İki Avrupa ve Türkiye

Türkiye açısından AB sürecinin en önemli belirleyicisi Türkiye ve AB'nin önümüzdeki 15 yıl içerisinde nerede olacaklarıyla ilgili perspektifleri olacak. Türkiye'nin eksen değiştirdiği iddiaları ile ilgili tartışmalara rağmen, Türkiye'nin ufkunda AB perspektifi yerini korumakta. Türkiye'nin yönü ile ilgili tartışmaların büyük bölümü ideolojik ve politik algılamalardan hareketle yapılmakta. Türkiye açısından AB sürecinin en önemli belirleyicisi Türkiye ve AB'nin önümüzdeki 15 yıl içerisinde nerede olacaklarıyla ilgili perspektifleri olacak. Türkiye'nin eksen değiştirdiği iddiaları ile ilgili tartışmalara rağmen, Türkiye'nin ufkunda AB perspektifi yerini korumakta. Türkiye'nin yönü ile ilgili tartışmaların büyük bölümü ideolojik ve politik algılamalardan hareketle yapılmakta.

Türkiye açısından AB sürecinin en önemli belirleyicisi Türkiye ve AB’nin önümüzdeki 15 yıl içerisinde nerede olacaklarıyla ilgili perspektifleri olacak. Türkiye’nin eksen değiştirdiği iddiaları ile ilgili tartışmalara rağmen, Türkiye’nin ufkunda AB perspektifi yerini korumakta. Türkiye’nin yönü ile ilgili tartışmaların büyük bölümü ideolojik ve politik algılamalardan hareketle yapılmakta. Türkiye açısından AB sürecinin en önemli belirleyicisi Türkiye ve AB’nin önümüzdeki 15 yıl içerisinde nerede olacaklarıyla ilgili perspektifleri olacak. Türkiye’nin eksen değiştirdiği iddiaları ile ilgili tartışmalara rağmen, Türkiye’nin ufkunda AB perspektifi yerini korumakta. Türkiye’nin yönü ile ilgili tartışmaların büyük bölümü ideolojik ve politik algılamalardan hareketle yapılmakta.

Eksen tartışmalarının realist çerçevede gerçekleşen bölümü dikkate alınmaya değer gözüküyor. Türkiye’nin dış politikasının küresel kriz ortamında hedeflerine nasıl ulaşacağı ile mevcut anlayış ve yöntemlerle sürdürülebilir olup olmadığı anlamlı bir tartışma. Türk dış politikasında gözlemlenen Erdoğan-Davutoğlu uyumu Türkiye’nin geleceğini AB’nin geleceği ile birlikte görüyor. Başbakan Erdoğan’ın söylemiyle Türkiye etrafındaki ülkeleri AB standardına getirme gayretleriyle şimdiden AB’ye katkı yapmaya başladı. AB’nin önümüzdeki 15 yıl ile ilgili gelecek perspektifi aynı şekilde önem taşıyor. Ancak 27 üyeli birliğin kritik aşamalardan geçtiği bu günlerde AB’nin geleceğini tartışmak pek kolay değil. Aslında kabaca iki Avrupa’dan bahsedebiliriz. Birincisi merkezine barışı alan, değerler üzerinden kurulmuş ve küresel ölçekte istikrar ve kalkınmaya katkı sağlayan Avrupa. Bu Avrupa birey eksenli çoğulcu yönetim ve hukuk modelleriyle ulus-devletleri dönüştürmeyi hedefliyor. AB’yi kuran değerler gözlüğü ile bakıldığında ekonomi ve dış politika barışın hizmetinde ve barış için risk alabilen bir kurgudan bahsediyoruz. Son tahlilde heyecan uyandıran bir proje söz konusu.

Ancak son dönemde Anayasa, AB Başkanı ve Dışişleri Bakanı seçimleri süreçlerine bakıldığında farklı bir Avrupa imajı karşımıza çıkıyor. Bu Avrupa oldukça heyecansız, durağan, inisiyatif alamayan ve kendi sığınağı içinde kalmayı tercih eden bir görüntü veriyor. Birliğe Başkan ve Dışişleri Bakanı seçim süreçlerini, AB standartları içinde hayal kırıklığı düzeyinde gerçekleştiren tam da bu Avrupa. Aynı Avrupa dış politikada bekle ve gör taktiği izliyor. Krizler ve hatta savaşlar karşısında bile konuşmayı ve beklemeyi tercih ediyor.

İkili Brüksel imajı İkili AB imajı büyük oranda AB’nin kuruluş ilke ve hedeflerinden görece sapmalarla ortaya çıkıyor. AB üyelik sürecinde olmayan ülkelere vize kolaylıkları tanınırken, süreç içerisinde yer alan bir ülkeye aynı konuda farklı davranılması çokça vurgulanan AB değerlerini tartışmalı hale getiriyor. AB projesi bir anlamda Avrupa siyasal düşüncesinde merkezi pozisyona sahip kendinden olmayana düşmanlık üzerinden gelişen aşırı milliyetçiliğe son verme girişimidir.

Bu bağlamda insanlığa iki dünya savaşı hediye eden anlayış için aynı dönemde ortaya çıkan iki esere bakmak yeterli. Makyavelli tarafından yazılan Prens ve Kınalızade tarafından yazılan Ahlâk-ı Alâî 16. yüzyılda ortaya çıkan birbirine paralel konuları ele alan iki çalışma. Her iki kitap hükümdara tavsiyelerde bulunan birer siyasetname niteliği taşıyor. Makyavelli’nin tarihten ve yaşadığı dönemden verdiği örnekler ve tavsiyeler, sınırlı Avrupa tarihi bağlamından beslenmekte. Kınalızade ise kitabında Aristo ve Eflatun’a yaptığı göndermelerle sürekliliğe ve kuşatıcı bir zihniyete işaret ediyor.

Geçen zaman içinde, Avrupa’nın düşünsel kökenlerini sadece Hıristiyan-Yahudi geleneğine dayandıran anlayışa, AB projesi ile ince ayar yapılmaya çalışıldı. Avrupa coğrafyası bu proje ile çok merkezli ve çok kültürlü bir “Avrupalıların Cumhuriyeti” imkânını yakaladı. Ancak ekonomiyi merkeze alan Anayasa ve kültürel çifte standart uygulamaları Makyavelli’nin Prensine geri dönüşü çağrıştırıyor.

15 yıl sonrası ile ilgili bir perspektifi olmayan Avrupa’nın küresel bir gündemi de yok. Brüksel’de beraber olduğumuz Dışişleri Bakanı Davutoğlu İstanbul Center’ın organize ettiği kokteylde yarım saat içerisinde İngiltere Dışişleri Bakanı Miliband, Afganistan Cumhurbaşkanı Karzai ve Lübnan Başbakanı Hariri ile konuştu. Başbakan Erdoğan küresel bir lider olma yönünde güçlü adımlarla ilerliyor.

Birinci Avrupa, Türkiye’nin rolünü ve önemini anlıyor. Türkiye gücünün sınırlarının farkında ve limitlerini biliyor. Ancak sınırlı imkânlarına rağmen tam anlamıyla küresel bir gündeme sahip. Zihin ufku sınırlı diğer Avrupa’nın Türkiye algısı ve politikaları sorunlu. Türkiye’de Avrupa’ya rağmen AB sürecini sabırla sürdürme iradesi var. Buna rağmen Türkiye’nin işi bu iki Avrupa arasında gün geçtikçe zorlaşıyor.

Sabah – 23.12.2009

Etiketler: