Korona ve Dünya Ekonomisi

Bütçe denkliğinin değil, reel ekonomilerin ayakta kalmasının kritik bir öneme sahip olduğu bir dönemde olduğumuzu unutmamamız gerekiyor.

Yeni tip Korona virüsü (Covid-19) oldukça bulaşıcı ve ölümcül olması hasebiyle tüm dünyada alarm zillerinin çalmasına neden oldu. Başta görece gevşek davranan Çin’in daha sonra işi sıkı tutmasıyla birlikte virüsün dünyadaki yaygınlığı sınırlanmış oldu. Fakat başta İtalya ve İran olmak üzere bu konuda görece sorumsuz davranan ülkeler yüzünden virüsün dünyada (hızla) hatırı sayılır ölçüde bir yaygınlık kazanmasının önüne geçilemedi.

Türkiye ise bu konuda dünyadaki en iyi performanslardan birini sergiledi. En baştan bu yana olay ciddiyetle ele alındı, önlemler hızlı bir şekilde hayata geçirildi ve toplum yaşanan gelişmelerden hızlı ve şeffaf bir şekilde haberdar edildi. Sonuç olarak da Türkiye virüsü şu ana denk kontrol altında tutmayı başardı. Fakat unutulmaması gerekir ki virüsün küresel yaygınlığa kavuştuğu bir atmosferde Türkiye ilelebet bu virüsü kontrol altında tutamaz. Zaten şu anda verilen mücadele temelde virüsün ülkemizde hiç yayılmaması adına değil. Temel amacımız virüsün yayılmasını olabildiğince geciktirmek ve yavaşlatmak.

Dahası, en nihayetinde virüs ülkemizde hiç yayılmasa bile günün sonunda bu virüse karşı bağışıklık kazanmak zorundayız. Zira dünyanın geri kalanının az çok bağışıklık kazandığı bir virüse karşı bizim bağışıklık kazanmamamız ilerleyen yıllarda bizim için önemli bir risk oluşturacaktır. Şu halde, Türkiye’nin “en iyi senaryoda” dahi bu virüs ile aşı formunda “buluşması”gerekiyor. Belirtmek gerekir ki bu virüse karşı Türkiye’nin bir aşı geliştirmesi hem bizi ciddi bir maliyetten kurtaracak ve hatta kazanç elde etmemizi sağlayacaktır hem de Türkiye’nin bilimsel/teknolojik imajına ciddi bir katkı sağlayacaktır.

Peki, Korona virüsünün dünya ve Türkiye ekonomisi üzerinde ne gibi etkileri oluyor/olacak? Son haftalarda virüsün özellikle Çin dışında belirli bir yaygınlığa kavuşması ve birçok cana mal olmasıyla birlikte finansal piyasalardaki kontrollü tedirginliğin yerini panik soslu bir korkunun almaya başladığını gördük. Dünya çapında borsalarda çok ciddi kayıplar yaşandı. Dolar yükseldi. Petrolün fiyatı dramatik bir şekilde düştü. Finansal cephede yaşanan bu gelişmelerin arka planında ise reel ekonomiye dair kaygılarda ciddi bir artış yaşanması yatıyor. Ülke ekonomilerinin yaşanan bu “virüs krizinden” ne ölçüde etkileneceklerini şu aşamada kestirmek kolay olmamakla birlikte nihayetinde ortaya ciddi bir faturanın çıkacağı aşikar. Ülkelerin bu krizden farklı boyutlarda etkileneceklerini de belirtmek gerekiyor.

Başta Çin olmak üzere birçok ülkede uygulamaya konulan karantina uygulamaları ve özellikle firmaların ve bireylerin içine girdikleri halet-i ruhiye küresel ekonomik aktivitenin önemli ölçüde yavaşlamasını beraberinde getirdi. Bu atmosfer genel olarak firmaların yatırımları askıya almalarına neden olurken bireylerin de hem “dışarıya” daha az çıkmalarına hem de daha az harcama yapmalarına sebep oldu. Sonuçta ortaya çıkan resimde ise petrol ve emtialara olan küresel talebin ciddi şekilde azaldığını görüyoruz. Bu durum özellikle Brezilya ve Avustralya gibi hammadde ihracatçısı, Suudi Arabistan ve Rusya gibi petrol ihracatçısı ülkeleri olumsuz etkiledi. Küresel hareketlilikte yaşanan ciddi gerileme de turizm gelirlerinin ülke ekonomisine ciddi bir katkı sağladığı İtalya ve İspanya gibi ülkeleri özellikle olumsuz etkiledi ve etkileyecek. Bu durum bilhassa Çinli vatandaşların uğrak yeri olan ülkelerde derinden hissedildi ve hissedilecek. Dahası, yaşanan virüs krizi küresellojistik ve tedarik zincirlerini önemli ölçüde hırpalamış görünüyor. Bu durum malların taşınmasını zorlaştırarak küresel ticarete ciddi bir darbe vurduğu gibi özellikle otomotiv ve elektronik gibi sektörlerde belirli ve/veya anahtar ara mallara erişimi kısıtlaması nedeniyle üretim darboğazlarının ortaya çıkmasına neden oldu. Vurgulamak gerekir ki söz konusu “virüs krizi” ne kadar uzun sürerse dünya ekonomisi üzerindeki tahripkar etkisi de o kadar büyük olacak.

Bütün bunların haricinde azalan talebin reel ekonomiye vereceği zararı kontrol altında tutabilmek amacıyla küresel çapta devletlerin elden geldiğince genişletici bir maliye politikası uygulaması gerekiyor. Halihazırda borçluluk düzeyi yüksek olan devletler için bu zor olmakla birlikte ortada başka bir “araç” bulunmuyor. Türkiye ise oldukça düşük düzeylerdeki kamu borcu ile reel ekonomiyi ayakta tutma noktasında önemli bir hareket alanına sahip. Bütçe denkliğinin değil, reel ekonomilerin ayakta kalmasının kritik bir öneme sahip olduğu bir dönemde olduğumuzu unutmamamız gerekiyor.

[Sabah, 14 Mart 2020]

Küresel bir tehdit oluşturan yeni tip Koronavirüs (COVID-19) ile mücadele sürecini inceleyen SETA çalışmaları

Etiketler: