Küresel Liderlik Karmaşası: ABD İsteksiz, Çin Yetersiz

Rakamlara bakıldığında Çin'in istikrarlı büyümesinin sürdüğünü ve Afrika başta olmak üzere dünyanın farklı bölgelerinde daha fazla etkin olmaya başladığını söylemek mümkün. Ancak aynı rakamlar bize ABD ile Çin arasındaki askeri ve ekonomik gücün hala korunduğunu da söylüyor.

Yaklaşık on yıldır, özellikle de Trump’ın iktidara gelişi ile birlikte benimsediği politikalar dolayısıyla ABD’nin küresel hegemonyası ve liderlik konumu tartışılıyor.

Kimi yorumcular bu durumu Çin’in yükselişine ve ABD’nin göreceli gücünün düşüşüne bağlıyor. Çin’in ekonomik büyümesini abartanlar, Çin’i ABD’nin karşısında yeni bir küresel güç olarak konumlandırmaktan geri durmuyor.

Rakamlara bakıldığında Çin’in istikrarlı büyümesinin sürdüğünü ve Afrika başta olmak üzere dünyanın farklı bölgelerinde daha fazla etkin olmaya başladığını söylemek mümkün. Ancak aynı rakamlar bize ABD ile Çin arasındaki askeri ve ekonomik gücün hala korunduğunu da söylüyor.

Liderlik ve hegemonya tartışmasının temelinde ilginç bir şekilde ABD’nin dünya siyasetine yönelik ilgisini değiştirmesi yatıyor.

İlginç çünkü bir süper güç büyük bir savaşa girmeden ve kendi isteği ile dünya siyasetindeki varlığını düşürmeye (daha doğru bir ifadeyle seçmeciliğe) başlamıştı. Birinci ve ikinci dünya savaşlarından önce de ABD’nin benzeri bir konuma çekildiğini hatırlatarak itiraz edebilirsiniz. Ancak o dönemde ABD’nin henüz dünya siyaset sahnesine zaten çıkmadığını, şimdi ise hegemonyayı elinde tutmasına rağmen böylesine bir “geri çekilme” tercihinde bulunduğunu hatırlamakta yarar var.

2008 ekonomik krizi sonrasında liderliğin ve hegemonyanın maliyetini göz önünde tutan ABD, bu maliyeti düşürmeye yönelik bir politika izlemeye başladı. Ve elbette farklı coğrafyalarda farklı alanlarda güç boşluğu oluşmaya başladı. Bu boşlukların Çin ve Rusya tarafından doldurulmaya başlanmasını abartanlar meseleyi ABD’nin düşüşü olarak okumaya başladı. Şimdilerde ise ABD özellikle de Çin’i sınırlandırmanın formüllerini arıyor. Ancak Trump’ın gündelik politikalar peşinde koşması ve bir tür izolasyonculuğu benimseyerek bunu başarmasının pek de mümkün olmadığını gördük. Ticari yaptırımlarla bir mesafe almıştı. Ancak Koronavirüs salgını yeni bir etken olarak karşımıza çıktı.

ABD salgının sorumlusu olarak Çin’i görüyor, bu suçlamayı yöneltmek için de elinde çeşitli araçlar var. Çin’in yeterli önlemleri almaması, DSÖ’ye eksik bilgi vermesi vs. Ancak bu suçlama Çin’in angajmanlarını sınırlandırmak için yeterli değil. Salgının sorumlusu olmasına rağmen Çin krizi fırsata çevirdi ve ABD’nin geleneksel müttefiklerine yardım etmeye ve bu yardım üzerinden büyük bir PR kampanyası başlattı. ABD ise aksine, daha fazla içe kapandı.

Bu tablo karşısında Çin’in zaten büyümekte olan ekonomisini abartma eğiliminde olanlar Çin’e ABD’nin rakibi küresel bir aktör rolü biçmeye başladı. Halbuki Çin’in bu konuma geldiğini iddia etmek oldukça zor. Ne siyasi ne kültürel ne de askeri gücü bu yakıştırmayı hak etmiyor. Hegemonya yarışına girmek için istikrarlı ekonomik büyüme yeterli değil.

Kısacası hegemonik pozisyon için ABD isteksiz, Çin ise yetersiz.

ABD’nin Kasım seçimlerinden sonra bir politika değişimine gitmemesi durumunda önümüzdeki bir kaç yıl sistemik karmaşanın devam edeceğini iddia etmek mümkün.

ABD’deki salgın durumunun atlatılmasından sonra Trump’ın Çin’e daha fazla odaklanacağını söyleyebiliriz. Seçimler için elindeki en elverişli malzeme Çin. Seçimleri tekrar kazanması durumunda da bu politikasına devam edecek. Ancak muhtemelen dünya siyasetine bakışı değişmeyecek.

[Sabah, 11 Nisan 2020]

Etiketler: