Mısır, Suriye, Bölgesel Düzen ve Türk Dış Politikası

Kendi içinde demokratikleşen, vesayet ve müesses nizam ile mücadele veren, darbe mirası kalıntılardan kurtulmaya çalışan bir hükümetin bölge ülkelerindeki benzer toplumsal talepleri ve süreçleri desteklememesi düşünülemez.

Mısır’da, 1952 Devrimi diye de bilinen Hür Subayların darbesi ile Kral devrildi ve 1953 yılında Cumhuriyet ilan edildi. Bu aynı zamanda yönetimin askerlere geçişi anlamına geliyordu. 25 Ocak 2011 devrimine kadar, yani tam 62 yıl ülkeyi asker kökenli Cumhurbaşkanları yönetti. Nasır, Sedat ve Mübarek orduda yetişmiş subaylar olarak sırasıyla işbaşına geldi. Bu dönemde 1967 savaşı ve 1979 Camp David anlaşması gibi kritik süreçler yaşandı, muhalefet partilerinin serbest ve adil seçimlerle cumhurbaşkanı adayı göstermesi ve seçimlere girmesi engellendi. Ordu sadece siyaset kurumu üzerinde değil ekonomik hayatta da kendisine etkin bir yer edindi. Mısır’da derin ve etkin bir statüko kuruldu; imtiyazlı sınıflar oluşturuldu; ekonomik kalkınma ve istikrar sağlanamadı; otoriter bir yönetimden temsili ve demokratik bir siyasal hayata geçilmesi için çabalar sarf edilmedi. 25 Ocak Devrimi bu statükoyu sarsan ve 1979 Mısır-İsrail anlaşması ile kurulan Camp David düzeni için tehdit olarak algılanan bir sürecin başlangıcı oldu. 1952’den bu yana yapılan ilk serbest seçimlerde Mursi’nin Cumhurbaşkanı seçilmesi, yeni siyasal aktörlerin yönetime girmesi egemen ve seçkin sınıflar ile bunların iktidarda kalmasını kolaylaştıran dış güçleri rahatsız etti. Mursi’nin görevden uzaklaştırılmasının kökeninde vesayet rejiminin ve bölgesel düzenin devamı isteği vardır. Mısır’da Mübareksiz bir Mübarekizm kurulmasını amaçlayan bir darbe yapılmıştır.

MÜSLÜMAN KARDEŞLER’İN SİYASETİ

Müslüman Kardeşler meşru seçimlerle adaylarını Cumhurbaşkanlığına taşımış, bütün dünyanın sonuçlarını kabul ettiği saydam ve hilesiz bir seçimle iktidar yolunda ilerlemiştir. Üç asker kökenli Cumhurbaşkanından sonra ilk kez sivil bir politikacı bu makama gelmiştir. Bu hem Müslüman Kardeşler ve Mısır hem de İslam coğrafyası için önemli bir kazanç olmuştur. Müslüman Kardeşler bu kazanımlarından kolayca vazgeçmek ve darbeye boyun eğmek yerine ellerindeki tek gücü, sivil direniş gücünü kullanmayı tercih etmişlerdir. Herhangi bir şekilde şiddete başvurmamış, demokratik haklarını kullanarak seçimle işbaşına gelen Mursi’nin göreve iadesini amaçlamışlardır. Darbe rejimi yasaklar getirmiş, saldırılar düzenlemiş, insanlık suçu işlemiş ve nihayet Müslüman Kardeşler hareketini feshetme kararı almıştır. Gösteriler sırasında darbe yönetiminin acımasız olduğu ve katliamlarını devam ettirdiği göze alınırsa benzer eylemlerini sürdüreceği tahmin edilebilir. Bu nedenle protestolar Mısır’daki sancıları dünya gündemine taşıyabilir ancak gelinen noktada darbeyi geri döndürmesi zor görünmektedir.

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER (BM), ARAP BİRLİĞİ VE İSLAM İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI (İİT) MÜDAHALELERE NASIL BAKIYOR?

Uluslararası ve bölgesel örgütler bu örgüt üyelerinin çıkarları doğrultusunda hareket eder. Çoğu kez de krizlerin çözümünde başarısız olurlar. Zira her ülkenin gündemi, amacı ve çıkarı farklıdır. BM en geniş üyeli örgüt olarak demokrasinin bir darbe cinayetine kurban gitmesine seyirci kalarak artık ondan tamamen ümit kesilmesine neden oldu. BM Suriye krizinde de eli ayağı bağlı bir kuruluşa dönüştü, BMGK karar alma süreçlerini kilitledi. Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ise üye ülkelerin bir kısmında yaşanan siyasal meşruiyet krizlerinden dolayı sürece aktif olarak müdahil olmadı. Zira kendi ülkelerinde otoriter rejimleri sürdüren bazı Arap ve İslam ülkelerinin Mısır’da darbeyi lanetleyip kendi ülkelerindeki değişim taleplerine kulak tıkamaları zor olacaktı. Bunun yerine siyasal körlük ve sağırlık tercih edildi. 57 üyeli İslam İşbirliği Teşkilatı da (İİT) bu süreçte iyi bir sınav veremedi.

BATI’NIN SİYASİ TERCİHİ

Batılı ülkeler Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da sömürgecilik dönemi, Birinci Dünya Savaşı sonrası ve Camp David anlaşması akabinde kurdukları siyasal, ekonomik ve güvenlikli düzen ve statükonun değişmesi taraftarı olmadı. Bu nedenle de Arap uyanışının ilk günlerinde aktif destek yerine bekle gör politikasını izledi. Ancak bölge sosyolojisinin dönüştürücü gücü karışışında isteksiz de olsa devrim sürecine destek vermişlerdi. Mısır’da yapılan darbe karşısında tepki gösterilmemesi bir kez daha gösterdi ki, demokratik yollarla iktidara gelen ve gelme potansiyeli taşıyan yeni siyasal yapılar ve aktörler ABD ve Batı çıkarları ile aynı paralelde hareket etmeyebilir. Bu nedenle darbe ile de olsa bu aktörlere engel olunması, iktidara gelenlerin devrilmesi onaylandı.

ARAP UYANIŞI HANGİ AŞAMADA?

Arap uyanışı uzun vadeli bir süreçtir. Uyanışın başladığı ve iktidarları devirdiği 2010/2011 yılları sadece bir başlangıçtır. Müesses nizamların yıkılması, yerine yenilerinin konulması zaman alacaktır. Bu süreçte söz konusu eski düzenin egemenleri ve seçkinleri tekrar iktidarı ele geçirmek için her türlü yola başvurarak sürece dâhil olmaya çalışacaktır. Mısır Devrimi, ülkenin büyüklüğü ve Arap dünyası üzerindeki potansiyel etkilerinden dolayı kritik bir dönemece girmiştir. Darbe ile Mısır’daki siyasal dönüşümün önü şimdilik kesilmiştir ancak sosyolojik dönüşüm kendi kuralları içinde devam etmektedir. Mısır ve benzer ülkelerin sosyolojik yapısı darbelere ve baskılara boyun eğmeyi reddeden siyasal vizyona sahip olduğunu göstermiştir. Bu sosyolojik yapı canlı kaldığı sürece devrimlerin devam etmesi için zemin var demektir.

KÖRFEZ ÜLKELERİNİN MISIR’DAKİ DARBEYİ DESTEKLEME NEDENİ

Körfez ülkeleri yönetim biçimlerine bakıldığında Arap uyanışının yaşandığı ülkelerdekine benzer yapıların olduğu görülür. Nasıl ki Mısır’da, Tunus’ta ve Libya’da toplum siyasal süreçlere katılamadı, kendi geleceğine karar veremedi ve refahtan eşit oranda yararlanamadıysa, benzer siyasal ve toplumsal yapının Körfez ülkelerinde de olduğu görülüyor. Yani Körfez ülkelerinde de yönetimlerin meşruiyeti zaman zaman sorgulanıyor. Arap devrimlerine destek demek, bu ülkeler için benzer bir süreci kendi ülkelerine davet etmek demektir ki, bunu istemeleri beklenemez. Bu nedenle de Körfez ülkeleri Mısır’daki yeni yönetimi maddi ve manevi olarak destekleme kararı almıştır.

İSRAİL’İN MISIR’DAKİ DARBEYE İLİŞKİN POZİSYONU

İsrail, Mısır’da devrim başladığı ilk günden itibaren Mübarek rejiminin kalması gerektiğini, statükonun değişmesinin İsrail açısından olumsuz sonuçlar doğurabileceğini ifade etmiştir. Enver Sedat’ın 1977 yılında İsrail’i ziyaret etmesi ve1979 yılında Camp David anlaşmasını imzalamasından bu yana Mısır yönetimleri İsrail’e bir güvenlik şemsiyesi sağlamıştır. İsrail bunun korunmasını tercih ettiği için Mübarek’in yerine gelecek yönetimleri kendi çıkarları açısından riskli görmüş, devrim sürecini de bu nedenle desteklememiştir.

MISIR’DAKİ SİYASİ GELİŞMELERİN GELECEĞİ

Mısır’da siyasal yasaklar dönemi başlayacaktır. Başlamıştır da. Muhalefeti sindirmek için gazeteler, televizyonlar, dernekler, siyasal partiler vb. kapanması süreci başlamıştır. Uluslararası toplum da buna sessiz kalarak destek olmuş ve onay vermiştir. Özellikle en güçlü muhalefet hareketi olduğu ve hâlâ boyun eğmeyi reddettiği için Müslüman Kardeşler hareketine yönelik baskılar artacak, yasal hakları kısıtlanacak ve meşru siyaset zemininden yasaklanacaklardır. Nitekim son gelişmeler de gösteriyor ki, darbe yönetimi Müslüman Kardeşler cemiyetinin feshi yönünde karar vermiştir. Ancak çok geniş bir sosyolojik tabanı olan Müslüman Kardeşler gibi bir hareketin yasaklar ile sindirilmesi ve siyasal hayattan silinmesi kolay değildir.

SURİYE’DE ÇÖZÜM İMKÂNI TÜKENİYOR

Suriye’de iki yılı aşkın devam eden kriz ve iç çatışma İran ve Rusya gibi güçlerin dışarıdan rejime, bazı ülkelerin de muhalefete verdiği destekten dolayı oldukça karmaşık bir yapıya bürünmüştür. Bir taraftan iç savaşın devam ettiği diğer taraftan bölgesel ve küresel güçlerin çıkar ve nüfuz mücadelesinin devam ettiği bir alan Suriye. Bu nedenle kolay bir çözüm yolu görünmüyor ufukta. Afganistan ve Irak örnekleri de göstermektedir ki, bölgeye dışardan müdahaleler her zaman beklenen sonuçları doğurmayabilir. Suriye krizinde aşağı yukarı şu seçenekler ile karşı karşıyayız; bunları anlama ve yorumlama biçimleri Suriye’nin geleceğini tayin edecek adımların atılmasını gerekli kılacaktır:

Suriye’de 120 bin insan öldü ve ölmeye devam edecek; mevcut durum ve güç dengeleri olduğu gibi devam ederse… Ülkenin toplumsal dokusu mezhepsel hatlarda tamir edilemez biçimde yara alacaktır. Mültecilerin sayısında dramatik artışlar yaşanacaktır. Türkiye’nin sınır güvenliği riskleri daha da artacaktır. Bu gelişmelere seyirci kalınabilir mi? Nereye kadar seyirci kalınabilir?

Bir dış müdahale pek çok riski içinde barındırmasına karşın yapılarsa iki ihtimal doğacaktır. İktidar değişikliği ile son bulacak bir müdahalede rejim giderse ve bunun yerine yeni ve geniş tabanlı bir hükümet kurulabilirse (kolay olmayacaktır kuşkusuz), krizin çözümü için bir imkân doğabilir. Ki Suriye’de bugünkü krizin başlangıç noktası da demokratik talepler çerçevesinde siyasal alanın açılması idi. Rejim değişikliği ile sonuçlanmayan bir müdahale durumunda ise tekrar başa dönülme, şiddet sarmalının genişleyerek sürme ihtimali oldukça büyük görünüyor.

Diplomatik girişimlere bir şans daha verilmesi durumunda sonuç alınabilir mi sorusu da bu bağlamda sorulmalıdır. Krizin başlangıcından hemen sonra başlayan Arap Birliği gözlemcilerinin girişimleri; Kofi Annan arabuluculuğu; birinci Cenevre zirvelerinin sonuç vermediği göz önüne alınırsa, diplomatik yolların da büyük oranda tıkandığı söylenebilir. Suriye’de hangi yöntem tercih edilirse edilsin krize mucize bir çözüm beklenmesi rasyonel ve gerçekçi değildir.

MISIR VE SURİYE POLİTİKALARI TÜRKİYE’Yİ YALNIZ MI BIRAKTI?

Türkiye’nin Mısır ve Suriye politikasını Türkiye’nin geçirdiği siyasal ve toplumsal değişimler bağlamında ele almak lazım. Kendi içinde demokratikleşen, vesayet ve müesses nizam ile mücadele veren, darbe mirası kalıntılardan kurtulmaya çalışan bir hükümetin bölge ülkelerindeki benzer toplumsal talepleri ve süreçleri desteklememesi düşünülemez.

[Euro Vizyon, 22 Eylül 2013]

Etiketler: