Bakıyorum İran'daki iç karışıklıklar bazılarımızda bir tür "oh olsun" tepkisi uyandırıyor. Fevkalade yanlış, fevkalade sakıncalı bir tutum bu. İran'ın 2010 sonrasındaki politikalarını eleştirmek başka bir şey, dış güçlerin İran'ı dizayn etme çabasına destek olmak başka bir şey. Güney sınırımızda üç ülke var. Suriye, Irak ve İran. Önce Irak parçalandı, sonra Suriye. Şimdi de İran parçalanmak isteniyor. Esasında hedef, sessiz sedasız bir yönetim değişikliği meydana getirmek. Ancak bunun olmayacağını, eğer bir sokak kalkışmasıyla yönetim değişikliği meydana gelirse bunu kanlı bir iç savaşın izleyeceğini hepimiz biliyoruz. Bunu bu kirli operasyonun arkasında yer alan güçler de biliyor. İran'da yaşananlar bölgeyi istikrarsızlaştırma projesinin bir ürünü. İran'da ortaya çıkacak bir iç savaş doğrudan bize maliyet üretir. İsrail'e ise son derece geniş bir manevra alanı açar. Ötesi yok. 2010'dan bu yana birileri kendi kurmadığımız oyunlara bizi dahil etmek istiyor. "Oyuna dahil etmek" dediysem, bizi sahaya sokmadan kenarda tutuyor, ama nasılsa o oyunun galibi olacağımıza bizi ikna etmeye çalışıyorlar. Suriye'de ilk dönemde olan buydu. Kuzey Irak'ta da az kalsın aynı senaryo hayata geçecekti. Şimdi İran'da benzer bir oyun oynanıyor. Bu oyunu biz kurmadık. Kimin kurduğunu biliyoruz. Ve bu oyun bize zarar getirecek bir oyun. O yüzden bir kere daha bu oyunu bozmak zorundayız. Ayrıca bugün Türkiye, İran ve Rusya'nın bölgede geliştirdiği işbirliğinin ne denli somut sonuçlar ürettiği ortada. Bu durumda Türkiye neden İran'ın ve bölgenin istikrarsızlaştırılması projesine destek versin. Bir de lütfen şunu unutmayalım. Türkiye bir kabile devleti değil. Bu ülkenin dış politikası güttüğü kan davalarına göre de şekillenmiyor. Türk dış politikası çok şükür ki realist bir perspektifle hareket ediyor.
***
HÜSAMETTİN ARSLAN'IN ARDINDAN... Dün sabah acı bir haber aldım. Hocam Prof. Dr. Hüsamettin Arslan'ın vefat ettiğini öğrendim. 62 yaşındaydı. Kısa bir süre önce çaresiz bir hastalığa yakalandığını duymuştum. Şimdi de ölüm haberi geldi. Onu bundan tam 23 yıl önce tanıdım. Deli doluydu. Zehir gibi bir zekâsı vardı. Durmadan okurdu. Çok iyi konuşur, çok iyi yazardı. Kendi kıt imkânlarıyla Türkiye yayıncılığında önemli bir boşluğu dolduran Paradigma Yayınları'nı kurdu. Birçok önemli eseri bizzat kendisi tercüme etti. Tam bir fikir insanıydı Hüsamettin Hoca. Şimdilerde entelektüel geçinen birçok mukallit züppenin aksine bu ülke için dertlenen, bu millet için tefekkür eden biriydi. Zor zamanlarda çıktı ve konuştu. Birçok titrek akademisyenin tersine susmadı, korkmadı, mahalle baskısına yenik düşmedi. Bu vatanın ne anlama geldiğini, Tayyip Erdoğan'ın mücadelesinin ne denli kıymetli bir mücadele olduğunu iyi biliyordu. Hüsamettin Hoca bize gönderdiği ve henüz yayınlanmamış olan yazısını şu cümlelerle bitirmişti: "Erdoğan ve AK Parti'nin talebi eleştiriden değil, bel-altı küfür ve hakaretten muafiyettalebidir. Eleştiri yetisinden mahrum olanlar küfrederler; küfür ve hakaret eleştirinin olmadığı yerde işbaşındadır. Bir politik partinin icraatlarının tümünü reddetmek politik 'toptancılık'tır; hiçbir şey toptan iyi ve toptan kötü değildir; ve toptancılık küfürdür. Toptancılar katmerli yalancılardır." Allah mekânını cennet eylesin, gani gani rahmet etsin...
[Sabah, 3 Ocak 2018].