HDP İçin Hesap Verme Vakti

Demirtaş, 7 Haziran’a gidilirken kullanılan “halklar” ifadesinden “halk” ifadesine geçiş dışında, yani “Türkiyelilik” siyasetinden “Pankürdist” bir siyasete evrilmeyi bir kez daha somutlaştırmaktan başka, yeniden bir halk ayaklanması çağrısını dillendirmektedir.

AK Parti döneminde Kürt sorunu formel olarak bir “işbirliği sorunu” özelliği taşıdı. Bu işbirliği sorunu Fransız düşünür Jean-Jacques Rousseau’nun “geyik avı” olarak tanımladığı bir ikileme dayanır. Buna göre bir avcı grubu dağda karınlarını doyurmak ve hayatta kalmak için bir geyiğe pusu kurar. Geyik herkesi doyuracak ölçüde büyüktür. Ancak geyiğin yakalanabilmesi için herkesin koordineli bir şekilde hareket etmesi, yerini terketmemesi gerekir. Ancak dağda aynı zamanda tavşanlar da vardır. Tavşan küçük bir av olduğu için sadece bir kişiyi doyurabilir, lakin tek bir kişi tarafından da yakalanabilir bir hedeftir. Bu ayartıcı durum avcılardan birinin, diğerlerinin de benzer şekilde davranacağını düşünerek, pusuda yerini bırakıp tavşanın peşine düşmesine yol açar. Böylece ortak çıkarlar yerine kendi çıkarlarını merkeze alarak gruba ihanet eden avcı kendi karnını az da olsa doyururken, diğerlerinin ise aç kalmasına sebep olur.

Karamsar bir tablo çizen bu hipotetik durum tekrarlandığında, geçmişteki tavırlar nedeniyle avcılar arasında bir güven eksikliği sorunu ortaya çıkar. İşbirliğinin zemini ortadan kalktıktan sonra herkes kendi başına tavşanların peşine düşer ve geyik bir türlü avlanamaz. Geyik artık bir hedef olmaktan uzaklaşır. Meseleyi biraz daha ileri götürdüğümüzde ise, dağda herkes için yeterince tavşan kalmadığında grup içi çatışma patlak verir, avcılar silahlarını birbirine doğrultur. Bu iç çatışmada avcı grubuna ilk ihanet edenin, yani geyiği bırakıp tavşanın peşine ilk düşen avcının cezalandırılmasının herkes tarafından meşru görülmesi kesindir. Aktörlerin birbirini düşman olarak algıladığı ve tek karar vericinin çıplak güç olduğu bu yeni durumda zayıf ve grubun dış halkasında kalanlar en ağır şekilde cezalandırılır. Gerçekten de günün sonunda kendi çıkarlarının peşine düşerek içinde bulunduğu topluluğa savaş açanların adalet çağrıları ve mağduriyet yakarışları sağır kulaklarda çınlamakla kalır.

PKK-HDP’NİN HEDEF ‘KÜÇÜLTMESİ’

Türkiye pratiğine döndüğümüzde, AK Parti’nin başlattığı çözüm sürecinde Kürt sorununun çözümü için soruna taraf olan aktörlerin “geyiği” avlamaya odaklanmaları kararlaştırılmıştı. Bu karşılıklı güveni gerektiriyordu. AK Parti büyük uğraşlar sonucunda toplumun önemli bir kesimini ve bazı siyasi aktörleri bu hedefe razı etmişti, bir güven ortamı oluşturabilmişti. Geyik metaforunun temsil ettiği bu ortak hedef, bir yandan ülke içinde siyasi topluluğun yeniden tanımlanarak demokratikleştirilmesi ve sınırlarının genişletilmesi diğer yandan da bölgesel anlamda post-Vestfalyan bir düzene geçişe yönelik somut adımların atılmasıydı. Tek cümleyle ülkenin enerjisini emen ve adaletsizlik yaratan bu sorun, ülkenin genleşmesi ve bölgenin dönüşmesi perspektifi içerisinde çözülecekti. 2013 Nevruzunda Diyarbakır’da coşkulu bir kalabalığa okunan Abdullah Öcalan’ın mektubu AK Parti’nin uzattığı elin karşılıksız kalmayacağının açık bir ilanıydı. Yine, hemen bu olayın akabinde bu işbirliğini hedef alan Gezi olaylarında başarılı bir imtihan verilmişti.

PKK-HDP’li siyasiler her ne kadar daha sonraki süreçte orada olduklarını -en azından ruhen- ve destek vermeyerek hata ettiklerini defalarca dillendirseler de, AK Parti iktidarını devirmeye yönelik bu girişime mesafeli yaklaşmıştı.

Ancak ne yazık ki bu durum uzun sürmedi. Kürt sosyolojisinde AK Parti ile birlikte önemli etkiye sahip PKK-HDP’nin zamanla açıklık kazanacak şekilde -ki bunun başlangıç noktası 2014 yılı 6-8 Ekim Kobani olaylarıydı- hedef değiştirerek, yani tavşanın peşine düşerek, işbirliğini bozdu. Artık hedef bölgeyi dönüştürmek yerine statüko içerisinde kendine bir yer edinmek, yani Türkiye, Suriye ve Irak topraklarını kapsayacak şekilde bölgede bağımsız bir Kürt ulus-devleti kurmak oldu. Bu çok şaşırtıcı değildi, keza PKK-HDP son kertede bölgede eski düzenin aktörleriydi ve eski yapısal şartlar yerli yerinde olduğu sürece varlığını devam ettirebilirdi. Örgüt içerisinde dönüşüme karşı olanların ağırlığını koymasıyla ve dış güçlerden alınan sözlerle bu siyasi yönelim daha da netlik kazandı. Şaşırtıcı olan PKK-HDP’nin bu “satış” hamlesinin hükümetin çok da zayıf olmadığı, siyasi iktidarı sıkı sıkıya elinde tuttuğu bir anda gelmiş olmasıydı.

AK PARTİ’NİN YENİ SİYASETİ

PKK-HDP’nin uzlaşıyı bozması -buna Gülen Cemaati ya da nam-ı diğer “paralel yapı” da eklenmelidir- sonucunda ülkedeki siyasi-toplumsal dönüşümün büyük aktörü konumundaki AK Parti büyük darbe aldı. Kürt sosyolojisinde Kobane gibi kritik bölgesel olayların ve AK Parti iktidarının süreci iyi yönetememesinin sonucunda PKK-HDP’ye sert destek kayması yaşandı. Ülke kamuoyunda ise AK Parti’nin toplumu soktuğu yola olan güven sarsıldı. Bu süreçte siyasi iktidarın yeterince sert davranmamasının, otorite boşluğuna müsaade etmesinin de toplumun bu olumsuz psikolojiye kapılmasında etkisi büyüktü. Bu sarsıntı 7 Haziran seçimlerinde AK Parti’nin ilk defa tek başına iktidar olamamasıyla neticelendi.

Dip noktayı gördükten sonra AK Parti, radikal kararlar alarak yeni bir siyasete geçiş yaptı. 7 Haziran-1 Kasım sürecinde taşları döşenen bu yeni siyaset peyderpey eyleme dökülmeye başlandı. Buna göre, siyasi topluluğun dönüşümünün büyük ölçüde durdurulması yoluna gidildi. Ayrıca, rüzgarın terse dönmesiyle iyice sönümlenen bölgesel dönüşüm hedefi de askıya alındı. Terörle mücadele süreciyle birlikte milliyetçi-güvenlikçi bir dil ağırlık kazanmaya başladı. Doğal olarak buna uygun yeni siyasi ittifaklar oluştu. Tam olarak tasfiye olmayan “eski Türkiye” aktörleriyle mesafe daraldı. Reform sürecinde söz konusu olan “geyiğin” avlanması artık -birçok nedenden dolayı- söz konusu değildi.

Elbette bu, Türkiye siyasi hayatında önemli bir kırılma olmakla birlikte, ülkenin fabrika ayarlarına dönmesi anlamı da taşımamaktadır. AK Parti’nin eski Türkiye’ye meydan okuması farklı bir boyut kazanmış oldu. Bu, AK Parti iktidarının ilk dönemlerine (2002-2010) damgasını vuran liberal çizgide devlete-düzene karşı özgürlükçü veya bunu takip eden dönemde (2010-2015) ağırlık kazanan ulus-devletin kurumsal sınırlarını zorlayan muhafazakar bir dönüşümü hedefleyen bir meydana okuma değildir. Burada söz konusu olan, ulus-devletin kurumsal sınırlarına dokunmadan ve onu sahiplenen içkin bir dönüşümün gerçekleştirilmesine geçiş yapılmasıdır. Keza kültürel alanda muhafazakar tandanslı politikaların, ekonomide “milli ve yerli” bir ekonomik modele doğru kayışın, siyasi-kurumsal anlamda başkanlık iddiasının canlı tutulmasının ve dış politika alanında Batı-karşıtı medeniyetçi dilin halen sürdürülmesi söz konusudur. Önümüzdeki süreçte, hangi politikalarla bu sürecin devam ettirileceği etrafında AK Parti ile yeni müttefikleri arasında bir uzlaşı çabasının daha da canlılık kazanacağını beklemek gerekir. Ancak şu var ki, bu yeni iktidar bloğunun Kürt meselesi ve paralel yapı konusunda ortak bir şekilde hareket ettiği ve tam bir fikir birliği içerisinde olduğu açıktır.

HESAPLAŞMA ZAMANI

Gerçekten de 1 Kasım sonrası başlayan yeni siyasi dönemde, iktidar ile ittifakı bozan PKK-HDP ve paralel yapının tam yol üzerine gidilmesi ve cezalandırılması süreci start aldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “dokunulmazlıkların kaldırılması terörle mücadelenin etkin bir aracıdır” açıklamasıyla işaret fişeğini yakmasıyla HDP’nin üzerine gidilmeye başlandı. Süreçte HDP, CHP’yi yanına çekerek bu süreci durdurmak için ön alıcı manevralar yapmış olsa da kamuoyunda terörle mücadelenin satın alınmış olması CHP’nin gönülsüz de olsa dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek vermesiyle sonuçlandı. Komisyon görüşmeleri sırasında yaşanan şiddet olayları da dokunulmazlıkların kaldırılması sürecini durdurmaya yetmedi. Medyaya yansıyan çirkin görüntüler parlamentoya olan güveni biraz daha sarsmaktan öte bir işe yaramadı.

Hesap verme sürecinin başladığını çok iyi bilen HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, dokunulmazlıkların kaldırılmasına yönelik anayasa değişikliğinin mecliste kabul edilmesinin ardından yaptığı ilk grup toplantısında “halk isterse birden fazla parlamento kurar” şeklinde bir açıklama yaptı. Haziran 2015’te başlayan “devrimci halk ayaklanması” çağrısını takip eden süreçte de Diyarbakır merkezli paralel bir parlamento kurma iddiaları gündeme gelmişti. O süreçte HDP, yüzde 13’le PKK çizgisindeki Kürt partilerinin tarihinde oy oranı açısından zirve noktasına ulaşmıştı. Günümüzde ise HDP’nin oy oranının yüzde 10 seçim barajının epeyi bir altında seyrettiği farklı kamuoyu araştırmalarınca ortaya konmaktadır. Bu somut veriler 7 Haziran’dan günümüze HDP’nin ne denli başarısız ve basiretsiz bir siyaset takip ettiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Ancak buna rağmen, yapılan açıklamalara bakıldığında HDP’nin siyasi stratejisinde herhangi bir değişiklik olmadığı gözlemlenmektedir. Keza Demirtaş grup toplantısında yaptığı açıklamalara “parlamentoları partiler değil, halk kurar ve halk isterse birden fazla parlamento da kurar. Halk böyledir. Eğer ki o noktaya getirmek arzusundaysalar şu grup, 59 kişiyle halkının yanında olur” şeklinde devam ediyordu. Bu çağrı, 7 Haziran seçimine gidilirken kullanılan “halklar” ifadesinden “halk” ifadesine geçiş dışında, yani farklılıkları kucaklayan “Türkiyelilik” siyasetinden ayrılıkçı ve tektipleştirici “Pankürdist” bir siyasete evrilmeyi bir kez daha somutlaştırmaktan başka, yeniden bir halk ayaklanması çağrısını dillendirmektedir. Bölge halkının, daha önceki ayaklanma çağrılarına yüz vermediği ve akabinde “hendek siyaseti” sonucu partiye ve örgüte oldukça tepkili olduğu bilinirken, halktan bir isyan beklentisi içerisine girmek HDP yönetiminin son gelişmelerle paniğe kapılarak gerçeklikle bağının ne denli zayıfladığını ve siyaseten nasıl bir acziyet içerisinde olduğunu göstermektedir.

Sonuç itibariyle, PKK-HDP açısından bakıldığında içinde bulunduğumuz süreç, PKK-HDP’nin hem “tavşan”ı elinden kaçırması hem de “geyik”ten vazgeçmesinin hukuki ve siyasi bedelini ödemeye başlaması sürecidir. Bu hesap verme sürecinin sosyolojik boyutunun da olacağı beklenmelidir. Kürt sosyolojisi ile örgüt arasında oluşan bu yabancılaşma, AK Parti iktidarı için PKK-HDP çizgisini siyaseten marjinalize etme ve kontrol edilebilir bir etki alanına hapsetme açısından altın bir fırsat sunmaktadır. AK Parti iktidarını korumak, genişletmek ve derinleştirmek istiyorsa bu fırsatı bu kez çok daha siyaseten sağduyulu bir şekilde değerlendirilmelidir.

[Star Açık Görüş, 7 Mayıs 2016]

Etiketler: