İsrail’e Dokunan Yanıyor!

Türkiye'nin soğuk savaş döneminde stratejik aklını yönettiğini düşünenler de, soğuk savaş sonrası kendilerini ABD ve bölgesel uzantılarının Türkiye şubesi rolüne sokmaya çalışanlar da İsrail faktörünü her zaman akıllarının bir tarafında tuttular.

Ne İsrail’in bölgede her taşın altında olduğunu; ne de İsrail’in bölgedeki hadiselerde pasif bir izleyici olduğunu düşünenlerdenim. İsrail bir taraftan kendi önceliklerini bölgede baskın trend haline getirmek için uğraşıyor; diğer taraftan ise ABD ile arasındaki koparılamaz “stratejik ittifak” sebebiyle ABD’nin bölgesel politikalarının bölge bayisi rolünü oynuyor. Bu sebepten sadece son on küsur senelik AK Parti iktidarı süresince değil, yarım asırı aşkın bir süredir Türkiye’dekiler de dâhil olmak üzere bölgedeki önemli gelişmelerde ya masada ya da perdenin arkasında kendisine yer buluyor.

Türkiye’nin soğuk savaş döneminde stratejik aklını yönettiğini düşünenler de, soğuk savaş sonrası kendilerini ABD ve bölgesel uzantılarının Türkiye şubesi rolüne sokmaya çalışanlar da İsrail faktörünü her zaman akıllarının bir tarafında tuttular. Bazen İsrail dinamiklerden sadece bir tanesi oldu, bazen İsrail’in öncelikleri ve hassasiyetleri oyun planının merkezine koyuldu.

Tarih 6 Eylül 1980. İsrail’in 23 Temmuz’da Kudüs’ü başkent ilan etmesinin akabinde AK Parti’nin ideolojik seleflerinden Milli Selamet Partisi, Konya’da “Kudüs’ü Kurtarma Mitingi” tertip eder. Necmettin Erbakan’ın da katıldığı mitingde 100 bin civarı katılımcı Kudüs’e sahip çıkar, İsrail’i lanetler. Taşınan Arapça “La ilahe illallah” pankartları, yakın dönemden de alışık olduğumuz üzere eski harfli cihat bayrakları olarak yaftalanır ve bir irtica yaygarası koparılır. Mitingden sadece 6 gün sonra 12 Eylül darbesi gerçekleşir. Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Ali Haydar Saltık düzenlediği basın toplantısında Konya mitingine gönderme yapar ve içindekileri döker: “Konya mitingi 12 Eylül’e gelinmesinde bardağı taşıran son damla olmuştur.”

Tarih 30 Ocak 1997. 12 Eylül darbesinden 17 sene sonra bu sefer Ankara’nın Sincan’ında bir Kudüs gecesi düzenlenir. İntifada’nın canlandırıldığı ve Hamas ve Lübnan Hizbullahı’nın liderlerinin posterlerinin asıldığı gece, şu an özgürlük havarisi kesilen “28 Şubat medyası” tarafından bir “terör” gecesi olarak resmedilir. Seviye yerlerdedir, Hamas bir terör örgütü, Hizbullah ise Türkiye’de “domuz bağlarıyla” bilinen Türkiye Hizbullah’ı olarak servis edilir. Birkaç gün sonra 4 Şubat’ta Zırhlı Birlikler’e bağlı tanklar Sincan’da gövde gösterisi yapar. Kudüs gecesi 28 Şubat darbesinin bir gerekçesi olarak kullanılır ve darbenin mimarlarından Çevik Bir 2002’de darbeyi anlattığı makalesinde “İsrail-Türkiye askeri ilişkilerini tehlikeye atamazdık” der.

2000’lerin başında Türkiye bölgeye ilişkin stratejisinde revizyona gider. Sivilleşen Türkiye İsrail’le ilişkileri 28 Şubat parantezinden kurtarmaya başlar. Dönüm noktası, Arap dünyasının belki de o zamana kadarki en adil seçimlerini kazanan Filistin Hamas Hareketi’nin Lideri Halid Meşal’in 16 Şubat 2006’da Türkiye’ye ziyarette bulunması olur. İsrail’in küresel ve Türkiye’deki tetikçileri dört bir koldan saldırıyı başlatır. Organize bir şekilde “eksen kayması” suçlaması başlar. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte o zaman Başdanışman olan Başbakan Ahmet Davutoğlu da artık hedeftedir.

MOSSAD’DAN SİTEM

27 Nisan 2007’de artan irtica tehlikesi merkezli e-muhtıra yayımlanır. Muhtıra yayımlayanların elinde patlar, darbe umutları bir süreliğine ertelenir. Wikileaks’te yer alan bir belgeye göre 17 Ağustos 2007’de ABD Dışişleri Müsteşarı Burns ile hasbihal eden Mossad Direktörü Meir Dagan sitemkâr bir şekilde ve bizdeki “ordu göreveciler” tonunda “Türk ordusu daha ne kadar sessiz kalacak?” der. Ordudan bazı klikler dener; başarılı olamaz.

Ardından seri halinde kırılma noktaları yaşanır. 29 Ocak 2009’da Başbakan Erdoğan “Oneminute” der. Küresel linç çetesi Türkiye’deki ortaklarıyla birlikte saldırır. İlginçtir Türkiye’deki yasadışı dinlemeler kronolojisinin kritik noktası 2009’dur. 17 Aralık failleri işareti almıştır. Zaman, kullanışlı olduğunu İsrail’e kanıtlama zamanıdır. Bu da yetmez, 31 Mayıs 2010’da Mavi Marmara baskını yapılır. Türk hükümeti “haddini aşmıştır”, zaman “had bildirme” zamanıdır. Zaman “otoriteden” izinsiz hareket edenlerin hesabını kesme zamanıdır. 17 Aralık failleri, Erdoğan’ın ve AK Parti hükümetinin kaleminin kırıldığını ve gemiyi spektaküler bir şekilde terk etmeleri gerektiğini düşünür. Dinlemeler, böcekler, sızmalar, yasadışı operasyonlar ardı arkasına gelir.

“MİSSİONFAİLED”

Ve tarih 7 Şubat 2012. Paralel yapıya “saldır” emri gelmiştir. Hedefteki isim Başbakan Erdoğan’a ulaşma yolundaki ilk engellerden MİT Müsteşarı Hakan Fidan’dır. Dönemin İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ın “Fidan İsrail’in çıkarlarına ters” dediği ve hedef gösterdiği Hakan Fidan. Önce Uludere, Fidan’a yıkılır. Ardından Oslo görüşmeleri sızdırılır, Fidan suçlu ilan edilir ve ifadeye çağrılır. Gel gelelim hükümet oyunu görür ve paralel yapı ilk doğrudan darbe girişimini başaramaz. Ardından Gezi olayları yaşanır, küresel linç devam eder. Sokak denenir, yine başarısızlıkla sonuçlanır. Ve nihayetinde 17-25 Aralık darbe girişimleri yaşanır. Paralel yapı, 2006 Meşal ziyaretinden beri aktif bir şekilde yer aldığı küresel linç safında son kurşunlarını atar. “Oneminute” sonrası yoğunlaşan çabalar, yine hükümet ve sırtını dayadığı milli iradeye takılır.

Seneler sonra yeni bir Wikileaks dalgası geldiğinde, 17-25 Aralık’a kadar uzanan başarısız girişimlere dair belgeleri okuduğumuzda belki de şöyle bir sitemkar ifadeyle karşılaşacağız: “Bizim çocuklar başaramadı.”

[Akşam, 2 Ocak 2015]

Etiketler: