Gezi Parkı: Bir Temsiliyet Krizi

İstanbul Gezi Parkı'nda yapılması planlanan çalışmaları protesto amacıyla 27 Mayıs günü küçük bir grup tarafından başlatılan eylemler, 31 Mayıs itibariyle yakın tarihin en büyük kitle hareketlerinden birine dönüştü.

Türkiye’nin farklı şehirlerinde ortaya çıkan protesto hareketleri, kentsel dönüşüm ve çevre odaklı gösterilerin kapsamını AK Parti iktidarında mağdur olduğunu hisseden tüm grupların taleplerini içerecek şekilde genişletti. Böylece ilk günlerinde kısıtlı bir gruba hitap eden eylemler, Haziran ayının ilk günlerinde sol muhalefetin tüm renklerinden insanlar için bir cazibe odağı oluşturdu. Siyaset kamuoyu açısından aniden ortaya çıkan bu kitle hareketi, bir tanımlama sorununu da beraberinde getirdi. Sokağa çıkan kitlenin karmaşık yapısı, protestoları kavramsallaştırma çabalarında Başbakan Erdoğan’ın üslubu ve kolluk kuvvetlerinin olaylara müdahale şekli gibi eylemcilerle ancak dolaylı yoldan ilişkili faktörlerin ön plana çıkmasına neden oldu. Öte yandan üslup ve aksiyon merkezli bu tartışmalar, ortada doğrudan doğruya Türkiye solunun geleceğini ilgilendiren bir süreç olduğu gerçeğini gözardı etmemelidir. Bu çerçevede Türkiye siyasetinde yeni bir organizma olarak Gezi Parkı protestolarının en doğru tanımı, Sol muhalefeti orantısız şekilde etkileyen bir temsiliyet krizi ile karşı karşıya olduğumuzdur. Gezi Parkı protestolarının niteliğine dair değerlendirmeler, kuşkusuz hükümetin kriz yönetimi konusunda çeşitli hatalar yaptığı gerçeğini gözardı etmemelidir. Eylemlerin kitleselleşmesinde ve şiddetle ilişkisinde kolluk kuvvetlerinin Gezi Parkı’ndaki göstericilere ait çadırların yakılmasını da kapsayan bir şekilde müdahale etmesi, AK Parti iktidarına karşı bazı çevrelerde uzun süredir biriken gerilimlerin sokağa yansımasında büyük rol oynamıştır. Sürecin ilk günlerinde hükümetin de eylemleri bir asayiş sorunu olarak değerlendirerek hareket ettiği not edilmelidir. Takip eden günlerde hükümet yetkililerinin İstanbul Gezi Parkı’na müdahale çabalarına son vererek diyalog kanallarını açması, daha önce hiyerarşik olmayan ve somut bir kurumsal angajmanı bulunmayan bir kitlesel gösteriyle karşılaşmayan hükümet açısından da Gezi Parkı protestolarının bir öğrenme süreci içerdiğini göstermektedir. Sonuç olarak Taksim Dayanışması’nın 15 Haziran Cumartesi günü parkın boşaltılmayacağını açıklaması üzerine kolluk kuvvetleri tarafından yapılan müdahale ile Gezi Parkı boşaltılmıştır. Bunun üzerine farklı kentlerde ve yerel düzeyde tartışma forumları kurularak hareketin bu aşamadan sonra izleyeceği strateji değerlendirilmeye başlanmıştır.

EYLEMCİLERİN KOMPOZİSYONU

Kamuoyunun Gezi Parkı protestolarını tanımlama çabası kapsamında ortaya koyduğu ilk çaba, eylemcilerin kimliklerini ve siyasi eğilimlerini anlamaya yönelik oldu. Geride kalan süreçte yapılan nicel çalışmalarda katılımcıların CHP ve BDP-Blok adayları başta olmak üzere, parlamenter Sol’un farklı temsilcilerini desteklediklerini ortaya koydu. Bu kapsamda kişisel gözlemlerimiz ışığında en az üç farklı kitlenin Gezi Parkı protestolarında yer aldığını söylememiz mümkün: Bunlardan ilki, kamuoyunda yer alan değerlendirmelerde en çok temsil edilen ve ‘90 kuşağı’ olarak tanımlanan grup oldu. Bu kategorinin tanımlanmasında yaş aralığı ön plana çıksa da asıl kastedilen, daha önce sokak gösterilerine katılmamış bir sınıfın Gezi Parkı sürecinde ilk kez siyasi temsili parlamenter sistemin dışında aramasıydı. Bu kitlenin Türkiye toplumunda Sol’a dair geleneksel önyargıları aşarak daha nötr (dolayısıyla daha kabul edilebilir) bir alan yaratması, Başbakan Erdoğan’ın 2 Haziran’da göstericileri tanımlamak için kullandığı ‘çapulcu’ ifadesinin de doğaçlama bir üst kimlik olarak kabul edilmesini beraberinde getirdi. Böylece aslında yeni bir Sol muhalefetin doğum sancılarını temsil eden hareket, tarihsel yükleri ve siyasi bağlamı olmaksızın nötr bir hareket olarak kodlanmış oldu. Bu kavramsallaştırma, Gezi Parkı hareketine 31 Mayıs ve sonrasında eklemlenen (1) alt sınıflar ve (2) devrimci Sol hareketlerin kamuoyu nezdinde temsilini çok sınırlı tuttu ve çevreci hareketten eşcinsellere Avrupa solunda bulduğu temsili Türkiye’de de arayan grupların söz hakkına dair tartışmaları ikinci plana atmış oldu.

MUHALEFET AÇIĞI

Peki birbirinden çok farklı siyasi öncelikleri ve dünya görüşleri olan bu grupların birlikte sokağa çıkmasını nasıl açıklamalıyız? Bu sorunun kısa cevabı, AK Parti’nin geride kalan on yıllık dönemde tartışılmaz bir hakimiyet kurduğu parlamenter siyaset alanında talep ve beklentilerin yeterince temsil edilemediği algısıdır. Bu kapsamda kamuoyunda ön plana çıkan hayat tarzı kaygılarının ötesinde başkanlık sistemi ve çözüm süreci gibi yapısal tartışmalarda muhalefetin söz sahibi olamadığı yönündeki hissiyat da göz önünde bulundurulmalıdır. Bu kapsamda 31 Mayıs’tan itibaren gündemi meşgul eden gösteriler, somut olarak iktidar partisini hedef alsa da aslında parlamenter muhalefet açısından da ciddi bir uyarı niteliği taşımaktadır. (Nitekim CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da parti olarak devletçi ve resmi söylemler ürettikleri algısını kıramadıklarını ifade ederek muhalefetin süreçten ders almaya çalıştığını ortaya koydu.) Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere katılımcıların ezici çoğunluğunun CHP seçmeni olduğu göz önünde bulundurulduğunda seçim barajından yerel yönetimlerin güçsüzlüğüne bir dizi yapısal sıkıntının, sandıkta elde edilen sonuçlara gölge düşürdüğünü tespit etmek gerekiyor. Bir başka deyişle gösteriler Başbakan Erdoğan’ın şahsına dair bir kampanyaya dönüşmekle birlikte aslında parlamenter siyasetin bir bütün olarak ve spontane şekilde eleştirilmesi anlamına gelmektedir. Gezi Parkı eylemlerinin 15 Haziran sonrasında yerelleşmesi ve siyasi tartışma zemininde yeniden kurgulanması ile birlikte yukarıda kısaca ifade etmeye çalıştığımız temsiliyet krizinin nasıl çözümleneceği tartışılmaya başlanmalıdır. Bu anlamda Gezi protestoları, 2000’li yıllarda karar alma yetkisini gayrımeşru şekilde kısıtlayan bazı yapıları tasfiye eden Türkiye demokrasisinin konsolide edilmesi açısından topyekun bir çabaya dikkat çekmektedir. (En somut anlamda 2007 Cumhuriyet mitingleri dahil siyasi aktörlüğünü ordunun sivil siyaset üzerindeki otoritesine delege eden bir kesimin -ki bu grup göstericilerin ancak bir kısmını temsil etmektedir- bugün kendisini sokağa çıkmak durumunda hissetmesi, doğrudan doğruya sivil siyaset alanının genişlemesi ile ilişkilendirilmelidir.) Sivil Anayasa tartışmaları ve açılımların yeniden başlaması başta olmak üzere siyaset gündemini bir süredir meşgul eden bir dizi mesele, Türkiye’ye bu yönde yürüme olanağını sunacak ve Gezi Parkı’nın sonucunda kazanan Türkiye demokrasisi olacaktır.

[Star Açık Görüş, 22 Haziran 2013]

Etiketler: