Menderes’le Başlayan Atom Hikâyemiz 60 Yaşında

İçindeki Soğuk Savaş dinamiklerine girmeden tanımlayacak olursak; AFP, ABD'nin 1954'te, dünyanın nükleer teknolojide ilerlemesi maksadıyla öncü olduğu bir işbirliği programıydı.

Türkiye, 1955 yılında Adnan Menderes liderliğinde, dünyanın ilk “Atoms for Peace” (AFP-Barış İçin Atom) anlaşması imzalayan ülkesi olmuştu.

İçindeki Soğuk Savaş dinamiklerine girmeden tanımlayacak olursak; AFP, ABD’nin 1954’te, dünyanın nükleer teknolojide ilerlemesi maksadıyla öncü olduğu bir işbirliği programıydı.

Programda Türkiye’yi takip eden 2. ülke ise, İsrail idi. İran, Pakistan ve Hindistan gibi çeşitli aktörler de, zamanla programın katılımcıları arasında yer aldı. AFP’yi imzalayan söz konusu ülkelerin çoğu, geçen süre zarfında nükleerde büyük adımlar atarken, Türkiye’nin var(ama)dığı durum ise ortada…

BİR İLERİ BİR GERİ

Türkiye, Menderes’in seri girişimleri sonucu 1956’da kurulan Atom Enerjisi Komisyonu ve Çekmece’de inşasına başlanan reaktör ile nükleere hevesli bir giriş yapmasına rağmen, işin gerisini on yıllar boyu getirememiş.

İşte bu bağlamda insan; nükleere ister sempati, ister antipati beslesin, 60 yıl önce en önde duran Türkiye’nin, yanı başındakiler ufukta kaybolmuşken, neden hala başlangıç çizgisinde öylece takılıp kaldığını düşünmeden edemiyor.

Edemiyor zira işin tuhaf yanı, yarım asır boyunca bir ileri bir geri, hep o çizgi dolaylarında gezinmişiz. Ne vazgeçtik deyip çekip gitmişiz, ne de bir yol kat edebilmişiz. O dönemlerden sonraki kalkınma planlarında, “nükleer enerji ezberi” illaki yerini bulmuş ancak dönem sonu karneleri kırık notlarla dolu.

NÜKLEERE DARBELER

Peki, neden? Evet, bazı hükümetlerin konuyu önemsemediği ve lafta bıraktığı gerçeği muhakkak ki var ancak mevzuyu önemseyenler neden yol alamamış?

Bu doğrultuda işe soyunan iktidar dönemlerini incelediğimizde, sebebin tek olmadığını görüyoruz. Finansman sıkıntısı nedenlerden biriyken, planlara en büyük darbeyi vuran faktör ise, ihtilaller ve siyasi istikrarsızlık olmuş. Ayrıca, nükleere kavuşmamıza karşı olan dış baskılar da, eksikliğini hissettirmemiş.

Örneğin; düşe kalka 70’lerin sonuna gelindiğinde İsveç ile anlaşmaya varılmışken, 80 Darbesi ile nükleer yine sahipsiz kalmış. İsveç, “cuntacılarla işim olmaz” deyip veda etmiş. Hakeza Refah-Yol dönemindeki adımlar da, 28 Şubat süreciyle sekteye uğramış. Sonrasında Yılmaz ve Ecevit dönemlerinde defalarca ertelenen ihale, dış baskıların da katkısıyla bir muammaya dönüşmüş.

Bu gelgitlerle hırpalanan planlar, 2001 Krizi vurunca da, yeniden dinlenmek üzere rafa kalkmış. Ayrıca, “IMF to the Rescue” paketi de maliyetli enerji projelerine şerh koyduğundan, “Türkiye İçin Atom” haliyle tozlanmaya yüz tutmuş.

DİLDEN DÜŞMEDİ

Bitkin serüvenin nice detayları var ancak; öyle ya da böyle, nükleer tam 60 yıldır Türkiye’nin dilinden düşmemiş. Kimi niyetli kimi niyetsiz çok sayıda hükümet, nükleeri gündeminde tutmuş. Bugün ise, yarım asrı aşkın süre sonrası nihayet atılan somut adımlara bazı tepkiler var.

Bu bağlamda, yola çıkılan süreçte ilgili tepkileri analiz ederek toplumsal uzlaşı anlayışını güçlendirmenin önemli olduğunu düşünüyorum.

Daha önce bu çerçevede nükleerle ilgili kaleme aldığım yazıda, küresel eğilimin nükleerden pek de vazgeçmeyen bir tablo çizdiğine değinmiştim. Zira dünyanın içinde boğuştuğu “enerji üçleminde” nükleer, gözden çıkarılması pek kolay olmayan bir seçenek.

NIMBY SORUNU

Öte yandan bugün özellikle “güve

Etiketler: