ve baÅŸarı öyküsü olarak görülen bir modernizasyon programını ifade ediyordu. Türk etkisi, Arap milliyetçisi organizasyonların en önemlilerinden olan Ulusal eylem ittifakı’nın 1933 senesindeki kuruluÅŸ bildirgesinde de görüldü. Bu ittifak, Arap ulusal geleceÄŸinin bekasında devletin önemine vurgu yaptı. Ve Osmanlı sultanlığının kalıntılarından Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmasında Mustafa Kemal’in ve Türk subaylarının oynadığı role dikkat çektiler. Hemen hemen tüm Arap subaylar, milletin kurucusu olan milli iradenin ÅŸekillenmesinin ve devletin savunucu askeri gücün üzerinde durdular.
SOÄžUK SAVAÅž DÖNEMÄ°; ANLAÅžMAZLIKLAR VE Ä°TTÄ°FAKLAR
SoÄŸuk savaÅŸ döneminin en temel özelliklerinden birisi, Batı’nın Sovyet etkisinin olası geniÅŸlemesini engellemek amacı ile yaydığı anti-komünizm yaklaşımın kabul edilmesi oldu. Aynı zamanda, Mısır Arap subayların yükseliÅŸi, onların Arap milliyetçiliÄŸini ve anti-emperyalist bakışı benimsemesi Irak, Ürdün ve Suudi Arabistan geleneksel monarÅŸik rejimler için tehdit oluÅŸturuyordu. Kesinlikle bir Sovyet yanlısı olmadığını söyleyebileceÄŸimiz Nasır, güçlü bir Arap dünyası için ilk önceliÄŸin Batı’nın bu oyununda yer almak deÄŸil, emperyalizmin izlerini kaldırmak için olduÄŸuna inanıyordu. Mısır, Arap dünyası içerisindeki önemini korurken, Nasır sömürgeci güçlerin OrtadoÄŸu’dan çekilmesinin stratejik bir vakum etkisi yaratacağı görüÅŸünü reddetti ve emperyalist yönetimlerin yeni bir taktik olarak batı yanlısı ittifakları iÅŸbaşına getirdiÄŸinin altını çizdi.
1955-1956 yıllarında gerçekleÅŸen güçlü protestolar, Ürdün kralı Hüseyin’i, BaÄŸdat paktına katılma kararından vazgeçirdi ve milliyetçi-sol bir hükümetin atanmasına rıza göstermek zorunda bıraktı. 1956 yılında Nasır OrtadoÄŸu’daki Ä°ngiliz hakimiyetine öldürücü bir darbe vuran SüveyÅŸ savaşından galip çıktı. Mısır, öncesinde ve SüveyÅŸ krizi sonrasında, Fransız sömürge yönetimine karşı Cezayir ulusal kurtuluÅŸ hareketine destek verdi. 1958’te Mısır-Suriye birliÄŸi ilan edildi ve Irak'taki Ä°ngiliz yanlısı rejim, milliyetçi ordu ve bir grup subay tarafından devrildi. Türkiye, gerek NATO üyeliÄŸi gerekse OrtadoÄŸu’daki ittifaklarda batı yanlısı bir sistemin içerisinde yer alması ile 2.Dünya savaşından bu yana batı yanlısı bir politika izliyordu. Ä°srail devletini ilk tanıyan ve diplomatik iliÅŸki kuran Müslüman ülke olması buna örnekti. Bu nedenle Menderes, Arap dünyasındaki halkların çoÄŸunluÄŸu tarafından kuÅŸkuyla takip edildi. Arap ulusları Nasır'ın birlik, bağımsızlık ve kalkınma çaÄŸrısının arkasında yürümeye baÅŸladıklarından bu yana, Türkiye’yi sadece emperyalist devletlerin bir aracı ve bunların bölgesel statükoların devamı için çalışan bir güç olarak gördü.
Çok az Arap, ki Ä°slamcılar buna dahil deÄŸildi, Menderes ve hükümetinin reformcu politikalarına ilgi gösterdi ya da onun cumhuriyet ile toplumu uzlaÅŸtırmak için güttüÄŸü siyaseti önemsedi. Ancak 1960 yılındaki trajik sonundan sonra mirası Arap çevrelerinde tartışma konusu oldu. Arapların 1967’de aldığı yenilgi karşısında Türk halkının gösterdiÄŸi dayanışma, daha yumuÅŸak bir Türkiye imajının oluÅŸmasına neden oldu. Ve Türklerle olan ortak tarih bilinci yavaÅŸ yavaÅŸ geliÅŸmeye baÅŸladı.1967 yenilgisi, bir yandan Arap siyaset ve kültür hayatından yeni bir yapılanmaya yol açarken, diÄŸer yandan Filistin direniÅŸ hareketinin ortaya çıkması ile yeni bir Ä°slami harekete yol açtı. Tüm dünya solcularının nazarında olduÄŸu gibi, Türk solu için de Filistin direniÅŸi çok önemli bir temsili güce sahipti. Türk solcuları, Güney Lübnan, Beyrut ve Filistin’e gelerek Filistin direniÅŸi içerisinde yer aldılar. 1970'lerin sonu ve 1980'lerin başında genç Ä°slamcılar da onları takip etti. Ve Filistin sorunu Araplar ve Türklerin beraber mücadele edeceÄŸi ortak bir arena haline geldi.
Mustafa Kemal’den uzun süre sonra Arap dünyasının dikkatini çeken iki lider oldu; Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan… Ecevit'in demokratik sosyalizmi, Türkiye'nin Arap komÅŸuları ile güçlü iliÅŸkiler kurmaya çalışması özellikle sol Arap kamuoyunun büyük dikkatine mazhar oldu. Ancak Arap kitlelerin 1970’ler ve 1980’lerle beraber daha da Ä°slamileÅŸmesi ile beraber ilgi bu kez Necmettin Erbakan’a yöneldi. Erbakan’ın Osmanlı’nın ÅŸanlı baÅŸarılarına gönderme yapması, sadece Arap ve Türk halkları arasındaki tarihsel baÄŸların hatırlatılmasıyla kalmadı, Arapların gözündeki Osmanlı imajı üzerinde de olumlu etkiler yaptı. Ayrıca 1970’den beri tüm partilerin Filistin sorununun çözümünden yana taahhütte bulunması da bir o kadar önemliydi.
Türk ordusunun Kıbrıs Türklerini korumak için 1974 yılında Kıbrıs’a yürüttüÄŸü harekat Arap-Ä°slam dünyasında büyük bir coÅŸkuyla karşılandı ve onay gördü. Erbakan’ın da bu dönemde hükümette olması nedeniyle Arap kamuoyu gözündeki kredisi yükseldi.Ä°srail’in ilhak politikasına karşı Milli Selamet Partisi tarafından Konya’da düzenlenen kitlesel protestolar ve 12 Eylül 1980 darbesi de Arap ulusları arasında elektriklenmeye neden oldu, Türkiye Ä°slamcılarına olan bakış açısını yeni bir boyut kattı. Ordunun müdahalesi sadece Türkiye’de deÄŸil, Arap bölgelerinde de Ä°slam karşıtı bir müdahale olarak görüldü ve Arap halkının büyük bölümü, özellikle Arap Ä°slamcıları tarafından, kınandı. Ancak bu darbenin ülkede var olan anarÅŸi ortamının yok edilmesi için gerekli olduÄŸunu düÅŸünenler de oldu. Türkiye’deki bu durum karşısında oluÅŸan tepkiler sadece Arap dünyası içerisinde fikri bölünmelere neden olmakla kalmadı, Arapların modern Türkiye’ye bakış açısında bir bilinç uyanışına da sebep oldu.
Zira Arap dünyası 1980 yılından itibaren Türkiye’nin içiÅŸleri ve politikaları ile daha fazla ilgilenmeye baÅŸladı. Bu geliÅŸmenin bir nedeni de Ä°ran Ä°slam Devrimi idi. Ä°ran devrimi Arap rejimlerinin çoÄŸu tarafından hoÅŸnutsuzlukla karşılandı.1980’de patlak veren Ä°ran-Irak savaşı, Ä°ran tarafından teÅŸvik edildiÄŸi düÅŸünülen Kuzey Irak ve Türkiye’nin doÄŸusunda aynı anda meydana gelen Kürt isyanı nedeniyle, Türkiye’yi de olayların içine çekildi. Ä°kinci olarak Türkiye’nin 80’lerde Arap komÅŸularıyla olan iliÅŸkileri artık ulusal bir politika haline gelmiÅŸti ve tüm hükümetler tarafından takip edildi. Üçüncü olarak, Türk üniversiteleri Mısır, Ürdün ve Suriye üniversitelerinde okuyan çok sayıda Arap öÄŸrencinin dikkatini çekti. Aynı zamanda, Türkiye ile Arap ülkeleri arasındaki turizm, iÅŸ ve ticaret amacıyla yapılan seyahatler belirgin olarak arttı. Ayrıca 1980'lerde Filistin halkı ile olan dayanışmanın sadece Ä°slamcı Müslümanlar, solcu gruplar tarafından da teÅŸvik edilmesi güzel bir dayanışma örneÄŸi oldu. Son olarak, iletiÅŸim araçlarının hızlı geliÅŸmeler, dil ve coÄŸrafya gibi engellerin aşılması için yardımcı oldu.
1980’ler boyunca Arap dünyasının ileri gelenleri ve Arap medyası, baÅŸta Arap dünyası ile olan iliÅŸkiler ve ekonomik politikaları olmak üzere, Turgut Özal hükümetinin icraatlarını yakından takip etti. Zira Özal Türkiye’sinin önemli bir model olduÄŸuna inanılıyordu. Türk ekonomisinin ’90 ların sonunda Arjantin ve Güney Asya ekonomileri ile beraber çöküÅŸü neo-liberal yaklaşım konusunda güçlü ÅŸüpheler oluÅŸturdu. Ancak Erbakan’ın da yer aldığı hükümetin baÅŸa geçmesi güçlü devletin dönüÅŸü olarak telakki edildi. Erbakan’ın 1996’da iktidara gelmesi, Cezayir demokrasisinin sekteye uÄŸrayarak iç savaşın baÅŸlamasından birkaç yol sonra olmuÅŸtu. Bu açıdan Türkiye’de Ä°slamcıların demokrasiyle iÅŸ başına geçmesinin Cezayir örneÄŸi üzerinden düÅŸünüldüÄŸünde de anlamı büyüktü. Ancak Türkiye’de yaÅŸanan geliÅŸmeler bu iyimser havanın uzun sürmeyeceÄŸini gösterdi.
Arap ve Ä°slam dünyası dünyası ile iliÅŸkilerin geliÅŸtirileceÄŸini ilan etmesinin yanı sıra ekonomik durumun da düzelmeye baÅŸlaması Erbakan açısından olumlu bir puan olmuÅŸtu. 20. yüzyılın sonunda adeta bir Osmanlı padiÅŸahı gibi görülen Erbakan’ın Müslüman G-8 zirvesi projesi Arap dünyası tarafından da coÅŸkuyla karşılandı.Ancak büyük Mısır ve Suudi Arabistan gibi büyük Arap devletlerinin, Erbakan’ın Türkiye’yi bölgesel bir güç haline getirme konusundaki çabaları konusunda rahatsızlıkları vardı.Erbakan da kısa süre sonra, 1997 yılında istifasına neden olacak askeri baskılara maruz kaldı. Bu durum ülke içerisindeki Arap dostlarının-Arap halkları ile iliÅŸkilerin geliÅŸtirilmesini savunan kimselerin de konumunu zayıflattı.
AKP’NÄ°N GELİŞİ
11 Eylül saldırıları, Ä°slam dünyası ve ABD arasında zaten var olan gerginliÄŸinin iyice yoÄŸunlaÅŸmasına neden oldu. Ä°slam ve Müslümanlar dünya çapında zan altında kalırken, Amerika BirleÅŸik Devletleri, Afganistan üzerinde bir savaÅŸ baÅŸlattı, Irak'a karşı bir harekat hazırlığına giriÅŸti ve Ä°srailliler ikinci Filistin intifadasını ezmek için yeÅŸil ışık yaktı. Ä°slamın öznesi yapılmak istenen savaÅŸlar ve terör ile çalkalanan dünyada, AKP’nin iktidara geliÅŸi modern dünyada Müslüman olmanın anlamı ve Ä°slam açısından yeni bir bölgesel baÅŸlangıç teÅŸkil etti. AKP’nin 2002 parlamento seçimlerindeki baÅŸarısı tüm dünyada olduÄŸu gibi, Arap dünyasında da hayretle karşılandı. AKP’nin bu yükseliÅŸi ile ilgili baÅŸlıca teoriler; çeliÅŸkili bir Ä°slamcı parti, laiklik zemini üzerinden hareket eden Amerikanvari bir Ä°slami hareket türünden farklılıklar arz ediyordu. Ancak Arap dünyasının tarafları yavaÅŸ yavaÅŸ fark etmeye baÅŸladı ki; Sadece Türkiye deÄŸil, bölge yeni bir dönemin baÅŸlangıcında idi.
Kökenleri Refah Partisine dayanan AKP kurucuları elbette ki bilinmeyen figürler deÄŸildi. Bu nedenle, AKP’nin seküler devlet ile intibak mücadelesi Arap Ä°slamcıları için gerçek bir dönüÅŸümü temsil ediyordu. AKP’nin siyasal Ä°slam’ın yapısında büyük bir evrim meydana getirdiÄŸi ve Türk toplum yapısındaki muhafazakar deÄŸiÅŸimi de gözler önüne seren bu meydan okuma, Ä°slamcı olmayanların gözünde çok daha büyük bir anlam ifade ediyordu.
AKP’nin 2002 seçimlerindeki bu baÅŸarısı, Türkiye’deki yankılarının yanı sıra, komÅŸu Arap dünyasının cumhuriyet tarihinde bu zamana kadar görülmemiÅŸ biçimde ilgisini Türkiye’ye çekti. Türkiye ile Arap ülkeleri arasında iÅŸ, yatırım ve ticari iliÅŸkiler, gerek resmi anlaÅŸmaların bir sonucu olarak gerekse özel giriÅŸimler vesilesiyle, daha önce görülmemiÅŸ düzeyde büyüdü. Türkiye, 2006 savaşından sonra kurulan Güney Lübnan'daki çok uluslu güvenlik gücünün önemli bir parçası oldu. Bu, BM ÅŸemsiyesi altında da olsa, Türk askerinin 1. Dünya savaşının sona ermesinden sonra ilk kez bir Arap ülkesinde konuÅŸlanması anlamına geliyordu. Ayrıca Ankara ve Arap baÅŸkentleri arasındaki iliÅŸkiler hiç olmadığı kadar yoÄŸun bir hal aldı. Bunun dışında Türkiye ve Suriye arasında uzun süredir devam eden sorunlar çözüme kavuÅŸmaya baÅŸladı ve iki ülke arasında serbest ticaret anlaÅŸması imzalandı. Ve Türkiye, Suriye-Ä°srail görüÅŸmelerinde doÄŸrudan rol oynadı. Ancak AKP’nin Arap dünyasındaki bu hızlı ilerleyiÅŸi elbette hiç sorunsuz gerçekleÅŸmedi.
AKP hükümetinin uÄŸraÅŸmak zorunda olduÄŸu sorunlardan en önemlilerinden birisi Irak’ta yaklaÅŸan Amerikan iÅŸgali oldu. Türk parlamentosu iÅŸgalin arifesinde, Amerikan güçlerinin K.Irak’tan geçiÅŸini saÄŸlayacak tezkereyi reddederek büyük alkış aldı. Irak iÅŸgali Türkiye’de kendine yandaÅŸ-destek bulamadı ve bu da Arap kamuoyu üzerinde büyük bir yankı oluÅŸturdu. Recep Tayyip ErdoÄŸan hükümeti, Amerika’nın bölgedeki politikalarının yapacağı olumsuz etkileri de dile getirdi. Ancak Türkiye, Irak’taki olaylara dahil oldu ve bu konuda her zaman tutarlı bir politika izlemeyi baÅŸaramadı.
Irak'taki Amerikan iÅŸgali kısa bir süre sonra, Türkiye Kuzey Irak'taki Amerikan kuvvetleri için önemli bir ikmal hattı haline geldi. Hemen hemen bütün diÄŸer Arap devletleri gibi, Akp Türkiye’si de Irak’taki yeni mezhebi ve etniki yapılanmalardan kaynaklanan sorunları göremiyordu. Ve Irak’taki güvenlik ihtiyacı nedeniyle, Türkiye’ye Washington tarafından Sünni bölgelere asker göndermesi teklif edildi. Ankara bu daveti kabul etti ve böylece Irak’taki grupların güçlü muhalefeti ile karşılaÅŸtı. Türkiye doÄŸal olarak, bölgedeki Kürt gruplara Amerika tarafından verilen destek yüzünden endiÅŸeliydi ancak kuzey Irak’ı bir sığınak haline getirmiÅŸ olan PKK ile mücadele konusunda atacağı adımlardan emin görünüyordu. Türkiye, 2007 senesinin sonlarında Kuzey Irak’taki PKK kamplarına askeri bir operasyon düzenledi. AKP hükümeti Beyaz Saray’a ve Maliki hükümetine yaptığı birer ziyaret ile bu duruma zemin hazırlamıştı zaten.
Türkiye’nin Filistin sorununa dair olan tutumu da bölgede yankı uyandırdı. BaÅŸbakan da dahil olmak üzere, Türk hükümetinin sözcüleri pek çok kereler Ä°srail’in Filistin karşısındaki sert tutumunu protesto eden açıklamalarda bulundu. ErdoÄŸan, 2005 yılındaki Ramallah ziyaretinin ardından Ä°srail lideri Ariel Åžaron ile bir araya geldi. Türkiye, birkaç ay sonra ise Pakistanlı ve Ä°srailli yetkililer arasında düzenlenen önemli bir toplantının organizasyonunda arabulucu oldu. AKP hükümeti, Amerika ve Ä°srail’den gelecek tepkileri dengelemek aracılığı ile 2007’deki Gazze-Ramallah sürtüÅŸmesine deÄŸin Hamas hükümeti ile olan iliÅŸkilerinde mesafeli oldu. Hamas lideri Halid MeÅŸal, ÅŸubat 2006’da Ankara’ya geldi. ErdoÄŸan tarafından deÄŸil DışiÅŸleri Bakanı Abdullah Gül tarafından karşılandı. Ve görüÅŸme dışiÅŸlerinde deÄŸil AKP genel merkezinde gerçekleÅŸti.
ErdoÄŸan’ın Ä°srail’e yaptığı ziyaret sırasında teklif ettiÄŸi arabuluculuk Åžaron tarafından reddedildi. Kasım 2007'de, ÅŸuanki CumhurbaÅŸkanı Gül, Filistin Devlet BaÅŸkanı Mahmud Abbas ve Ä°srail CumhurbaÅŸkanı Åžimon Perez arasında Ankara'da bir toplantı düzenledi. Bu ikili arasındaki görüÅŸmeler olaÄŸandışı deÄŸildi ancak toplantının Ankara’da olması önem arz ediyordu. Türkiye-Ä°srail iliÅŸkilerindeki bir baÅŸka tarihi dönüm noktası da, Ä°srail baÅŸbakanı Åžimon Perez’in TBMM’de konuÅŸması oldu. 27 Kasım 2007’de ise Türkiye diÄŸer 40 ülke ile beraber, Bush yönetimi tarafından Ä°srail-Filistin görüÅŸmelerinin baÅŸlatılması için düzenlenen Annapolis konferansına katıldı. Türkiye, OrtadoÄŸu’daki barış sürecinin geliÅŸiminde kararlığını vurgulamış bir ülke idi.Ancak Türk basınına göre Annapolis konferansına Türkiye’nin de katılımı için baskı yapan Ä°srail idi. Türkiye nihayet Filistin için olmasa da Ä°srail-Suriye arasında arabuluculuk yapmaya hak kazandı.
Aksa caminin altında Ä°srail kazıları araÅŸtıran Türk komitesi Kasım 2007’de raporunu yayınladı. Raporun sonucu Ä°srail’in kazılarda, ne yasal, ne de bilimsel olarak haklı olmadığı sonucu vardı. Komitenin raporu Türk-Ä°srail iliÅŸkilerini bozacak bir muhteva içeriyordu. Daha önce, Olmert' ziyareti sırasında, iki ülke arasındaki ticaret hacmi 2.83 bilyon $ a ulaÅŸtığını ve 152 Ä°srailli ÅŸirketin, Türkiye'de faaliyette olduÄŸunu açıklamıştı. AKP hükümeti, eylül ayında Suriye Deyr el-Zur yakınlarına yönelik bir Ä°srail hava saldırısının Türk hava sahasından geçtiÄŸine dair haberler karşısında sessiz kaldı. Ekim ayında Türk enerji bakanı Ä°srailli bakan ile çok önemli bir anlaÅŸma imzaladı ve birlikte Ceyhan Türk limanı ve AÅŸkelon Ä°srail limanı arasında petrol boru hattı inÅŸa hedeflediklerini açıkladılar.
Arap kamuoyu tarafından bakıldığında AKP hükümetinin politikaları her zaman anlaşılır deÄŸildi. EÄŸitimli Araplar, ErdoÄŸan hükümeti altındaki Türkiye’nin ekonomik büyümesini ve bölgede oynadığı rol karşısını görüyorlardı. Yine Arap kamuoyu Filistin sorunu karşısında Türkiye’den daha az pragmatik davranan, ilkeli bir güç olmasını bekliyordu.
Araplar, AKP’nin Ä°slami geçmiÅŸe sahip ancak laik ve muhafazakar kadrolar tarafından yönetildiÄŸini büyük ölçüde biliyordu. Ä°ktidara geliÅŸinden altı sene sonra artık çok az Arap AKP’nin siyasal Ä°slamı temsil ettiÄŸine inanıyordu. 2007 yılında Abdullah Gül’ün CumhurbaÅŸkanlığı seçimi sırasında çıkan kriz, ardından 2008’de gelen kapatma davası üzerine düÅŸünen pek çok Arap sorunların Ä°slam’dan deÄŸil Türkiye’de yaÅŸanan bir güç kavgasından kaynaklandığına inanıyordu.
Türkiye’de yaÅŸanan bu çatışmalar, halklarının olduÄŸu kadar Arap hükümetlerinin de ilgisini çekiyordu. Gerçekte Arap kamuoyunun Türkiye’ye bakışında birkaç ana esas vardı. ErdoÄŸan hükümeti ile ana Arap baÅŸkentlerindeki iliÅŸkilerinin önemli bir boyutunu Irak sorunu ve bu soruna çözüm arayışı içeriyordu. DiÄŸer bir konu ise, bölgede hızla deÄŸiÅŸen siyasal yapılanma ve Ä°ran’ın nükleer konusundaki tavrın oluÅŸturması muhtemel tehdit idi. Üçüncü konu, Suriye’nin Washington, Paris, Riyad ve Kahire tarafından uygulanan izolasyon çemberi kırmaya yönelik giriÅŸimlerine destek veren Türkiye'nin Arap mücadelesine katılımı ile baÄŸlantılıydı. Tüm bunlar düÅŸünüldüÄŸünde, Arap hükümetleri Türkiye’nin sorunların çözümüne yönelik katılımından memnun olsalar da, yükselen bir bölgesel güç olması nedeniyle huzursuzluk da duyuyorlardı.
SONUÇ
85 senelik Cumhuriyet geçmiÅŸinde Türkiye, cumhuriyet muhafızlarının da beklemediÄŸi ölçüde, deÄŸiÅŸmeye devam etti. Bu esnada Arap halkları ve devletleri de bir deÄŸiÅŸim içerisindeydi. Ancak nasıl Cumhuriyet dönemi idarecilerinin Osmanlı mirasından tamamen kopuk olduÄŸu söylemek basit bir yaklaşım olacaksa, Türk ve Arap halkları arasındaki iliÅŸkilerin çok hızlı bir dönüÅŸüm içerisinde olduÄŸunu beklemek de yanlış olacaktır. Ancak kesin olan bir ÅŸey var ki; Ulus devletlerin ortaya çıktığı ve milliyetçiliÄŸin yoÄŸun olduÄŸu dönemler dahi iliÅŸkilerin tamamen kesilmesine neden olamadı. Türk gençleri artık atalarının mirası olan Osmanlıcayı ve inançlarının gereÄŸi olan Arapça metinleri okuyamıyor ya da Türk dili eskiden olduÄŸu gibi Kahire, Åžam ve BaÄŸdat’ta konuÅŸulamıyor. Ama Araplar ve Türkler en azından son 20 yıldır, ekonomik beklentiler, siyasi nedenler ve kültürel merak yanı sıra tarihsel özlemlerin de motive etmesiyle birbirlerini yeniden keÅŸfetmeye baÅŸlamışlardır.
Türkiye yakın gelecekte, ne olursa olsun bir ulus-devlet gibi davranmaya devam edecek ve Suriye, Suudi Arabistan ve Mısır kendi ulusal çıkarlarını da gözetmeyi sürdürecekler. Öte yandan, Suriye-Türkiye sınırının açılması ve iki ülke arasındaki iliÅŸkilerin güçlendirilmesi sınırın her iki tarafında ekonomik canlılığa yol açtı ve Türkler ve Suriyeli Araplar birbirlerine yakınlaÅŸtırdı. Ancak Arap ve Türk halkları arasındaki yakınlık pek çok engelin üstesinden gelse bile, Türkiye’nin Ä°srail ile olan baÄŸlantılarının bu iliÅŸkileri zedeleme ihtimali vardır.
Kaynak: Insight Turkey, 11-1, Mayıs 2009, Haber10.com için Ä°ngilizce'den tercüme eden Peren Birsaygılı Mut
http://www.haber10.com/makale/21429/