Gülen ve Takipçilerini Tanımlama Zor(unlu)luğu

Gülen ve takipçileri, her taşın altında örgüt, çete, vatan haini ve yolsuz aramaya ve bulmaya başladı. Açık ki, istihbarat ve güvenlik gündemiyle tepeden tırnağa hemhal olan bir oluşum, ne dini cemaat ne de sivil toplum örgütü hüviyeti taşır.

17 Aralık süreci Gülen Cemaatine ilişkin tanımlamalarımızı gözden geçirmemizi zorunlu kıldı. Doğuşundaki kaygılara, hareketin toplumsal dinamiklerine, samimi izleyicilerin gerekçelerine ve kullanılan terminolojiye bakılırsa Gülen cemaatinin dini bir cemaat olduğuna şüphe yok. Gülen ve izleyicileri, kendilerini toplumdaki diğer cemaatlerden ayrıştıran bir dile başvursa da, dini kavramlarla konuşuyor ve hizmetlerini dini duygularla gerekçelendiriyor. Ancak, Gülen ve takipçilerinin son birkaç yıldır gündemine aldığı başlıklar, girdiği ilişkiler ve cemaat sözcülerinin muhakeme tarzı, dini bir cemaat olarak nitelenme zorluğunu ortaya çıkardı.

Bu durum, Güleni ve cemaatini yeniden tanımlamayı zorunlu kılıyor. Gülen ve takipçileri bir dini cemaat mi, sivil toplum hareketi mi, siyasi bir hareket mi, paralel devlet örgütlenmesi mi, devleti ele geçirmeye çalışan bir örgüt mü?

GÜLEN’İN ÜÇ EVRESİ

Gülen cemaatinin gelişim dinamiklerine bakıldığında, her seferinde Gülen ve takipçilerinin hedef ve önceliklerinin değiştiği en az üç evreye işaret etmek mümkün. Gülen’in vaizlik göreviyle ilişkilendirilebilecek ilk dönemde, cemaatin klasik bir dini cemaat hüviyetine ve gündemine sahip olduğu söylenebilir. Gülen’in ülke çapındaki cami kürsülerinde dini vaazlar verdiği, cemaatin dini faaliyetlere, diğer cemaatlere benzer şekilde dindar bir nesil yetiştirmek üzere eğitim faaliyetlerine odaklandığı bu dönemde, Cemaat Gülen merkezli olsa da Nurcu bir cemaat kimliğini kaybetmemiştir.

1980’lerin sonlarından itibaren Gülen ve takipçileri, tedrici olarak dini cemaat kimliğini geride bırakıp bir sivil toplum hareketi formatına yakınlaşarak dönemin cazip kavramları olan dinlerarası diyalog ve hoşgörü söylemlerini benimsedi. Eğitim ve yardım gibi sivil faaliyetlere yoğunlaştı ve Türkiye sınırlarını aşarak uluslararası bir kimlik edindi. Bu dönemde de, kendi içinde olabildiğince ortodoks ve batıni bir dini cemaat oluşumunu sürdürürken, dışarıya karşı dini cemaat olmaktan mahcubiyet duyan, dini cemaatleri küçümseyen bir edayla kendisini sivil toplumun sempatik algısına uydurmaya çalışan bir strateji izledi.

28 Şubat sürecinden sonra Gülen ve takipçileri, bugün de etkisini sürdüren üçüncü kırılmayı yaşadı. Kırılmanın ilk evresi, Gülen ve önde gelen takipçilerinin ABD’ye yerleşmesiyle yaşandı. Bu dönemde cemaat, yurt dışı genişlemeye ve küresel odaklarla ilişki geliştirmeye ağırlık verdi. Kırılmanın ikinci evresi, AK Parti’nin vesayet sistemiyle mücadelesine destek vermeyle yaşandı. Bu dönemde, cemaatin gelişim dinamikleri üzerinde en fazla etkili olan gelişme, Gülen ve takipçilerinin emniyet ve yargıda güçlenmeleri oldu. Öteden beri, devletin stratejik kurumlarında -ordu, emniyet ve yargıda- örgütlenmeye önem atfeden Gülen, AK Parti’den aldığı siyasi destek ve vesayetle mücadele gündemiyle, müntesiplerinin yerleştikleri kurumlarda yükselerek stratejik bir mevki elde etmelerini sağladı. Özellikle 2007 sonrasında, Gülen takipçileri, Emniyetin ve yargının etkili istihbarat ve operasyonel birimlerinde bütün alternatif ekip ve aktörleri tasfiye ederek kurumların önceliklerini belirleyecek bir nüfuza kavuştu. Bürokrasi üzerindeki gücünü bir yandan rakip veya alternatif oluşumları zayıflatmak bir yandan da kendi oluşumunu her alanda büyütmek üzere kullandı.

Gülen ve takipçilerinin emniyet ve yargıda güçlenmesi, cemaatin öncelikler hiyerarşisini ve gelişim stratejisini radikal bir d

Etiketler: