Yunus Keleş - Anadolu Ajansı

Musul Operasyonunda Muhtemel Riskler Ve Türkiye

Türkiye’nin güç kullanarak Fırat Kalkanı operasyonunu başlatması hangi amaçla gerçekleştirdiyse Musul operasyonuna da aynı gerekçelerle katılmak istemektedir.

Aylardır planlanan Musul operasyonu nihayet başladı. Operasyona katılan güçler arasında Kürdistan Bölgesel Yönetimine bağlı Peşmerge güçleri, ABD’nin eğittiği ve komutasını yürüttüğü Irak Merkezi güçleri, Türkiye’nin eğittiği Ninova Muhafızları ve başta Haşdi Şaabi olmak üzere Şii milisler bulunuyor. Operasyon öncesinde bu tarafların siyasi amaçları ve stratejileri açısından birbirlerine karşıt pozisyonlarda olduklarını söylemek mümkün. Dolayısıyla kısa vadeli en önemli risk, operasyonun yürütülmesi sırasında doğacak yetki karmaşası ve tarafların mutabakatı bozarak kendi gündemleri doğrultusunda hareket etmesi olarak görünüyor. Operasyon Merkezi Irak güçlerinin öncülüğünde başladı. Irak Başbakanı İbadi’nin askeri üniformasını giyerek ilk açıklamayı yapması bunun önemli bir işareti. Ancak Irak merkezi güçlerinin sahip olduğu kapasite ve tecrübenin bu yükü kaldırıp kaldıramayacağı önümüzde duran önemli bir soru. Yine de operasyonun ikinci gününde bu anlamda sürpriz sayılabilecek bir gelişme yaşanmadı ya da en azından kamuoyuna yansımadı. DAEŞ’in şehir içinde nasıl direneceği, şehrin içine hangi güçlerin gireceği ve sergileyecekleri davranışlar ise operasyonun hem süresini hem de muhtemel sonuçlarını belirleyecek diğer önemli unsurlar. Operasyon süreci aynı zamanda DAEŞ sonrası Musul’un yeniden nasıl dizayn edileceği ve Musul özelinde Irak’ı nasıl bir geleceğin beklediğine dair ip uçları da ortaya çıkacaktır.

DAEŞ NE YAPAR?

DAEŞ’in hilafet ilan etmesi, bildik anlamda bir düzen kurmaya başlaması, petrol satışından önemli gelirler elde etmesi, militan sayısındaki hızlı artış ve Suriye’ye yayılması Musul’u ele geçirdikten kısa bir süre sonra gerçekleşti. Dolayısıyla Musul’u ele geçirdikten sonra DAEŞ’in hızla büyümesi, bu ilin hem örgüt için önemini hem de bu operasyon karşısında nasıl davranacağına dair ipuçları barındırmaktadır. Operasyonun başlamasıyla koalisyon güçleri şehri çevreleyerek yavaş yavaş ilerlerken, DAEŞ ise taciz saldırıları, mayınlar ve petrol hendeklerini ateşe vererek operasyonu yavaşlatma taktiklerini uyguluyor. DAEŞ’in operasyona ölüm/kalım düzeyinde bir karşılık vermesi beklenmiyor. Zaten son bir yıldır ekonomik açıdan zayıflayan, ideolojik açıdan açmazlara düşen, yeni militan kazanma konusunda sıkıntı çeken örgütün mevcut koşullarda sahip olduğu bütün imkanları riske atmayacağı beklenmekte. Ancak bu durum, örgütün direnmeyeceği anlamına gelmez. Aksine örgüt muhtemelen kuracağı tuzaklar, küçük çaplı çatışmalar, intihar saldırıları ve başka sofistike yöntemlerle çatışmayı uzatmayı deneyecektir. Böylece hem varlığını sürdürmek için zaman kazanacak hem de olası bir kaosun sorumluluğunu koalisyon güçlerine yükleme söylemini tedavüle sokma imkanı kazanmış olacak. İleriki zamanlarda ise militanlarının bir kısmının yeraltına çekilmesi, bir kısmının ise Irak’ın diğer bölgelerine ve Suriye’ye geçmeleri söz konusu olabilir. Operasyonun intikamcı heveslere bürünmeden ve kendi hedefi doğrultusunda yürümesi ise hem sivil halkın örgüte karşı mobilize olması hem de örgütle sempati düzeyinde ilişki kuran tabanın çözülmesi için önemlidir.

OPERASYONA İLİŞKİN MUHTEMEL SENARYOLAR

Henüz Musul’un içine girmeden tartışılan soru, operasyonun hangi sonuçları üreteceği oldu. Bunun temel sebebi yazının başında zikredildiği üzere koalisyon güçlerinin DAEŞ karşıtlığı dışında ortak bir amaçlarının olmamasıdır. DAEŞ’in sökülüp atılması dışında her bir aktörün kendi gündemi ve buna bağlı stratejisinden bahsetmek zor değil. İran, Haşdi Şa’bi örgütler üzerinden Şii nüfuzunu artırmak ve bu nüfuzu askeri milislerle tahkim etme peşinde. Irak’ın 2003 yılında işgal edildiğinden beri yürüttüğü bu stratejinin sonuç verdiği ve Irak’ta ciddi anlamda bir etkinlik alanına sahip olduğu artık kabul gören bir olgu. Kuzey Irak yönetimi ise bu operasyonu bağımsızlık yolunda bir kaldıraç olarak kullanmakla kalmayacak, petrolden istediği payı almak ve pazarlanması noktasında insiyatif almak için kullanacaktır. Amerikan işgali sonrasında Kerkük’le ilgili oluşan fiili durumun Musul konusunda oluşması durumunda burada söz sahibi olmak isteyecektir. Bütün bu farklı ajandalar, operasyonun sonuçları ile ilgili endişelerin gündeme gelmesine neden olmaktadır. İran ve Iraklı Şii milislerin mezhepçi politikaları ve intikam duygusuna yönelik söylemleri, Musul merkezli yeni bir mezhep çatışmasının önünü açabilir. Dahası Musul halkını DAEŞ’e daha fazla iterek yeni bir kaosun kapısını aralayabilir. Her ne kadar şehir içine yalnızca Irak merkezi güçlerinin gireceğine dair bir mutabakata varıldığı duyurulmuşsa da, milislerin verdikleri sözleri tutacaklarının garantisi yok. Çok daha önemlisi, bu operasyon arefesinde Haşdi Şa’bi güçlerinin merkezi Irak ordusuna katılması yönünde bir yasa tasarısının hazırlandığını biliyoruz. Milislerin formel düzeyde resmileşmesi sahip oldukları motivasyonu değiştiremediği takdirde benzer davranışları resmi üniforma altında sergileyecekleri anlamına gelecek ve sonuç değişmeyecektir.

TÜRKİYE’NİN POZİSYONU

DAEŞ karşıtı koalisyonda yer almış ve sahada en fazla etkinlik sağlamış ülke Türkiye’dir. Özellikle Fırat Kalkanı operasyonunda DAEŞ’in sınırlarımızdan temizlenmesi bunun en önemli göstergesidir. Türkiye’nin güç kullanarak Fırat Kalkanı operasyonunu başlatması hangi amaçla gerçekleştirdiyse Musul operasyonuna da aynı gerekçelerle katılmak istemektedir. DAEŞ’in hem Türkiye sınırları içinde hem de sınırların dışından Türkiye’yi doğrudan hedef seçmesi, bu örgüte karşı yeni tedbirlerin alınmasını zorunlu kılmıştır. Benzer şekilde PKK’nın Irak içindeki etkinlik sahasını genişletmenin önüne geçmek Türkiye’nin Musul konusunda insiyatif almasını gerektiren bir başka unsurdur. Zira terörü üreten zemin yok edilmeden terör örgütleriyle mücadele yürütmek oldukça zordur. Ayrıca özelde Musul, genelde ise Irak’ta söz sahibi olmak bu ülkedeki mezhep çatışmasının önlenmesi adına önemlidir. Gerek Suriye gerekse Irak’ta yoğunlaşan mezhep çatışmalarının Türkiye’ye taşınmasına zemin hazırlayacaktır. Geçtiğimiz günlerde Gaziantep’te güvenlik birimlerinin üç şehit vererek önlediği terör eyleminin böylesi bir amaç taşıdığını görmek zor değil. Özetle, bugün artık Türkiye’ye yönelen tehditlerin kökeni, kapsamı ve hareket alanı göz önünde bulundurulduğunda güvenliğimizin de bu ölçekte değerlendirmenin zamanı gelmiştir. Türkiye uluslararası siyasetin yeni dinamiklerini dikkate almak durumunda. Fakat aynı zamanda belirsiz bir noktaya sürüklenme riskini dikkate alarak hedeflerini ve çıkarlarını rasyonel düzeyde tutmak durumundadır.

[Yeni Şafak Düşünce Günlüğü, 19 Ekim 2016]

Etiketler: