IŞİD Tam Bir Truva Atı, Arkasında Baas, İran ve Rusya Var

Star gazetesinden Fadime Özkan'a konuşan SETA Ankara Dış Politika Direktörü Ufuk Ulutaş, IŞİD'in Suriye'ye sokulmuş bir Truva atı ve arkasında Baas, İran ve Rusya'nın olduğu düşüncesinde.

Suriye’de savaşın başlamasından 2,5 yıl sonra taraflar ilk kez buluştu. Ne dersiniz bir çözüm çıkacak mı Cenevre-2’den?

Cenevre-2’nin yapılmasının sebebi Cenevre-1’in başarısız olmasıydı. İlkinin başarısızlığa uğramasına sebep tüm dinamikler aslında Cenevre 2’de de var. Bütün benzer toplantılarda çünkü muhalifler toplantıya özellikle zayıf oturtuluyor.

Sonuç olarak mı böyle, kasten mi yoksa?

Kasten. Muhaliflerin masaya taviz vermeye hazır şekilde, diğer tarafın da eli güçlendirilerek oturtulduğunu düşünüyorum. Suriye’de de bu oluştu. Kimyasal silah kullanımından sonraki o anlaşma Baas rejiminin eline muazzam bir öldürme lisansı verdi.

ESED’E ÖLDÜRME LİSANSI VERİLDİ

“Kimyasalla öldürme de nasıl öldürürsen öldür” dendi yani?

Aynen. Hatta bir adım ileriye gidildi. Çok farklı Suriyeli muhaliflerden şunu dinledim: Amerikalıların temsilcisi açık şekilde “rejim bir daha kimyasal silah kullansa bile bizden oyun değiştirici bir müdahale beklemeyin, onun için gidin anlaşın” demiş. Muhalifler toplantıya bunu bilerek geldi. Rejim ise öldürme lisansını aldıktan sonra varil bombaları kullandı sistematik olarak. Rejimin varil bombası kullanımında büyük artış var, toplu katliamlar yapıyor. Bu birincisi. İkincisi ise liderlere yönelik saldırılar. Öyle nokta atışları yapıldı ki. Liderlerin nerede olduğu, nerede toplantı yaptığına ilişkin istihbaratların çoğu da PYD ve IŞİD üzerinden, muhalefet içine yerleştirilen rejim taraftarlarından geliyor. Toplantı yerlerini güvenlik açısından 5-6 kez değiştirmelerine rağmen beşinci yerde başlarına bir iş gelebiliyor.

SURİYELİ KÜRTLERİN ÇOĞUNLUĞU CENEVRE’DEYDİ

Zaten dağınık olan muhaliflerin masaya gelene dek yıldırılmasından başka, masada temsiliyetleri de eksik değil miydi, bu da bir sorun değil mi? PYD yoktu mesela. Gerçi muhalifler “gelseniz de yanımıza değil rejimin yanına oturabilirsiniz” demişti ama…

Muhaliflerin dediği doğru çünkü PYD özellikle kimyasal kullanımından sonra açıkça rejimle çalışmaya devam etti. Bazı gelgitler yaşıyordu muhalefet kazanabilir mi diye. Kimyasal silah sonrasındaki dönemde rejim kazanacak diye düşündü ve rejimi seçti. Masada muhaliflerin yanında zaten olamazdı. Fakat masada Kürtler var. Şu an Suriye Ulusal Koalisyonunun başkan yardımcısı Suriye Kürt Ulusal Koalisyonunun da başkanı. Yani Suriye Kürtlerinin büyük yüzdesi Cenevre-2’de temsil edildi.

İRAN SURİYE’DE BİLFİİL SAVAŞIYOR

Suriye’de aktif bir aktör olan İran da yoktu masada. Cenevre’den bağlayıcı bir karar çıksa bile sahada uygulanma imkânı olacak mı bu şartlarda?

Doğru, İran’ın masada olması gerekiyordu. Basite indirgersek sorunu, aşağıdan birileriyle konuşmaktansa yukardan birileriyle konuşmak daha iyidir. Çünkü İran en başından beri hem finansal, hem askeri, hem zihin olarak sahada… Ateşkes arzulanıyorsa İran’ın da irade koyması gerekiyor. İran Suriye’deki savaşın sıcak bir tarafı.

Bunu en iyi muhaliflerin bilmesi gerekmiyor mu? İran gelmesin, gelirse biz yokuz diyenler muhalifler.

İran biraz hassas bir konu muhalifler açısından. Muhaliflerin psikolojisini çok iyi biliyorum. Bu süreçte İran’ın muhalifler nezdinde itibarını düzlüğe çıkarması mümkün değil. Muhalifler İran’ı bütün bu sorunun, savaşın açıkça kaynağı olarak görüyorlar. Ki öyle. Bu savaşın bu kadar uzamasının, bu kadar çok insanın ölmesinin Suriye rejimiyle birlikte en büyük müsebbibi. 

ESED’İN ORDUSUNDA SURİYELİ ASKER YOK

Suriye ordusundaki 300 bin askerin savaştaki 37 bin ölüm ve muhalifler cephesine geçiş nedeniyle 3’te bir oranında eridiği, rejimin de açığını İranlı milisler ve Hizbullah sayesinde kapattığı ne derece doğru?

Kapalı bir rejim olan Suriye’nin asker sayısının ne olduğunu bilmek pek mümkün değil. 300 bin zaten şişirme olabilir ama şu bir gerçek. Sahada savaşan muhalifler ve karşılarında da Esad için savaşan askerler var. Muhalifler kendileriyle savaşanların Suriye askeri olmadığını söylüyorlar. Savaşanlar büyük oranda Irak’tan gelen Şiiler, Şii dünyasının farklı yerlerinden gelen milisler ve Lübnan sınırından gelen Hizbullah ve yabancı lejyonerler.

KORELİ’NİN UKRAYNALI’NIN SURİYE’DE İŞİ NE?

Lejyonerler arasında kimler var?

Kuzey Korelilerden Ukraynalılara kadar. Muhtemelen Rusya istihbaratı üzerinden işe alınan, para verilen ve araziye sürülen savaşçılar.

Kim finanse ediyor, organize ediyor bunları? Rusya mı?

O konuda net bilgim yok. Ama sahada eski doğu bloğu ülkelerden gelen milisler olduğunu söylüyor muhalifler. Sadece söylenen de değil tabi. Bir yer ele geçirilince orada bulunan pasaportların görüntülerinden de anlayabiliyoruz bunu. Hatta Özgür Suriye Ordusuyla IŞİD arasındaki mücadeleden sonra ele geçen pasaportlarda şüphe doğuracak destination içeren durumlar da vardı. Mısırlı olup önce İran’a sonra Türkiye’ye sonra Suriye’ye geçenler var.

FOTOĞRAFLAR GERÇEK, ETKİ YARATACAKTIR

Haziran 2012’de yapılan Cenevre-1’den çözüm çıkmadı. Cenevre-2 Mayıs 2013’te yapılacaktı yapılamadı, ertelene ertelene nihayet başladı ama savaş sürdü, ölü sayısı 150 bini aştı! Ve yine kimse umutlu değil. Üstelik Cenevre-2 öncesinde yayınlanan sistematik işkence fotoğrafları da yeterince etkili olmuş görünmüyor. Neden böyle oldu, ne olacak?

Zamanlama manidar ama bunda yanlış bir şey yok. Suriye’de yaşanan insanlık dramına daha geniş dikkati çekmek için önemliydi, yapıldı. Önemli olan fotoğrafların raporu değil, fotoğraflar. Çünkü gerçekler. Şüphe götürmeyecek şekilde Baas rejiminin katliamlarını ortaya seriyor. Bu kimseyi de şaşırtmıyor. Her şey zaten işkenceyle başlamıştı. 2011 Mart ayında Dera’da duvara sadece “halk nizamın yıkılmasını istiyor” yazdılar diye çocuklar işkenceyle öldürüldü. Birkaç ay sonra Mayıs 2011’de Suriye devriminin belki de en sembol ismi 13 yaşında Hamza El-Hatip ağır işkenceyle öldürüldü ve cesedi evinin önüne bırakıldı. Suriye rejimiyle işkence o kadar iç içe geçmiş iki kavram ki zaten. Bu görüntülerin o yüzden kamuoyunda gerçek manada karşılık bulması biraz vakit alacak. Srebrenitsa’da da böyle olmuştu. Aktörlerin pozisyonları o kadar sabit ki, hızlı u dönüşleri beklemek doğru olmaz.

AİLELERİNİ KORUMAK İÇİN SİLAH ALDILAR ELLERİNE

Bu fotoğraflar en azından, Suriye’ye bakıp “Ee n’apalım bir tarafta işkence eden rejim var öbür yanda da kafa kesen ciğer dişleyen muhalifler. Şiddetin bir dengesi var, hangi birini tutalım ki” diyenlere “kardeşim sistematik işkence yapan, savaş suçu işleyen bir devlet!” denmesini sağladı mı peki?

Şunu görmek lazım: Başından böyle bir denge zaten yoktu, ama varmış gibi bir algı yerleştirme çabası vardı. Suriye krizi başından beri asimetrik bir çatışma. Bir tarafta nizami bir ordu var bütün imkanlarıyla, İran’ın finansal askeri, Rusya’nın askeri ve diplomatik desteğiyle, Irak merkezi hükümetinin ve İran’ın bölgedeki temsilcisi Hizbullah’ın desteğiyle muazzam bir askeri güce sahip rejim. Karşısında ise mücadele eden bir halk var. Özgür Suriye Ordusu ya da İslam Cephesi–şu an sahadaki en büyük grup- yüzde 90’ı sivil insanlardan oluşuyor. 2011’e kadar berber, dişçi, esnaf olan sıradan insanlar. Öldürülen Tevhid Tugayı Lideri Abdulkadir Salih Halepli bir tüccardı mesela. Ellerine silah almaya devrimden sonra başlamış, kendilerini korumak ailelerini savunmak için. Bu asimetri başından beri var.

SURİYE’DEKİ SAVAŞ DA ŞİDDET DE ASİMETRİK

Şu an askeri durum ne, tam olarak? 

Asimetri hala devam ediyor. Rejim elindeki ağır silahları, özellikle hava üstünlüğünü, açık şekilde kullanıyor. Şiddet de bununla orantılı. Rejim şiddetin en tepe noktasını kendisi üretiyor. Muhalefete yapılan suçlamalara baktığımızda da her şey dönüp dolaşıp IŞİD ve El-Kaide’ye geliyor. Bazı istihbarat örgütleri adam yerleştirmişler açık biçimde. Bakıyorsunuz mesela IŞİD içerisinde kimler var diye. Irak’taki hapishanelerden gönderilenler var. Soçi olimpiyatları var, buradan uzak durun diye Rusya’dan Suriye’ye neredeyse business class biletlerle gönderilenler var. Suriye muhalefetinin bütününü suçlamak için kullanılan o şiddeti bu insanların işlediğini görüyoruz. İslam Cephesi’nin veya Özgür Suriye Ordusunun bu tür olaylara girmediğini biliyoruz görüyoruz ama aksi yönde bir algı oluşturulmaya çalışılıyor.

ALGI ÜRETEN İKİ GRUP VAR

Bu algı Türkiye’de nasıl oluştu diye baktığımızda: Üç yıldır, yani Suriye’de savaş henüz başlamışken, muhalifler eline doğru dürüst silah dahi almamışken bazı gazetecilerin, stratejistlerin, siyasilerin, bölge uzmanı diye bilinenlerin ısrarla “Esed masum, muhalifler terörist” teması işlediğini görebiliyoruz. Onlar kim aslında, bunu niye yapıyorlar? Bu algı çalışmasında yanılarak mı yer alıyorlar yoksa basbayağı “profesyonel” bir ilişki mi söz konusu?

İki grup var algı üretmeye çalışan ya da istemese de algı üretimine hizmet eden. Birincisi bilerek yapıyor. Ya kendilerini Baas rejimini savunmayı bir görev addetmişler, ideolojik bağlantıları olabilir, bir takım maddi ya da başka bağlantıları olabilir. Suriye meselesini Hükümetin politikalarını eleştirmek için hazine olarak görenlerse bu yolla hükümete karşı siyasi operasyon yapmak isteyenler. Bunlar kötü niyetliler. İkinci kısım ise tabiri caizse cahiller. Suriye meselesi gösterdi ki uluslar arası ilişkilerci vesaire diye konuşan, Ortadoğu’yu bildiğini söyleyenler arasında muazzam bir cahillik var. Hem kitabiler ama kitabi bilgileri de eksik. Hem de sahadan çok kopuklar. Suriye’de ne oluyor, Suriye’de kim var bilmiyorlar. İki fotoğraf göstersek ve bunların hangisi muhaliflerden hangisi rejimin savaşçısı diye sorsak ayırt edemezler. Tipoloji benzer çünkü. Uzun sakal kısa bıyık başlarını kazıtıyorlar, asker kıyafeti. Esed’le birlikte savaşanlarda da benzer tipler var. Şii milislerden de tetiğe basarken Allahu Ekber diyenler var. 

Siz neye bakıp tespit ediyorsunuz kimin kim olduğunu?

Yakın takip bunu kolaylaştırıyor. Konuşmalarındaki aksandan ayırt edilebilir, farklı bölgelerden gelenler anlaşılabilir. Videoları yayarken işledikleri temalara bakarak ayırt edilebilirler. Ayrıntılara ve kullandıkları sembollere bakılabilir. Örneğin, İslami grupların çoğu siyah zeminde “Lailaheillallah” yazılı bayrak kullanıyorlar. Fakat farklı tarzlarda. Örneğin, bunların hangisi IŞİD’in hangisi Nusra’nın anlamak için ancak yakın takiple bilebilirsiniz. Bugün bunlara bakmadan sakallı ve tetiğe basarken Allah Ekber diyenlerin hepsini radikalmiş gibi gösterme ve buna göre algılatma yargılatma çabası var.

MUHALİFLERİN NİYE GÜÇLÜ BİR LİDERİ YOK

Cenevre hazırlık toplantıları gösterdi ki 90 civarı muhalif grup var. Bir araya gelememeleri işleri zorlaştırıyor. Ve doğrusu Suriye’nin geleceğine ilişkin belirsizliği de artırıyor. Muhalefetin birleşmesi mümkün mü, değil mi?

Ben muhaliflerin yaptığı toplantıları ilk başından itibaren yakın takip ediyorum. İçlerinde dindarlar da var, sekülerler var. Haleplisi var, Şamlısı var, Derizorlusu var. İçerde yaşayanı var, diasporadan geleni var. Arabı var, Kürdü var, Türkmeni var, Süryanisi var. Bu farklılıklara bir de siyasi tecrübe yokluğu eklenince muhalefetin Ulusal Koalisyonu kurmasını ve iyi kötü muhafaza etmesini bile başarı olarak görmek mümkün.

Muhalefetin siyasi diplomatik tecrübesinin ve bir liderinin olmaması da sorun galiba?

Zaten şu anda ateşli bir çatışma var ve böylesi bir dönemde kuvvetli siyasiler de çıkmıyor çıkamıyor. Şu an Suriye muhalefetinin en güçlü isimleri kim dediğimizde Zahran Alluş, Hassan Abbud gibi askeri isimlerden bahsederim. Siyasiler askeri isimlerin gölgesinde kalıyor, çatışma sürdüğü için.

AMERİKA SUSTU MUHALİFLER PARÇALANDI

Sonuç itibariyle Muhalifler, Cenevre-2’de ilk kez uluslar arası toplumun önüne çıkmış oldu. Suriye muhalefeti Suriye’nin geleceği demek aynı zamanda. Bölgeyi dizayn edenler veya Esedsiz çözüm arayanlar ya da vaktin birinde buna razı olacak olanlar açısından Suriye muhalefeti Cenevre’de nasıl bir fotoğraf verdi?

Aslında Suriye muhalefeti Cenevre toplantısına parçalanarak gittiler. Ana tartışma şuydu: Bizim bu toplantıya katılmamızın bir amacı, anlamı var mı? Yok diyenlerle, var diyenler arasında bir ayrılık oldu. Yaklaşık 40 kişilik bir grup daha önce ulusal koalisyondaki üyeliklerini askıya aldılar. Başkan Ahmet Cerbe etrafında toplanan ve Suudi Arabistan’a biraz daha yakın olanlardan bir grup katılalım dedi ama onlar bile üç dört kere fikir değiştirdiler. Ve sonunda katılmaya karar verdiler. Uluslararası toplumdan katılmaları yönünde baskı vardı, barış masasından kaçıyor imajını vermek istemediler. Askeri kanat ise Cenevre-2’de Suriye halkı için somut önerecekleri bir şey yok, o yüzden katılmaya da gerek yok diyorlardı. Başta Amerika olmak üzere uluslar arası toplum Suriye’de çözüm için hiçbir olumlu mesaj vermedi. O mesaj verilmiş olsaydı muhalefetin tamamı da Cenevre’ye gelmek isterdi. Bütün bu aktörler nihayetinde bir konuda birleşiyorlar: Suriye’de bir geçiş dönemi olmalı ve geçiş döneminde Esad ve Esad’ın etrafındaki kimse olmamalı. Sonradan revizyona uğrasa da geçişi sağlayacak bir çekirdek kadronun oluşturulmalı. Bunun bir takım şartları ve uluslar arası toplumun yapması gerekenler var.

RUSYA İSTEDİĞİNİ ALDI, POZİSYON DEĞİŞTİREBİLİR

Reel duruma bakınca: Ne Rusya, ne İran, ne Çin Esad’ın arkasından çekilecek gibi ne de Amerika dahil Batı bu konuda sonucu değiştirecek bir tutum alacak gibi görünmüyor. Savaşta rejimin yenilmesi ya da direnişin bitmesi de öyle. Yani sürdürülemez görünen bu durum pekâlâ böyle sürüp gidebilir! Ama insanlar ölüyor, çok fena şeyler oluyor. Bu durumda mümküne bakıp; ateşkesin başlaması, Esadlı ya da Esadsız rejimin yönetimden tedricen çekilmesini sağlayacak ara bir formülde anlaşılamaz mı?

Şu aşamada biraz zor. Bir, bir buçuk yıl önce olabilirdi hatta isimler bile anıldı, Faruk El Şara gibi. Bu noktada Çin, Rusya ve İran üçlüsünün tamamıyla aynı pozisyonda olduklarını düşünmüyorum. Çin etkisiz bir aktör, Rusya’ya göre belirliyor pozisyonunu. Suriye’ye yönelik stratejik gereksinimler içinde değil. Rusya bütün sıkıntılarına rağmen kamuoyu yeterince baskı yaptığı, başta Amerika, Suriye meselesine cidden çözmek için yaklaştığında pozisyonunda değişiklikler yapabilecek bir ülke. Çünkü Rusya Suriye’de almak istediği her şeyi aldı.

Ne aldı Rusya Suriye’den?

Ortadoğu’da güçlü sözü geçilen bir aktör olarak adını yerleştirdi. Sovyetlerin dağılmasından sonraki dönemde Rusya’nın Ortadoğu’daki varlığı ciddi manada sorgulanır haldeydi. Bir askeri üssü vardı Suriye’de, o da bakımsız kimsenin gelip gitmediği bir yer. Şu an ama Suriye dahil Ortadoğu’daki pek çok gelişmede kapısı çalınacak bir ülke olmayı başardı. Alacağını aldı. Bu noktadan sonra krizi devam ettirmek Rusya’nın da çok işine gelmeyecek. Bu sebepten gerekli şartlar sağlanırsa BM’de alınacak bir kararı destekleyebilir.

İRAN ESED KADAR SORUMLU

Ya İran?

İran bu saatten sonra ne yaparsa yapsın Suriye’de dökülen kandaki payını temizleyemez. Şu açıdan da mümkün değil. İran bu bölgede. Bölgede savaşan bir aktör. Ve krizin bu kadar sürmesinin Esed rejimiyle birlikte müsebbibi. Rejim düşerse İran da buradan zararlı çıkacak. Dolayısıyla ya kazanacaksın ya kaybedeceksin durumu. Sıfır toplamlı bir oyun içerisinde.

AMERİKA RUSYA’YA YALVARIR DURUMDA

Obama yönetimi İran ile bir ilişki düzlemi oluşturmaya çalışıyor, Tahran’da ABD büyükelçiliğin tekrar açılmasından bahsedilen günlere geldik! Ve Rusya ile de işbirliğini artırmak istiyor Obama. Bunun ABD’nin tutumuna ve Suriye’ye yansımasına ne olur?

Tutumuna göre durum değişir. Ama Amerika’nın Suriye’deki temel tutumu krizi başka aktörlere devretmesi. Öyle bir pozisyon oluştu ki, Rusya’ya yalvarır hale geldi, bir çözüm bul, ben seni destekleyeyim diye. Kimyasal silah kullanımından sonraki anlaşma Amerika’nın itmesiyle Rusya tarafından bulundu. Özellikle Obama’nın ikinci dönemini yansıtan bir yaklaşım tarzı bu. Ortadoğu’daki krizlere doğrudan müdahale etmeme, hep dolaylı yollardan gitme ve işlerin gerçekten sarpa sardığı kritik noktalarda müdahale etme politikası var.

AMERİKA, REJİMİ DENGE POLİTİKASIYLA DESTEKLİYOR

Böylece zayıflayan imajını yeniden kurma parlatma politikası bir anlamda?

Evet, kriz yönetimi böyle. Mısır’da da böyle oldu. Fakat şöyle söylememeliyiz. Ben Amerika’yı Suriye’de müdahaleci bir devlet olarak görüyorum. Genel kanı Amerika Suriye’nin dostlarının bir parçası, muhalefete destek veriyor” tarzıdır ama durum bu değil. Kimyasal silah, kırmızıçizgim diyorsunuz, kimyasal silah kullanımından bin küsur insan hayatını kaybediyor ve siz Amerika olarak hiçbir şey yapmayarak Baas rejimine en büyük desteği veriyorsunuz. Diğer taraftan muhalifler Şam’ın banliyölerinde ilerleme kaydederken birden ikmal yolları kapanıyor.

Esed’i desteklemek için mi yapıyor bunu?

Bu tür müdahalelerle Esed’i desteklemekten çok bir denge kuruyor, bunu koruyor. Çünkü bir tarafta Esed varsa diğer tarafta da Amerika’nın çok hoşuna gitmeyen muhalif gruplar var. O yüzden iki tarafın da istediğini alamayacağı bir senaryoya Amerika daha yatkın. Ne bir tarafı ne diğer tarafı destekliyor.

SEKÜLER MUHALİF ARAYIŞINA GİRDİLER

Ama krize müdahale etmeyerek bugün hiç hoşlanmadığı, bahane ettiği muhalefeti de kendisi yarattı, orada buna müsait bir zemin oluşmasını sağladı?

Buna katılıyorum kesinlikle. Bugünkü Suriye’nin en büyük müsebbibi başta ABD olmak üzere uluslar arası toplum. Bu biraz kendi kendini doğrulayan bir kehanet gibi. Amerikan medyası batı medyası etrafta daha doğru dürüst 50-100 tane El-Kaide mensubu varken muhalefeti El-Kaide üzerinden yargılamaya başladılar. Radikalleşmenin sebebi belli: Savaşın devam etmesi ve uluslar arası toplumun duyarsızlığı. Radikal unsurların Körfezden aldıkları düzenli destekle sahaya girmeleri ve halk nezdinde bunlar iyi savaşıyor, bunlar bizi korur demesi. Bosna’da ve Çeçenistan’da da böyle oldu. Fakat ben Amerika’nın Suriye’ye baktığında hoşlanmadığı tek resmin El-Kaide olduğunu düşünmüyorum. Orada bir El-Kaide gerçeği var ama Suriye’de sahada asıl savaşanlar İslam Cephesi. İslam Cephesi her kesimden Suriyeliyi barındıran organik bir cephe. Ben Amerika’nın İslam Cephesi’nden de çok rahatsız olduğunu düşünüyorum. O kadar ki raporlar hazırlandı, seküler muhalif arayışına girildi ki bulalım destekleyelim diye.

IŞİD TAM BİR TRUVA ATI

IŞİD’i açalım özellikle. Irak Şam İslam Cephesi nasıl peyda oldu aniden ve El-Kaide’yle birlikte Batı kamuoyu için Esed’in yaptıklarını meşrulaştıran bir faktör haline nasıl geliverdi? Doğal bir süreç mi bu, yapılan bir durum mu?

Kesinlikle doğal değil. Sadece Suriye’de de değil. Bütün İslam coğrafyasında kriz olan yerlerde meşru olan mücadeleyi varlığıyla gayri meşru hale getiriyor. Bütün meşru muhalif hareket bir avuç El-Kaide nedeniyle gayri meşru hale getirilmeye çalışılıyor, ve bunlar kullanılıyor statükocu güçler tarafından. Suriye’de El-Nusra vardı, Şam’da bombalama olunca rejim de “bakın ben İslamcı teröristlere karşı savaşıyorum” mesajı verme imkânı doğdu. Ardından bu IŞİD dediğimiz olgu, El-kaide lideri Zevahiri’ye rağmen girdi Suriye’ye. Zevahiri “bizim Suriye’deki temsilcimiz El-Nusra, siz Irak’ta kalın Suriye’ye girmeyin” dedi. IŞİD truva atı gibi.

IŞİD’İN ARKASINDA REJİM, İRAN VE RUSYA VAR

IŞİD ne yapıyor Suriye’de?

Muhalefetin ele geçirdiği bölgeleri onlardan alıp orada kendi hakimiyetini kurmaya çalışıyor. Tekfir faaliyetleri sürüyor, muhalifleri tekfir ediyor. Aldıkları vazifeyi yerine getirmek için beraber çalıştıklarını bile öldüren insanlar bunlar. Homojen bir yapı da değil IŞİD.

El Kaide’nin geneli böyle aslında. Aralarında çok farklı gruplar var. Farklı coğrafyalardan farklı duygularla gelip IŞİD’e katılanlar var. Ben geçen Ramazan ayından beri yazıp çiziyorum, IŞİD denilen örgütün Suriye’ye girmesinde, buradaki aktivitelerinde Baas rejiminin, İran ve Rus istihbaratının ciddi bağlantıları var. Hem Suriye devrimcilerden rejime, hem rejimden muhaliflere istihbarat taşıması hem muhaliflere savaşacak ekstra cepheler açması anlamında ve nihayetinde muhalefete fiziksel zarar vermeleri anlamında. Muhalefettin bin küsur insan hayatını kaybetti. IŞİD muhalifler içine Truva atı olarak yerleştirilmiş bir şey.

IŞİD ÇOK TEHLİKELİ BİR ORGANİZASYON

Suriye’nin durumu bundan sonra IŞİD’in olmadığı bir denklemde konuşamayız, Suriye’nin geleceğinde IŞİD olacak denebilir mi peki?

IŞİD hala baş edilemeyecek bir aktör değil. Muhalefet gücünün hala bir kısmıyla savaşıyor. Çünkü hâlihazırda rejimle devam eden bir savaş var. Muhalifler bir taraftan rejimin güçleriyle savaşıyor bir taraftan da IŞİD’in açtığı cephelerde savaşıyor. Enerjisinin bir kısmını sarf ediyor. Rejimle savaşın bittiği noktada ben muhalefetin IŞİD sorununu ortadan kaldırabileceğini düşünüyorum. IŞİD kesinlikle dikkat edilmesi gereken bir örgüt. Mesihçi bir kuvvetli inancı olan, bir emirle kendini bir yerlerde patlatabilecek insanlardan oluşan bir organizasyon. IŞİD’çiler bomba yüklü yeleklerle dolaşıyorlar. Kesinlikle tehlikeli bir organizasyon.

SURİYE’NİN GELECEĞİ MASADA DEĞİL SAHADA

Bu tehlike Türkiye için de geçerli. Sonuçta Türkiye Suriye sınırı en uzun sınırımız, 910 kilometre. İki ülke halkları akraba. Bir milyona yakın mülteciyi ağırlıyoruz. Yer yer sınırı aşan bir ateş bu. Gelişmeler Türkiye’yi her şekilde zaten yakından ilgilendiriyor lakin birileri Türkiye bu işe karışmasın derken bir yandan da adını El-Kaide ile bitiştirmeye çalışıyor. Asıl sebep ne? Suriye’nin geleceğinin belirleneceği düzlemden mi itmeye çalışıyorlar Türkiye’yi? Ve zayıf mı Türkiye Cenevre’deki masada? 

Buna çabalayan aktörler var fakat Suriye’nin kaderi Cenevre’de belirlenmeyecek. Suriye’nin kaderi sahadaki insanlar belirlenecek. Cenevre’de alınacak kararların hayata geçmesi için sahada olumlu bir karşılık görmesi gerekiyor. Yaklaşık üç yıldır Türkiye’nin muhaliflere açık bir desteği söz konusu. Ve muhalifler –hangi grupla konuşursanız konuşun- iki ülkeden bahsediyorlar: Katar ve Türkiye bize samimi olarak imkanları doğrultusunda destek veren iki ülke. Gelinen noktada muhalefet barış sürecinin bir parçası olacaksa ki aksi durum düşünülemez Türkiye ve Katar’ı dışarı itmek mümkün değil. Muhalifleri itmeniz gerekir. Muhalifleri iterseniz de barış sağlayamazsınız zaten. Bu sebepten Türkiye Suriye’nin geleceğinde belirleyici rol oynayacak.

Ama IŞİD de muhalifleri deforme ediyor?

Bu kararı uygulayacak olan IŞİD değil. IŞİD işin küçük bir parçası. İslam cephesi, özgür Suriye ordusu ve Suriye’nin organik cepheleri parçaları, yani Suriyeliler. IŞİD Suriyeli değil zaten. Ama İslam Cephesi Suriyeli. Yabancı savaşçılar istisna. 

KATAR VE TÜRKİYE HANGİ PAYDADA ORTAK?

Katar ile Türkiye’nin Suriye konusunda tutumu da, gerekçeleri de ne kadar aynı olabilir? Savaş bizim bölgemizde ve ateş bizi de yakıyor. Ayrıca mezhep savaşına dönüşsün diye ekilen tohumlar kök salma riski taşıyor?

Elbette ama Katar ile Türkiye arasındaki tutum benzerliği var. Katar Türkiye’nin pozisyonuna en yakın ülke. Suudi Arabistan’la Suriye’de yakın ama mesela Mısır’da farklı tutumlara sahibiz. Savaşın bir an önce bitmesi ve Esad’ın gitmesi anlamında ortak tutuma sahipler. Körfez ülkeleriyle Türkiye bu konuda bir nevi asgari müştereklerde birleşmiş durumda. Zaten şu noktada savaş çok fazla da seçme şansın yok. Öncelik var, kanın durdurulması.

PYD’NİN POZİSYONU IŞİD GİBİ

PYD’ye gelelim. PYD daha önce de özerklik ilan etmişti ama Türkiye “muhaliflerin içinde kal, oldubittiye kalkışma, Esed gittikten sonra onlarla birlikte karar verirsiniz Suriye’nin geleceğine” diyordu. Ama Cenevre-2 öncesinde Esedsiz bir Suriye oluşacağı kaygısıyla acil özerklik ilan etti. Bu ilanın Suriye’deki duruma, Türkiye’nin PYD ile ilişkisine ve çözüm sürecine etkisi ne olur?

PYD ile IŞİD benzeşiyor aslında. IŞİD muhaliflerin ele geçirdiği topraklarda yer kapmaya çalışmasının bir benzerini PYD yapıyor. Rejim bir yerden çekilirken bir takım ekipmanlarını PYD için bırakması gibi aynı şeyi şimdi de IŞİD için yapıyor. Her ikisini de muhaliflere karşı destekliyor. Bu açıkça ortada. Bir Baas istihbarat binasını ele geçiriyor PYD ve binaya girer girmez yaptığı ilk şey binadaki bütün arşivleri yakmak oluyor. Bu ilişki artık kapanamaz üstü örtülemez bir düzeyde. IŞİD için söylediğim şeyler PYD için de geçerli. Kriz ortamından istifade ederek kendileri için kantonlar oluşturma derdindeler. Bunun mümkün olmasının en büyük sebebi krizin savaşın devam etmesi, muhaliflerin rejimle savaşıyor enerjilerini orada harcarken bir de PYD ile uğraşmak istememesi ve üçüncüsü PYD’nin Suriyeli Kürtler arasında elinde silah olan nadir gruplardan olması. Bizim sınır şehirlerinde görebilirsiniz mesela, Suriye’den kaçan Suriyeli Kürtlerin birçoğunun kaçma sebebinin PYD olduğunu görürsünüz. PYD Suriyeli Kürtlere de kendi iktidarını kabul ettirmek için üzerlerinde baskı kurması. IŞİD nasıl diğer muhalif grupları tekfir ediyorsa farklı bir versiyonunu da PYD Kürtlere yapıyor.

PYD GELECEKTE SIKINTI YAŞAYACAK

Türkiye ilişkisine gelirsek?

Eğer Suriye’de çözüm muhaliflerin lehine gelişirse ben ertesi saban PYD lideri Salih Müslim’in Ankara’nın kapısında bekliyor olacağını düşünüyorum. Çünkü şu anki performansı nedeniyle, yeni şekillenecek Suriye’de PYD ciddi bir sıkıntı yaşayacak.

Neden?

Kuzey Irak gibi bir lüksleri, muazzam ekonomik güçleri yok. Uluslar arası konjonktür orada bir kanton oluşturup orada yaşamalarına müsaade etmiyor. Bir tarafta muhalifler var, diğer tarafta Türkiye. Kendi kendine yetecek bir ekonomik yapıya sahip olmayınca da böylesi bir bölgede tost olmuş şekilde nasıl devam edebilirler ki? Kuzey Irak’a baksanız ve oranın ekonomik imkanlarını düşünseniz bile bu işin Türkiye’nin oluru olmadan olabilmesinin mümkün olmadığını da görürsünüz. Türkiye Suriyeli Kürtlerle ilişki içinde. Çoğunluğu temsil eden Suriye Kürt ulusal konseyiyle iyi ilişkiler içinde. Burada PYD ile ilgili bir parantez açıyor, bunun nedeni PYD’nin Esed ile işbirliği yapıyor olması.

BAN Kİ MOON’UN DİPLOMATİK BECERİSİ

Cenevre-2 toplantısına İran’ın önce çağrılıp sonra gelme denmesi, toplantıda yaşananlar… BM genel sekreteri Ban Ki Moon’un sorun çözme, öngörme, diplomatik becerisinin sorgulanmasına yol açar mı dersiniz?

Başarısızlığının en büyük sebebi BM’nin mevcut yapısı. Sadece Ban ki Moon da değil aslında sürece dahil olan, Kofi Annan da bir plan geliştirmişti ama o da başarısız oldu. Cenevre açılış toplantısında Muallim’in 34 dakika konuşması, onu susturamaması, kendince salondaki herkesi güldüren “Suriye devleti sözlerini tutar” tarzı ifadelerinin olması gibi şeyler bir gösterge olsa da asıl sorun, sorunların çözülmesi konusunda BM genel yapısının Başkana büyük bir iktidar tevdi etmiyor olması.

[Söyleşi: Fadime Özkan, Star, 27 Ocak 2014]

Etiketler: