Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Girişimi!

Irak işgaliyle beraber, önceleri Yeni Amerikan Yüzyılı ekseninde yürüyen tartışmalar, Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika girişimine dönüşüverdi.

Körfez ya da Soğuk Savaş sonrası Amerikan marifetiyle sürdürülen de facto küresel siyasi ve iktisadi düzenin emniyet mekanizması oldukça basitti: Aktörler cari pozisyonlarını koruyacaklar.

Gerek ekonomi politik olarak gerekse de siyasi olarak bu kehanetin gerçekleşmeyeceği herkesin malumuydu. Ama 1990-2001 arasını, küresel siyasi boşlukla başka bir deyişle (neo) liberal küresel düzen arayışlarının ve globalizasyonun sonuçlarını tecrübe ederek geçirdik. Sistem karşıtı cılız sesler yükselse de, hâkim kanaat “tarihin sonu” eğiliminden çok uzakta değildi. İnsanlık tarihi karşısında kıymet-i harbiyesi olmayan bu halden oldukça sinematografik bir kâbusla önce ABD, ardından da dünya uyanıverdi. 11 Eylül 2001 saldırıları küresel siyasi ve iktisadi tartışmaların bir anda eksen değiştirmesine sebep oldu. Yaşlı yeryüzünde, küresel bir düzen olmadığı, hatta kurulmasının da oldukça sancılı olacağı gerçeği bir kez daha ortaya çıktı. Cari düzenin, 1945’te Amerika önderliğinde ve gölgesinde bir grup Kuzeyli tarafından kurulmasının maliyetinin, dünyanın geri kalan düzenleri ve aktörleri tarafından daha ne kadar taşınabileceği en meşru soru haline geldi. 11 Eylül saldırıları olduğunda, cari düzenin yürümeyeceğini en fazla hisseden, uydu yönetimler oldu. ABD ise kendisini oldukça ilginç bir tenakuzun içerisine soktu. Bir yandan uydu yönetimler ve suni bölgesel düzenlerin sürmesinin, devam eden Amerikan küresel sistemi için vazgeçilmez olduğunu biliyordu; öte yandan Kuzey Afrika’dan Kafkasya’ya yeni bir düzen tartışmasını başlattı.

Ortadoğu’nun kaderini kim belirleyecek?

Irak işgaliyle beraber, önceleri Yeni Amerikan Yüzyılı ekseninde yürüyen tartışmalar, bir anda neo-conların eliyle ismi konulmuş bir şekilde Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika girişimine dönüşüverdi. Neo-conların ilk döneminde müdahil olmayı düşündüğü bu bölge, dünyadaki birçok uydu bölgesel düzen gibi geçtiğimiz haftalarda hareketlenmeye başladı. Henüz bir devrimci dalgadan bahsetmek mümkün değil. Ama değişim tartışmalarının bundan sonra sakinleşmesi de mümkün değil.Aynı bölgenin post-kolonyal dönemi hitama erdirmek üzere kalkıştığı girişimler 1990’larda özelde Fransa, genelde ise Avrupa’nın da desteğiyle oldukça kanlı bir şekilde bastırılmış, yüz binlerce insanın hayatına mal olmuştu. Seçimleri kazanan siyasi partiler tasfiye edilmiş, demokratik yollarla mücadele vermeye kalkışan her hareket en sert şekilde bastırılmıştı.Bugün Kuzey Afrika’da yaşanan gelişmeler, genel anlamda demokrasi talebi olarak okunsa da bunu, eski post-kolonyal düzenden yeni bir düzene geçiş çabaları olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır.Kavga, post-kolonyal bir siyasi türevi bu bölgeye bir kez daha yerleştirme arzusunda olanlar ile yeni düzen arayışı içinde olanlar arasındadır.

Tunus domino etkisi yaratır mı?

Tunus ömrünü “Türkiye İran olmayacak” düzeyinde bir siyasi pespektifi halkına dayatan, ama ilk sistem karşıtı gerginlikte soluğu Fransa yerine, Suudi Arabistan’da alabilen bir lider tarafından çeyrek asırdır yönetilmekteydi. Devrik Tunus lideri oldukça tipik bir diktatördü. Yaşasaydı Saddam’dan baba Esad’a, bugün ise Mübarek’ten Abdullah’a tüm Kuzey Afrika, Ortadoğu, hatta bazı Kafkasya ülkelerindeki yönetimleri diken üstünde tutması oldukça anlaşılabilir. Aynı şekilde Tunus halkı ve çektikleri de mezkûr coğrafyanın yakinen bildikleri hikâyelerle dolu. Tam da bu sebepten “Tunus bir domino etkisi yaratır mı?” sorusu akla ilk gelen ve meşru olan bir soru. Hatta denilebilir ki, bölgesel düzen anlamında Kuzey Afrika, Ortadoğu’ya yaslanan bir jeopolitik karaktere sahip. Avrupa sömürge geçmişi bu hakikati bir süre kısmen askıya almış olsa da, 11 Eylül sonrası bölgenin kaderini belirleyecek eksen Ortadoğu üzerinden şekillenmesi beklenen bir neticedir.Ancak, Amerika’nın Ortadoğu ve Kafkasya jeopolitiğine dair kurgusu derin çelişkilerle yürümektedir.Bir taraftan İsrail’i merkeze alarak tahkim etmeye çalıştığı Ortadoğu politikası elini kolunu bağlayarak bölgedeki diktatörlere mecburiyet doğurmaktadır; diğer taraftan bölgesel güçlerle düzen kurucu rolü paylaşmak istememekte, İran ve İsrail üzerinden Türkiye ile gerilim yaşamaktadır. Bütün bu sorunlara rağmen, asıl olan cari bölgesel düzenin bu şekilde yürümeyeceğidir.

ABD İsrail üzerinden bölge ile konuşmaktan şimdi vazgeçerse, bölgesel düzene katkı vererek kurulmasını sağlayabilir. Aksi bir durumda ise, Kahire’siz, Amman’sız ve Ramallah’sız bir Tel Aviv üzerinden kiminle ne konuşacağını şimdiden hesaplamalı. Öyle ki ABD’nin dokuz yıl önce dile getirdiği Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika girişimi başlamışa benziyor.

29.01.2011-SABAH/Perspektif

Etiketler: