“Kurucu Felsefe’ye Dönüş” Siyasal Yenilenme ve AK Parti

AK Parti'nin 5. Olağan Kongresi öncesi yaşanan sıkıntılar ve Kongre ile ortaya çıkan tablo üzerinden partinin yeni bir evreye geçtiği tartışmaları yapıldı.

AK Parti’nin 7 Haziran seçimlerinde tek başına iktidar olamamasının ardından, bu sonucu ortaya çıkaran sebepler ve dinamikler üzerine birçok analiz yapıldı. 1 Kasım seçimlerinde aynı sonucun çıkmaması için yine hem parti kadroları hem de siyaset analizcileri tarafından farklı öneriler sıralandı. AK Parti’nin 5. Olağan Kongresi öncesi yaşanan sıkıntılar ve Kongre ile ortaya çıkan tablo üzerinden partinin yeni bir evreye geçtiği tartışmaları yapıldı. Bu süreçte, “kurucu felsefeye”, “fabrika ayarlarına”, “2002 ruhuna”, köklere” dönüş; “AK Parti versiyon 2.0” ve “siyasal yenilenme” gibi bazı kavramlar üzerinden önümüzdeki döneme ilişkin siyasi projeksiyonlar ortaya kondu.

Bu tartışmaların içeriğinin eksik ya da yeterli olmasının ötesinde, gözden kaçan ilk önemli husus, Türkiye’de siyasetin, toplumun ve en önemlisi de bizatihi topyekûn Türkiye’nin kendisinin 2002 koşullarının fersah fersah ilerisinde olduğu gerçeğidir. Bu anlamda AK Parti’nin, “siyasi yenilenme” meselesini, kurucu felsefesi kadar, 13 yıllık siyaset deneyimini, Türkiye’nin siyasal kültürünü ve aynı zamanda Türkiye’de yaşanan değişim ve dönüşümü bir arada okuyarak düşünmesi gerekir.

İkinci önemli husus ise, AK Parti’den bağımsız olarak, 13 yıllık iktidarda kalmış ve bu süreyi hiç lider değişimine gitmeden karizmatik bir liderlik üzerine bina etmiş bir siyasal yapıda, ister istemez bugünkü tartışmaların, mücadelelerin ve yaşanılanların kaçınılmaz olduğudur. Önemli olan aktörler arasındaki yaklaşım farklılıklarının derin bir krize dönüşmeden yönetilebilmesidir. AK Parti, bugüne kadar hem dışsal etkenler hem de partiye yönelik farklı birçok krizle yüzleşmiş ve kriz çözme başarısını tecrübe etmiştir. “Kapatma davası”, “367 krizi”, “17-25 Aralık siyasete darbe girişimi”, “Gezi Parkı olayları” bunların başlıcalarıdır.

KURUCU DİNAMİKLER

AK Parti kurulduğunda, yeni olan bir parti için üç mesele önem arz etmekteydi. Partinin kimliği, liderliği ve kurumsallaşması. AK Parti açısından kurulduğu dönemdeki en büyük zorluklar, Türkiye için “yeni olanı” inşa etmeye çalışırken, kendi siyasal kimliğini, yapısını ve kurumsallaşmasını da oluşturması gerekliliğiydi. AK Parti kurulmasının hemen ardından iktidar olmuş, devlet dokusunda bir restorasyon başlatmış, siyasal ve toplumsal alanda normalleşmeyi öncelikli hedef seçmişti. Ekonomik ve siyasi krizle boğuşan bir Türkiye devralındığı için “yönetilebilir bir Türkiye” hedefi hayati bir öneme sahipti. Bu hedeflere ulaşmanın yolu da siyaseti ve toplumu denetim altında tutan ve şekillendiren vesayetçi yapılara karşı siyaset kurumunu güçlendirmekten geçmekteydi. Bu ancak toplum merkezli bir siyaset tarzıyla mümkün olabilirdi. Bunun yolu ise “birtakım oligarişik güç odaklarının taleplerine” meydan okumakla mümkün olabilirdi.

AK Parti’nin özgürlükçü ve reformcu bir niteliğe sahip başlattığı değişim hamlesi, çok büyük dirençlerle ve meydan okumalarla karşılaştı. Parti bu meydan okumalarla yüzleşirken, toplumsal desteği giderek artıran ve “lider kültü” etrafında sürekli kenetlenen bir siyasal yapıyı meydana getirdi. Bir anlamda, parti hem kimliğini hem de siyaset yapma tarzını, iktidar olduğu fakat muktedir olma mücadelesini verdiği bir süreçte şekillendirmek zorunda kaldı. Parti önceliklerini ülke meselelerine ve siyasetin ürettiği krizlere yoğunlaştırdığı için, siyasetin kendi alışkanlıklarını ve geçmiş Türkiye siyasal mirasının ortaya çıkarabileceği sorunlarla yüzleşme imkanı ve zamanı yoktu. Bu anlamda bazı meseleler haklı olarak ertelenmek zorundaydı.

AK Parti, Türkiye siyasal hayatında nadir rastlanabilecek bir durumla, sürekli seçimleri kazanmasının ötesinde, aynı zamanda en yakın rakibine karşı büyük oy farkıyla iktidar olan ve bu seçim kazanma başarısını uzun dönem devam ettiren bir siyaset tarzını ortaya çıkardı. Bu başarının devam ettirilmesinde şüphesiz en önemli pay Tayyip Erdoğan’ın göstermiş olduğu liderlik becerisiydi. Bu anlamda Erdoğan’ın karizmatik liderliği, partinin siyasetteki başarısı ve seçimleri kazanmasıyla pekişecek; böylece hem iç hem de dış siyasette parti kimliğinin ve yapısının ötesinde bir “Erdoğan etkisi” oluşacaktı.

Dolayısıyla Erdoğan liderliğinin geleceği hem AK Parti açısından hem de muhalefet yapıları açısından önemliydi.

ERTELENEN MESELELER

AK Parti kurulmasından 14 ay sonra iktidara geldiği için kimliği zamanla oluşacaktı. Çünkü kurulduğu dönem itibariyle, parti kimlik meselesini zamana bırakarak hizmet siyasetini merkeze koyan bir öncelikler sıralaması benimsedi. Toplumun acil beklentisi, kimlik yerine hizmet ve iş sağlayacak bir partinin iktidara gelmesiydi. Bu anlamda, AK Parti’nin kimlik meselesini kurulduğu dönemde altını çok çizmemesinin pratik ve konjonktürel sebepleri de mevcuttu. Çünkü 2002 koşullarında seçmen, kimliklerini ulusal düzeyde temsili noktasında başarısızlıklar yaşamış partilere karşı negatif bir hafızaya sahipti. Seçmen, sorunlara odaklanan, ekonomik alanda gelecek vadeden ve özgürlükler alanında rahatlamayı sağlayabilecek bir değişimi öncelikleri arasına koymuştu.

Dolayısıyla AK Parti, önceliğini diğer acil sorunlara hasrettiği için, kimlik meselesi “muhafazakar demokrasi” temelinde 2004’ten sonra tartışılabilecekti. Tartışmalarda öne çıkan en önemli husus ise bugünlerde de tekrar siyasetin gündeminde olan “yerlilik” meselesiydi. Bu anlamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tekrar başlattığı, ancak mecrasının dışında siyasal kullanımlar için kolayca işlevselleştirilen “yerlilik” ve “yerellik” meselesi, AK Parti’nin kurucu paradigmasında tartışılmıştı. Söz konusu dönemde AK Parti “yerli değerlerle evrensel değerleri örtüştüren, dünya sistemi içinde anlamlandırılabilen, ama yerli muhteva üzerinde yükselen bir siyasal hareket” olarak tanımlanmıştı. Bu anlamda kimlik meselesinin içi tam doldurulmamış, zamana bırakılmıştı.

AK Parti kurulduğu dönemde “kurumsallaşma meselesi”ni ise, kabaca 2002 öncesi siyaset kurumunun düştüğü hatalara düşmemek ve aynı hataları tekrarlamamak olarak kodlandı. Dolayısıyla da parti kurucu kadrosunun zihninde, 1990’ların siyasal krizlerinin en önemli sebebi olarak genelde partilerin kendi liderlik, kadro ve yönetim anlayışlarını yenileyememesi görülmekteydi. AK Parti’nin uzun dönemli olması için de, eski siyaset tarzının kendi partilerine yerleşmemesi için değer merkezli ve kriter temelli bir siyasal kültürün oluşturulması gerekmekteydi. Bu bakış açısının bir tezahürü olarak da parti tüzüğüne “üç dönem” kuralı ve partinin teşkilatlanmasında yeni modeller kondu. Ancak bu kriterler de kurumsallaşma için yeterli değildi. Birçok mesele karizmatik liderlik üzerinden okunduğu için, tüm gözler lider değişiminin yaşanacağı döneme odaklandı. Hem üç dönem kuralı hem de lider değişimi hemen hemen aynı periyoda denk düştüğünden AK Parti’nin geleceği için bu dönem bir test niteliği taşımaktaydı.

AK Parti’nin sürekli seçimleri kazanması ve muhalefet partilerinin alternatif bir siyaset üretememelerinin en önemli sonuçlarından birisi, Türkiye’de siyasetin Erdoğan’ın siyasi geleceği üzerinden okunmasıydı. Devlet, toplum ve siyaset algılamasını sadece AK Parti’nin iktidardan düşürülmesine hasreden bu fırsatçı siyaset tarzı, AK Parti ve Erdoğan karşıtı muhalefet yapıları için aslında uzun dönemli bir beklentinin de sonucuydu. Siyasal bir değer üretmeyen, konjonktüre hapsolan, bu tarz siyaset, aynı zamanda tarihin tekerrür edeceğine ilişkin bir hayali de içinde barındırmaktaydı: Turgut Özal sonrası ANAP ve Süleyman Demirel sonrası DYP giderek siyaseten eriyen bir döneme girmişti.

Muhalefet için AK Parti’nin “ANAPlaşacağı” umudu bir beklentiyi oluştururken, AK Parti liderliğinde ve yöneticilerinde ise aynı hataya düşmemek için daha temkinli bir siyaset arayışını ortaya çıkardı. Böylece AK Parti, genel başkan değişimini sancısız ve krize dönüştürmeden gerçekleştirmek için ince bir siyaset izledi. Erdoğan genel başkanlığı bırakırken de 2001 “kuruluş ruhu” ve “misyonuna” atıfta bulunarak AK Parti’nin “katılım, istişare ve ortak akıl” temelinde yoluna devam etmesi gerektiğini özellikle vurguladı. Bu bağlamda, AK Parti’nin aslında bugünlerde tartıştığı “kurucu felsefe” söylemi Erdoğan tarafından bir önceki kongrede dile getirilmişti. Bu bağlamda Erdoğan’a göre, “kurucu felsefe” parti paydaşları ile tüm istişarelerin yapılıp ortak aklın işletilmesinin ardından, alınan kararlara partinin tüm organları ile sahip çıkması anlamına gelmekteydi.

YENİLENME SİYASETİ

Gelinen noktada, AK Parti 5. Olağan Kongresi öncesi yaşanalar, kongrenin ardından ortaya çıkan sonuçlar ve 1 Kasım seçimleri için aday belirleme süreçleri birçok açıdan “AK Parti’de kriz” üzerinden tartışılsa da; ortaya çıkan sonuç, AK Parti’nin krizleri hala yönetebildiğinin bariz göstergeleridir. Bu anlamda AK Parti’nin kurumsallaşma yönünde önemli merhaleleri de katettiğinin altını çizmek gerekir. Özellikle etkin ve yönlendirici konumda bulunan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile güçlü ve sorumluluk sahibi Başbakan Ahmet Davutoğlu arasındaki ilişkinin beklendiği gibi bir krize yol açmadan sürdürülebildiği ve iki aktörün istişare üzerinden sorunları halledebildiği de ortaya çıkmıştır.

AK Parti’nin “yenilenme siyaseti”, kurulduğu dönemde, döneminin koşulları ve siyasetinin zorunlu acil ihtiyaçlarından dolayı ertelenen, kurumsallaşma mekanizması üzerinden inşa edilerek gerçekleştirilebilir. Bu 2002’ye topyekûn dönme anlamında değil, söz konusu dönemde oluşan ama bazı yönleri zamana bırakılan kurucu paradigmanın içeriğinin doldurulmasıyla mümkün olabilir. Ayrıca kadro hareketi özelliği taşıyan partilerde “siyasal yenilenme” eski kadrolarını topyekun emekli ederek, tümden yeni aktörlerle yola devam edilerek gerçekleştirilmez. Partinin kurumsal hafızasını taşıyacak, siyasal felsefesini yeni kadrolara aktaracak mahiyette bir devamlılık sağlanır. Yeni kadroları siyasete kazandıracak ve partiyi sonraki dönemlere taşıyacak yeterli sayıda yeni yüzle yola devam edilir. Yani “devamlılık içinde yenilenme” siyaseti ile izlenir. Bu bağlamda AK Parti’nin son yönetim kademesinde ve 1 Kasım seçimlerinde varolan isimler üzerinden yapılan tartışmalara bu açıdan da bakmak gerekiyor.

[Star Açık Görüş, 4 Ekim 2015]

Etiketler: