ABD

Koronavirüs ve İdeolojik Kapışma

Koronavirüs salgınını hepimiz bugünlerde öncelikle sağlık açısından değerlendiriyoruz. Aynı zamanda borsalar gibi farklı ülkelerin salgınla mücadeledeki performanslarına da not veriyoruz. Temel kriterimiz “bu krize kimin hazır olduğu” ve “kimin daha iyi cevap verebildiği.” …

Koronavirüs salgınını hepimiz bugünlerde öncelikle sağlık açısından değerlendiriyoruz.

Aynı zamanda borsalar gibi farklı ülkelerin salgınla mücadeledeki performanslarına da not veriyoruz.

Temel kriterimiz “bu krize kimin hazır olduğu” ve “kimin daha iyi cevap verebildiği.”

Salgın haberlerinin sunumunda Batı medyasının Türkiye fotoğrafları kullanmasından biliyoruz ki, salgının başından itibaren bir “algı ve propaganda savaşı” da yürütülüyor. Bu savaş önce “sorumlu bulma”“hasta adam belirleme” yarışı ile başladı.

Sonra virüsle performansa odaklandı ve şimdilerde “hangi rejim daha başarılı” ve kim liderlik edebiliyor” noktasına geldi.

Yani yaygın ekonomik etkilerinin yanı sıra, bu krizin ABD, Çin ve Avrupa arasında bir ideolojik kapışmayı da ürettiği/üreteceği anlaşılıyor. Virüsün adlandırmasıyla başlayan bu kapışma şimdiden, demokratik ve otoriter rejimler arasında performans yarışına ve liderlik tartışmasına dönüştü.

Çin’in değişen performansı

Salgını fark etme ve bilgilendirme konusundaki ilk hataları sebebiyle Çin kıyasıya eleştirildi. Pekin, “Asya’nın hasta adamı” ilan edildi. Salgın da, “otoriter yönetimin şeffaf olmamasının kaçınılmaz bir sonucu” şeklinde görüldü.

ABD medyası, Komünist Parti yönetimindeki Çin’i salgından “sorumlu tutmakta” ve “küresel liderlik yapmaya hiç uygun olmadığını” ilan etmekte birbiriyle yarıştı.

Başkan Trump, Covid-19 isimli virüse “Çin virüsü” demekte ısrarcı. Ancak Pekin, hızlıca büyük hastaneler kurarak ve Wuhan’ı karantinaya alarak virüsün yayılmasını kontrol altına aldı.

Virüsle mücadelede öğrendiklerini dünya ile paylaştı.

AB ülkeleri temel sağlık malzemelerini İtalya’dan bile kıskanırken, Çin; İran, İtalya, Belçika ve Sırbistan’a yardımda bulundu.

Bu çabalarla Çin, kendini “salgının çıktığı yer” olmaktan hızla “salgınla mücadelede dünyaya yardım eden ülke” konumuna geçiriyor. Pekin, propaganda alanında da hayli aktif.

“Çin virüsü” adlandırmasına sert tepki vermekle kalmadı.

Koronavirüsün Ekim 2019’da Wuhan’a gelen ABD askerlerinden bulaştığını öne sürdü.

Bu arada önde gelen üç ABD gazetesinde çalışan gazetecileri de sınır dışı etti.

Yine Pekin, ABD ve Avrupa’ya ders verecek şekilde “virüsle mücadelede dayanışma” kavramını öne çıkardı.

Ve başarısını da “siyasi rejiminin üstünlüğü” olarak pazarlıyor.

Böylece tartışmanın yönünü değiştiriyor.

Giderek Çin’in başarısı, otoriter devletin “kapasitesine” ve “etkinliğine” bağlanıyor.

Üzerine ABD ve Avrupa’nın salgını önlemedeki kararsızlığı ve etkisizliği eklenince “otoriter devletlerin başarısı” konuşulur hale geldi.

Güney Kore ve Tayvan’ın başarısı şimdilik demokrasilerin itibarını kurtarıyor.

Küresel liderlik yarışı mı?

ABD’nin salgına yaklaşımı iki yönlü olarak eleştiriliyor.

İlki, Başkan Trump’ın krizi hafife alan ilk açıklamalarına ve Amerikan sağlık sisteminin kriz performansının kötü olmasına yönelik.

İkincisi ise daha köklü bir mesele: ABD’nin bu salgında küresel liderlik edememesine yönelik.

Aslında, 2008 ekonomik krizinden beri ABD’nin küresel liderliği düşüşte.

Yine de Bush ve Obama 2008 krizinde G20’yi harekete geçirerek uluslararası bir dayanışmaya liderlik edebilmişti. Suriye iç savaşının seyri ise sadece Obama döneminin iflasını ilan etmedi. Soğuk Savaşın bitiminden sonra kurulan “liberal düzenin” liderliğinden ABD’nin çekildiğini de gösterdi.

Başkan Trump döneminde iyice netleşen bu çekilme “önce ABD” sloganıyla haklılaştırıldı. Bugün ise ABD’nin yaklaşımı “bu yüzyılın en büyük küresel krizi” olarak nitelenen koronavirüs ile mücadelede bırakın “küresel bir liderlik” göstermeyi kendi ülkesi için bile “bir başarısızlık silsilesi” olarak görülüyor.

ABD’yi salgında “küresel liderlik rolü” üstlenmeye çağıran ABDli isimler Çin’in öne geçmesinden endişeli.

Hatta Kurt M. Campbell ve Rush Doshi, ABD’nin bu krize G7 ve G20’yi harekete geçirerek cevap vermemesi durumunda “Süveyş anı” ile karşı karşıya kalacağı görüşünde.

Yani, İngiltere’nin 1958 Süveyş Kanalı krizinde “küresel liderliği kaybetmesi” gibi bir kritik dönemde olduğunu söylüyorlar.

Ne diyelim, aşıyı bulan ve ekonomik krizi karşılamada inisiyatif alan liderlik kapışmasında bir adım öne geçer.

[Sabah, 20 Mart 2020]

Küresel bir tehdit oluşturan yeni tip Koronavirüs (COVID-19) ile mücadele sürecini inceleyen SETA çalışmaları

Etiketler: