Konforlu Düşmanlık: İsrail ve Suriye

Suriye isyanında Baas rejiminin ve arkasında duranların arzulayacağı şeylerin başında, İsrail'in sürece müdahil olması gelmektedir.

Türkiye hararetli bir şekilde ‘Cumhuriyet Mitingleri’ ve vesayet rejiminin halka açık son sahnesini oynayacağı 2007 cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru giderken, sınırımızın hemen öte yanında, Suriye’de, ‘ilginç şeyler’ olmaktaydı. 1981’de tek taraflı olarak kendi topraklarına kattığı, 73 savaşında Suriye tarafından geri alınmaya çalışılan, 6 Gün Savaşında 1967’de Golan Tepelerini işgal eden İsrail, Suriye nükleer programının peşine düşmüştü! Tıpkı 1981’de, Irak’ın Osirak nükleer reaktörünün peşine düşülmesi gibi.

Gerçekten durum bu muydu? Zihinler bu konuda hala berrak değil. Ne Saddam’ın ne de Esad’ın İsrail’in dile getirdiği ölçüde bir nükleer program kapasitesine sahip olmadıklarını biliyoruz. Tam da bundan dolayı İsrail ne Irak’ta ne de Suriye’de bir nükleer programı yok edemedi. Sadece programın başlaması için hazırlıklar yapılan fizibilite safhalarına saldırdı.

İsrail önce Mart 2007’de Suriye’nin Uluslararası Atom Enerjisi’ndeki temsilcisi İbrahim Osman’ın Viyana’daki evinden ‘çok hassas nükleer bilgiler’ elde ettiğini medyaya sızdırdı. Çok sürmeden Deyru’z Zor bölgesinde bir anda zuhur eden Kuzey Koreliler de medyada yer almaya başladı. Kuzey Korelilerin hikmeti, Türkiye’yi nisandan başlayıp ağustosa kadar meşgul eden beş ayın sonunda anlaşıldı. Antep ve Hatay’a 6 Eylül’de düşen yakıt tankları, Deyru’z Zor’daki nükleer reaktörü olduğu iddia edilen El-Kibar’a yapılan muallak İsrail saldırısından dönen uçaklara aitti.

Güney Hayfa’dan 5 Eylül gece yarısı kalkan İsrail uçakları Türkiye- Suriye sınırı boyunca uçarak, Suriye hava savunma sistemini felç etmişti. Suriye resmi haber ajansı, ertesi sabah, ‘Suriye hava savunma sisteminin İsrail ihlalini tespit ettiğini, hemen cevap verildiğini, savaş uçaklarının kimseye bir zarar vermeyecek şekilde mühimmatlarını çöle atarak kaçtıklarını’ duyuruyordu. İsrail yorum yapmıyor, CNN ‘Hizbullah’ın’, Washington Post ‘nükleer tesislerin’, Sunday Times ‘Kuzey Kore malzemeleriyle inşa edilen nükleer tesisin’ ve bazı Avrupa yayın organları ise ‘İran’ın finanse ettiği Kuzey Korelilerin çalıştığı nükleer tesisin’ vurulan hedef olduğunu söylüyorlardı.

Hedefin mahiyetine dair yaşanan kafa karışıklığı İsrail’in saldırılarına verilen ilk tepkilerde de devam etmekteydi. Arap ülkeler, Al-Ahram’ın ‘Arap dünyasının senkronize sessizliği’ dediği ‘ilginç bir sessizliğe’ gömüldüler. Bir tek Arap ülkesi bile, Arap dünyasının tepki verdiği tek konu olan İsrail’e, 6 Eylül saldırısından dolayı tepki vermedi. Mezkur derin sessizlik o dönemde tam anlamıyla tefsir edilemedi. 6 Eylül’ü izleyen aylarda resim yavaş yavaş netleşmeye başlamıştı.

12 Şubat 2008’de Hizbullah liderlerinden İmad Muğniye bir suikasta kurban gitti. Her ne kadar ilk tepkiler İsrail’e yöneldiyse de; Suriye denklemine biraz titiz bakabilen hemen her isim suikastın arkasında İsrail kadar Suriye’yi de konuşmaya başladı. Geçtiğimiz Temmuz ayında Özgür Suriye Ordusu’nun üstlendiği bombalı suikastla öldürülen, Beşar Esad’ın eniştesi Asıf Şevket’in ismi o dönemde sıkça speküle edildi. Şubat 2008 bir başka önemli olaya daha şahitlik edecekti. Esad, sadece dört ay önce ülkesini bombalayan İsrail’le Golan Tepeleri ve diğer bazı anlaşmazlıkları Türkiye’nin arabuluculuğunda görüşmeyi kabul etmişti. Bu görüşmeler İsrail’in 27 Aralık 2008 tarihinde Gazze’de girişeceği katliama kadar devam edecekti.

İSRAİL VE DEJA VU

Yukarıdaki kronolojiden sadece bir tek sonuç çıkabilir. Suriye’nin sessizliğinden, İsrail’in yorum bile yapmamasından, İran ve Hizbullah’ın retorik düzeyinde bile ne El-Kibar vakıasını ne de Muğniye’yi (hatta bu listeye İran açısından 1 Ağustos 2008’de İsrail tarafından Tartus’ta öldürülen Esad ailesinin ‘yakın dostu’ General Muhammed Süleyman’ı da ekleyebiliriz) fazlaca gündeme almamalarının arkasında İsrail- Suriye konforlu düşmanlığını aramak yanlış olmayacaktır. Başka bir ifade ile bombalama ve suikast marifetiyle İsrail’le müzakerenin önünün açılmasını görüyoruz. Müzakerenin önündeki iki ‘şarttan’ birini (kimyasal tesisleri) İsrail, diğerini (İmad Muğniye) ise Suriye’nin ortadan kaldırdığı iddia edilebilir.

30 Ocak Çarşamba günü de, tıpkı 6 Eylül 2007’de olduğu gibi, kimsenin tam olarak anlamlandıramadığı bir İsrail saldırısı Suriye gündemine düşüverdi. Yine Hizbullahlı, İsrailli, kimyasallı, füzeli bir ‘hikâyeler yığını’ önümüzde durmaktadır. Saldırının niye yapıldığı, niçin yapıldığı ve zamanlamasına dair sorulara verilen cevaplardan somut bir tablo çıkmamaktadır. Aktörlerin 2007 sessizliği 2013’e de taşındığından, cevaplardan daha fazla sorular zihinleri meşgul etmektedir.

Suriye isyanında Baas rejiminin ve arkasında duranların arzulayacağı şeylerin başında İsrail’in sürece müdahil olması gelmektedir. İsrail’in Hamas’ın terk ettiği Suriye’ye doğrudan müdahale etmesi uzak bir ihtimal olmakla beraber; Hizbullah’la yaşayacağı muhtemel bir çatışma, ‘direniş ekseninin’ yaşadığı meşruiyet krizine kanlı destek olabilir. Baas rejiminin yıllardır de facto güvenlik sağladığı konforlu düşmanı İsrail’in 2007’ye benzer bir şekilde farklı maceralara girmesi için uygun bir atmosferde bulunmamaktadır. 2007 saldırısı ve suikastlarını Gazze katliamı ve müzakerelerin çöküşü izlemiştir. 2013 saldırısını aynı mantık örgüsü içinde kurgulayan İsrail, 2012 Gazze yenilgisini telafi etmeye çalışabilir. Görünen o ki, İsrail’in Camp David Düzeninin çöktüğünü anlaması hiç de kolay olmayacak!

Sabah Perspektif, 2 Şubat 2012

Etiketler: