Küresel ve Bölgesel Aktörlerin Suriye Stratejileri


  • Tarih : 10/02/2016
  • Saat : 09:30 : 17:00
  • Yer : SETA İstanbul
  • Bitiş  : 10/02/2016
  • Adres : Defterdar Mah. Savaklar Caddesi. No:41-43

  • Moderatör :
  • Konuşmacılar :



     



sempozyumsayfabanner

09:30 – 10:00 Kayıt
10:00 – 10:15 Takdim Konuşması
Burhanettin Duran, SETA Genel Koordinatörü
10:15 – 11:00 Açılış Konuşması

 

11:15 – 12:45 ABD ve NATO’nun Suriye Stratejileri
1. Oturum
Oturum Başkanı Doç. Dr. Murat Yeşiltaş, SETA Güvenlik Araştırmaları Direktörü
Konuşmacılar
  • Prof. Dr. Çağrı Erhan, Kemerburgaz Üniversitesi Rektörü
  • Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu, MEF Üniversitesi
  • Prof. Dr. Gülnur Aybet, Bahçeşehir Üniversitesi
  • Doç. Dr. Kılıç Buğra Kanat, SETA Washington

 

13:45 – 15:15 AB, Rusya ve Çin’in Suriye Stratejileri
2. Oturum
Oturum Başkanı Yrd. Doç. Dr. Hasan Basri YALÇIN, SETA Güvenlik Araştırmaları, Araştırmacı
Konuşmacılar
  • Doç. Dr. Emre Erşen, Marmara Üniversitesi
  • Yrd. Doç. Dr. Aylin Ünver Noi, İstanbul Gedik Üniversitesi
  • Yrd. Doç. Dr. Gökçen Yavaş, Kocaeli Üniversitesi
  • Yrd. Doç. Dr. Enes Bayraklı, SETA Avrupa Araştırmaları, Direktör
  • Dr. Altay Atlı, USAK
15:30 – 17:00 Bölgesel Aktörlerin Suriye Stratejileri
3. Oturum
Oturum Başkanı Yrd. Doç. Dr. Talha Köse, SETA Güvenlik Araştırmaları, Araştırmacı
Konuşmacılar
  • Prof. Dr. Muhittin Ataman, SETA Ankara Genel Koordinatör Yardımcısı
  • Doç. Dr. İlyas Kemaloğlu, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
  • Yrd. Doç. Dr. Bayram Sinkaya, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
  • Ufuk Ulutaş, SETA Dış Politika Araştırmaları Direktörü
  • Öğr. Gör. Muhammed Mustafa Kulu, Selçuk Üniversitesi

 

Küresel ve Bölgesel Aktörlerin Suriye Stratejileri başlıklı sempozyum, SETA Genel Koordinatörü Prof. Dr. Burhanettin Duran’ın yaptığı açılış konuşmasıyla başladı. Duran konuşmasına sempozyumun düzenlenme sebebini belirterek giriş yaptı. Yaklaşık beş yıldır Suriye meselesi hakkında, neler olduğu ve neler olacağı üzerine birçok kesimin konuştuğunu belirten Duran, ancak sahada bulunan küresel ve bölgesel aktörlerin Suriye sorununa nasıl yaklaştıklarının bilinmesinin diğer tüm gündem maddeleri kadar önemli olduğunu vurguladı. Suriye sorununa dahli bulunan aktörlerin grand stratejilerini gözden geçirmenin, sürecin seyri açısından aydınlatıcı bir rol oynayacağını söyleyen Duran, sempozyumun amacının sıcak gündemi yorumlamak olmadığını, asıl amacın aktörlerin meseleye yaklaşımlarını açıklamak olduğunu belirtti.

“Arap Baharı” olarak adlandırılan süreçle birlikte Mısır, Tunus, Libya gibi ülkelerde eski diktatörlüklerin yerine İslami kökenli partilerin ve grupların iktidara gelmesinin hem bölgesel hem de küresel güçler düzeyinde kabul edilemez görüldüğünü belirten Duran, bu aktörlerin Mısır ve Tunus tecrübeleri sonrası Suriye krizini çözmeme ve hatta tırmandırma yoluna gittiklerini savundu. Duran, Mısır darbesinin ve karşı devrimlerin ABD ve Avrupa tarafından desteklenmesinin bunun en büyük kanıtı olduğunu belirtti. Suriye sorununun bu gelişmelerden bağımsız değerlendirilmesinin imkansız olduğunu belirten Duran, “Eğer Mısır, Libya ve Tunus tecrübeleri başarılı olsaydı, şu an Suriye krizi çoktan sonlanmış durumda olabilirdi” dedi.

Suriye krizinin kısa sürede sonlandırılamamasının bölgeyi büyük bir kaosa sürüklediğini vurgulayan Duran, bunun en çok Suriye krizinde görüldüğünü söyledi.

ABD’nin ve özellikle Obama yönetiminin Ortadoğu politikasının, bölgede yaşanan gelişmeler için belirleyici bir rolü olduğunu belirten Duran, aksi görüşlere karşın Obama yönetiminin bilinçli ve planlı bir Ortadoğu politikasıyla krize yaklaştığını vurguladı. Obama yönetiminin Irak’ta yaşananlardan ders alarak, “Kim Suriye krizine doğrudan müdahil olursa büyük bedeller ödemek zorunda kalır” yaklaşımıyla krize müdahil olmaktan kaçındığını ve bu politika gereği Rusya’nın Suriye’de fiilen bulunmasına ciddi bir tepki göstermediğini belirtti.

ABD’nin Suriye stratejisi farklı olsaydı, tarihin çok daha farklı bir şekilde yazılabileceğini düşündüğünü söyleyen Duran, “Süper gücün varlığı da bir derttir, yokluğu ise iki derttir” diyerek ABD’nin grand stratejisinin krizin seyri açısından kritik rolüne dikkatleri çekti.

ABD’nin bölgede sınırlı varlık göstererek yarattığı boşluğun bölgesel güçler arasında gerilimlere yol açtığını belirten Duran, PYD ve DAİŞ gibi devlet dışı aktörlerin bu boşluktan yararlandığını vurguladı.

“Sünni radikalizmin” sınırlanması yönündeki politikaların üzerine bir de nükleer anlaşma yapmış bir İran’ın yayılmacı role bürünmesinin bölge açısından ciddi krizler doğurduğunu vurgulayan Duran, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin İran ve Rusya’nın bu saldırgan politikalarından rahatsız olduğunu belirtti. Tüm bu gelişmelerden en kötü etkilenen ülkelerin başında Türkiye’nin geldiğinin altını çizen Duran, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı mülteci sorununa rağmen insani pozisyonunu bırakmadığını vurguladı. Türkiye’nin “güvenli bölge” talebinin bu sorunlara bir çözüm arayışı olarak ortaya çıktığını söyleyen Duran, Suriye meselesinin yeni Ortadoğu’nun nasıl şekilleneceğinin belirlenmesi için kilit bir konu olduğunu belirterek açış konuşmasını tamamladı.

11:15 – 12:45 ABD ve NATO’nun Suriye Stratejileri
1. Oturum
Oturum Başkanı Doç. Dr. Murat Yeşiltaş, SETA Güvenlik Araştırmaları Direktörü
Konuşmacılar
  • Prof. Dr. Çağrı Erhan, Kemerburgaz Üniversitesi Rektörü
  • Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu, MEF Üniversitesi
  • Prof. Dr. Gülnur Aybet, Bahçeşehir Üniversitesi
  • Doç. Dr. Kılıç Buğra Kanat, SETA Washington

Doç. Dr. Murat Yeşiltaş’ın moderatörlüğünde “ABD ve NATO’nun Suriye Stratejileri” başlıklı ilk oturumda, ABD’nin ve NATO’nun bölgeye ve özelde Suriye’ye yaklaşımı tartışılırken mülteci krizi, farklı tipte aktörlerin karşılıklı ilişkileri, değişen stratejik eğilimler noktasında değerlendirmelerde bulunuldu.

Bu oturumda Prof. Dr. Çağrı Erhan, ABD’nin son dönem Suriye politikasındaki değişikliklere dikkat çekerek, farklı gelişmelerin ABD’nin politikalarında değişimlere sebep olduğunu savundu. Erhan, “ABD başlangıçta Esed’in gitmesini dile getirirken şimdi artık 2017’ye kadar kalmasının gerektiğini söylüyor” dedi. Ayrıca, “ABD başkanlık seçimlerinde adayların söylemlerinde farklılaşan planları var” sözleriyle Kasım 2016’da yapılacak ABD başkanlık seçiminin soruna farklı bir boyut kazandırabileceğini belirtti. ABD’nin, Türkiye’ye karşı Suriye konusunda uzlaşmaz tavrına dikkat çeken Erhan, “ABD, Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesini kesinlikle istemiyor” ve “ABD, Türkiye’ye rağmen YPG’yi desteklemeye devam edecek” iddiasında bulundu. Bununla birlikte, “ABD Suriye’de, üniter yapı yerine Bosna modeli olan konfederal yapıyı empoze edecektir” ifadelerini kullanarak konuşmasını bitirdi.

Oturumun ikinci konuşmacısı olan Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu, genel itibarıyla Sovyetler Birliği ve NATO’nun tarihsel arka planlarına değinerek, uluslararası sistemin farklılaşmasının özelde Suriye’ye eğilen aktörleri nasıl etkilediği üzerinde durdu. Kibaroğlu, “Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte küresel alanda birçok dönüşüm ve olaylar gerçekleşmiştir” hatırlatmasını yaparak, yapısal değişikliklerin önemini sık sık yineledi. Ayrıca, NATO’nun dönüşümünü, “NATO hem felsefi hem kuvvet açısından kendini dönüştürmeyi hedeflemiştir” sözleriyle vurguladı. Kibaroğlu, “Terörle mücadelede en önemli unsur istihbarattır” tespitinin ardından, “İstihbarat paylaşımı sonrasında operasyonel olarak desteklenmelidir” sözleriyle operasyon yapma kapasitesinin önemini belirtti. Kibaroğlu, Türkiye özelinde, mülteci krizi için, “ABD ve Avrupa, Türkiye’nin mülteci sorununa karşı çözümlerine sürekli ayak diretti” diyerek, Türkiye’nin mülteci krizinde çözüm yollarının ABD ve Avrupa tarafından engellendiğini aktardı. Kibaroğlu, sistemin tarihsel arka planının gelecekte Türkiye’nin stratejik hamleleri üzerinde nasıl etkileri olabileceğine dair yorumlarda bulundu. Son olarak, Suriye özelinde uluslararası sistemin genel çerçevesini ve bu çerçevede Türkiye’nin üstlendiği ve üstlenmesi gerektiği roller üzerine argümanlarını sunarak konuşmasını sonlandırdı.

Oturumun üçüncü konuşmacısı Prof. Dr. Gülnur Aybet, konuşmasında Suriye krizinde NATO’nun faaliyetlerini ve stratejilerini dile getirdi. NATO’nun 2010 yılında stratejik konseptinden iki katmerli bir yapının ortaya çıktığını belirten Aybet, bir grup NATO ülkesinin NATO’nun global yapıya sahip olduğunu savunarak tüm çatışmalara etki edebileceklerini dile getirdiklerini, bir diğer grup NATO ülkesinin ise sadece NATO’ya mensup ülkelerin toprak bütünlüğünün savunulması gerektiğini vurguladıklarını belirtti. Suriye krizinde NATO’nun etkin bir role sahip olmadığını dile getiren Gülnur Aybet, NATO’nun askeri uçak destekğiyle birlikte DAİŞ’e karşı yapılan askeri hava operasyonlarının etkinliğinin artacağını belirtti.

Oturumun son konuşmacısı SETA Washington DC araştırmacısı olan Doç. Dr. Kılıç Buğra Kanat ise ABD’nin değişen ulusal güvenlik stratejisini ve bu bağlamda Suriye krizini ele aldı. ABD’nin çöküşü söylemlerinin yayıldığı bir dönemde Suriye kriziyle karşı karşıya kalındığını dile getiren Kanat, bu dönemde ABD dış politikasında yeni paradigmaların ve stratejilerin neler olacağı hakkında tartışmalar yapıldığını aktardı. ABD’nin öne çıkan yeni stratejisinin “yeniden mevzilenme” olarak adlandırılabileceğini belirten Kanat, bu stratejinin unsurlarından birisinin savunma harcamalarının kısılması üzerine olduğunu söyledi. Kanat, Obama’nın bu süreçte ABD’yi askeri bir operasyona dahil etmemeyi düşündüğünü ve Rusya ile “proxy war” mücadelesine girmeyerek yeni terör olaylarına maruz kalmak istemediğini dile getirdi.

 

13:45 – 15:15 AB, Rusya ve Çin’in Suriye Stratejileri
2. Oturum
Oturum Başkanı Yrd. Doç. Dr. Hasan Basri YALÇIN, SETA Güvenlik Araştırmaları, Araştırmacı
Konuşmacılar
  • Doç. Dr. Emre Erşen, Marmara Üniversitesi
  • Yrd. Doç. Dr. Aylin Ünver Noi, İstanbul Gedik Üniversitesi
  • Yrd. Doç. Dr. Gökçen Yavaş, Kocaeli Üniversitesi
  • Yrd. Doç. Dr. Enes Bayraklı, SETA Avrupa Araştırmaları, Direktör
  • Dr. Altay Atlı, USAK

Sempozyumun ikinci oturumu “AB, Rusya ve Çin’in Suriye Stratejileri” başlığıyla gerçekleştirildi. Oturumda SETA Güvenlik Araştırmaları Araştırmacısı ve İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Hasan Basri Yalçın moderatörlüğünde, Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emre Erşen, İstanbul Gedik Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Aylin Ünver Noi, Kocaeli Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Gökçen Yavaş, SETA Avrupa Araştırmaları Direktörü Yrd. Doç. Dr. Enes Bayraklı ve Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi ve USAK Araştırmacısı Dr. Altay Atlı’nın katılımlarıyla gerçekleşti.

Oturumun ilk konuşmacısı Doç. Dr. Emre Erşen, sözlerine Rusya’nın geçtiğimiz sene yaptığı hamleler ile Suriye üzerinde tartışmasız en önemli konumda yer aldığını söyleyerek başladı. Rusya’nın Suriye stratejisini belirlemek için üç farklı temel parametrenin bulunduğunu belirten Erşen; bunlardan ilk önemli parametrenin küresel düzey olduğunu ve bu açıdan bakıldığında NATO’nun sürekli olarak Rusya sınırlarına doğru büyümekte olduğunu, Ukrayna ve Kırım siyaseti dolayısıyla dünya siyasetinde yalnızlaşan Rusya için Suriye’nin tekrar dünya siyasetinde söz sahibi olması için kaçınılmaz bir fırsat sunduğunu vurguladı. İkinci parametre olarak bölgesel düzeye dikkat çeken Erşen, 1990’lı yıllarda pasif olan Rusya’nın 2000’li yıllarda tekrar büyük bir aktör olarak yükseldiğine değinerek İran’ın nükleer anlaşmasından sonra, Rusya ile İran’ın yakınlaşması için tek fırsatın Suriye olduğunu ve Rusya’nın da bu fırsatı çok iyi kullandığını belirtti. Erşen, üçüncü parametre olarak Rusya’nın ulusal düzeyde yaşadığı güvenlik problemlerine ve ekonomik sorunlara değinerek, Suriye konusunda yalnızca Rusya’daki radikal İslamcı kesimlerin etkileneceğini düşündüğünü fakat Rus vatandaşların dahi bu savaşa dahil olduklarına değindi. Son olarak Rusya’nın Suriye stratejisi ile birlikte ekonomik sıkıntılarını çözme fırsatı yakaladığı ve bunun yanında milliyetçi Rus halkını da mutlu ettiğini belirterek konuşmasına son verdi.

Oturumun ikinci konuşmacısı Yrd. Doç. Dr. Aylin Ünver Noi sözlerine AB’nin Suriye stratejisi üzerinde değerlendirmeler yaparak başladı. İlk olarak “Arap Baharı” öncesinde AB’nin Akdeniz’de bulunan hedef ülkeleri demokratikleştirme, istikrar ve refah reformları konularında çalıştığına değindi. Arap Baharı öncesinde AB’nin etrafında iyi yönetilen demokratik ülkeler halkası oluşturmaya çalıştığını vurguladı. Arap Baharı sonrasında ise ilk olarak sadece Akdeniz ülkelerini tehdit eden göç sorununun daha sonra tüm Avrupa’ya yayılmasına dikkat çeken Noi, AB’nin her zaman “daha fazla için daha fazla” teorisi uyguladığını fakat Suriye konusunda “daha az için daha fazla” teorisini uygulamak zorunda kaldığına değindi. Noi, AB’nin ilk olarak krize karşı Suriye ile olan mali ve ekonomik birliktelikleri durdurduğunu belirterek, AB’nin normalde önceliğinin Esed’i ortadan kaldırmak olduğunu fakat DAİŞ terörünün ortaya çıkmasıyla birlikte tamamen bu konuya yöneldiğine değinerek konuşmasını bitirdi.

Oturumun üçüncü konuşmacısı Yrd. Doç. Dr. Gökçen Yavaş, konuşmasına ilk olarak “Suriye konusunda AB’nin rolü nedir?” sorusunu yönelterek başladı. 2014 yılı sonrasında Suriye’de yaşanan savaşın artık Avrupa topraklarına da terör olarak yansıdığını belirten Yavaş, AB’nin sadece bir sivil güç olarak bilindiğini fakat son raporlara göre hem sivil hem de bir askeri güç olduğuna dikkat çekti. AB’nin 2000’li yıllardan sonra göç olaylarına siyasi ve stratejik açıdan baktığını belirten Yavaş, AB’nin Suriye konusunda siyasi çözüm bulunması yolunu seçtiğini söyledi. Yavaş, son olarak Fransa’ya yapılan terör saldırılarının AB’ye etkisinin kendi üyeleri arasında yardımlaşmayı teşvik ettiğine değinerek konuşmasını sonlandırdı.

Dördüncü konuşmacı olan Yrd. Doç. Dr. Enes Bayraklı, konuşmasına Almanya’nın sorunlara karşı tek taraflı çözüm bulmak yerine çok taraflı çözüm yollarını tercih ettiğini belirterek başladı. Almanya’nın Soğuk Savaş sonrasında istisnai olarak bazı tek taraflı müdahalelerinin de bulunduğunu hatırlatan Bayraklı, bu müdahalelerinde BM ve NATO gibi kuruluşların kararları neticesiyle ortaya çıktığına değindi. Almanya’nın, mülteci krizi sonrasında Suriye’yi ciddi bir güvenlik sorunu olarak gördüğüne değinen Bayraklı, DAİŞ terörüyle mücadele konusuna öncelik verildiğini ve bu kapsamda Almanya tarafından, Mali’ye 650 asker ve Suriye’ye 8 adet Tornado uçağı gönderildiğine dikkat çekti. Ayrıca DAİŞ’in Irak’ta ilerlemesine karşın peşmergeye silah ve eğitim yardımında bulunduğunu fakat bu Alman silahlarının daha sonra peşmergenin ekonomik çıkar sağlamak amacıyla bu silahları PYD’ye sattığını belirtti. Almanya’nın, Esed’in düşmesinden sonra daha büyük mülteci sorunuyla karşılaşacağını düşündüğü için Esed’li bir geçiş sürecini savunduğunu belirten Bayraklı, AB’den en fazla yarar sağlayan ülkelerin başında gelen Almanya’nın mülteci krizi ile birlikte paniklediğine değinerek konuşmasını tamamladı.

Oturumun son konuşmacısı olan Dr. Altay Atlı ise Arap Baharı’ndan bu yana Çin’in Rusya ile paralel olarak hareket ettiğini belirterek sözlerine başladı. Bu durumun BM Güvenlik Konseyi vetolarından açıkça anlaşılabileceğini belirtti. Çin ile Rusya arasında yakın ilişkiler de olsa bu durumun ittifak olarak nitelendirilemeyeceğine değinen Atlı, iki ülkenin çok taraflı bir dünya siyasetini savunduğunu ve sadece Batı’ya bağlı bir dünya siyasetine karşı çıktıklarını vurguladı. Rusya için Çin’in ve Çin için de enerji açısından Rusya’nın önemli bir pazar olduğunun altını çizdi. Atlı, Çin yetkililerinin Suriye kaosunu kendilerinin çıkarmadığını ve bu yüzden de orada müdahaleye girecek tarafın kendileri olmadığını belirttiklerini ve Çin’in Arap Baharı öncesi bölge için izlediği pasif tarafsızlık tavrını terk ederek aktif tarafsızlığı benimsediğini savundu. Çin’de bulunan Huawei firmasının halen Suriye’nin üç büyük kentinde fiber optik ağ döşediğine de dikkat çeken Atlı, Çin’in DAİŞ terör örgütünün bir tehdit olduğunun farkında olmakla birlikte askeri bir girişimi öngörmediğini belirterek konuşmasını tamamladı.

 

15:30 – 17:00 Bölgesel Aktörlerin Suriye Stratejileri
3. Oturum
Oturum Başkanı Yrd. Doç. Dr. Talha Köse, SETA Güvenlik Araştırmaları, Araştırmacı
Konuşmacılar
  • Prof. Dr. Muhittin Ataman, SETA Ankara Genel Koordinatör Yardımcısı
  • Doç. Dr. İlyas Kemaloğlu, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
  • Yrd. Doç. Dr. Bayram Sinkaya, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
  • Ufuk Ulutaş, SETA Dış Politika Araştırmaları Direktörü
  • Öğr. Gör. Muhammed Mustafa Kulu, Selçuk Üniversitesi

Sempozyumun üçüncü ve son oturumu “Bölgesel Aktörlerin Suriye Stratejileri” başlığıyla, Yrd. Doç. Dr. Talha Köse moderatörlüğünde, Yıldırım Bayezid Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Bayram Sinkaya, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. İlyas Kemaloğlu, Yıldırım Bayezid Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muhittin Ataman, SETA Dış Politika Araştırmaları Direktörü Ufuk Ulutaş ve Selçuk Üniversitesi Araştırma Görevlisi Muhammed Mustafa Kulu’nun katılımlarıyla gerçekleştirildi.

Oturumun ilk konuşmacısı Yrd. Doç. Dr. Bayram Sinkaya, İran’ın Suriye ve Ortadoğu’daki stratejilerine dair bir sunum gerçekleştirdi. Sinkaya, Suriye’deki kriz ve çatışmaların başlangıcından kısa bir süre sonra İran’ın resmi açıklamalarında bu krizin bir halk hareketi olmadığı, tam tersine bölgede İran’a ve müttefiklerine yönelik bir girişim olduğu ve bu nedenle Esed’e tam destek verildiği söyleminin yer aldığını belirtti. Bu desteğin siyasi olmasının yanı sıra askeri olarak da hem silah hem de birçok İranlı üst ve alt düzey askerin sahada bulunmakla pekiştirildiğini belirtti. Esed’in güç kaybetmeye başlamasıyla İran’ın Suriye’de daha etkin olmaya çalıştığını söyleyen Sinkaya, bu etkinliğini kendi güçlerine ek olarak Hizbullah ve Şii gruplar üzerinden gerçekleştirdiğini vurguladı. Hatta Rusya’nın müdahalesinde Suriye ile koordineli olarak çalıştığını ve müdahalenin ardından Rusya, Suriye, İran ve Irak arasında enformasyon merkezi kurulduğunu hatırlattı. Konuşmasının ilerleyen bölümünde “direniş ekseni” kavramına değinen Sinkaya, İran’ın Suriye’yi ve Esed’i, Batı’ya karşı olan bu direnişin altın halkası olarak nitelendirdiğini belirtti. Güvenlik elitlerinin direniş ekseni söyleminin yanı sıra İran, dış politikada terörizme karşı mücadele ve nükleer müzakereler ile kendine meşru zemin sağlayarak Suriye’de daha etkin şekilde yer almaya çalıştığını sözlerine ekledi. Konuşmasının son bölümünde İran’ın jeopolitik merkezli stratejisinin altını çizen Sinkaya, “Suriye, İran’ın stratejik derinliğidir” diyerek Suriye’nin İran açısından ne kadar önemli olduğunu vurguladı. İran için en iyi senaryonun mevcut Esed iktidarının devamı ile Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasını olacağını söyleyerek konuşmasını tamamladı.

İkinci konuşmacı Doç. Dr. İlyas Kemaloğlu, konuşmasında Rusya’nın Suriye stratejilerine değindi. Putin’in göreve gelmesinden itibaren dünyada ve Ortadoğu’da söz dinleyen değil, söz dinleten bir politika amacı güttüğünü belirterek sözlerine başlayan Kemaloğlu, özellikle Arap Baharı sonrası Rusya için bölgede dayanak noktası olarak sadece İran ve Suriye’nin kaldığının altını çizdi. Kemaloğlu, Rusya açısından hem silah pazarı hem de enerji ve ticaret ortağı olması ile birlikte gayriresmi Tartus askeri üssünün bulunmasıyla Suriye’nin, şüphe ile yaklaştığı İran’a nazaran daha önemli hale geldiğini ve Rusya’nın tek dayanağı olarak konumunu koruduğunu belirtti. Kemaloğlu, Suriye’de DAİŞ’in ilerleyişi ve Batı müdahalesi gibi gelişmelerin yol açtığı endişenin yanında Rusya’nın Kırım’a müdahalesine çok fazla ses çıkmamasının ve 2014 Kış Olimpiyatları’nı başarıyla gerçekleştirmesinin Rusya’ya özgüven kazandırdığını ve Suriye müdahalesinin yolunu açtığını vurguladı. Rusya açısından Suriye operasyonunun Batı’ya bir mesaj verilmesi, Esed’in kalması ve Rusya’nın bölgede önemli bir aktör olması, Kırım çatışmalarının unutulması gibi avantajlar sağladığını belirten Kemaloğlu, bunun yanında dezavantaj olarak Rusya’nın bu süreçte birçok düşman da kazandığını, kötüye giden ekonomisine rağmen büyük askeri harcama yaptığını ve ülkesinde yaşayan 20 milyon Sünni nüfusun zihinlerinde soru işaretleri oluşturduğunu belirterek konuşmasını bitirdi.

Oturumun üçüncü sunumunda Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinin Suriye stratejileri hakkında değerlendirmeler yapan Prof. Dr. Muhittin Ataman, Ortadoğu güç dengesinde adı hep bir tarafta anılan ancak siyasi stratejiler geliştirme noktasında tepkisel kalan Suudi Arabistan’ın, Suriye stratejisini belirleyen belirli parametrelerden söz etti. Bu faktörlerden ilki olan “İran-Şii” tehdidinin, Suudi Arabistan’ın Suriye stratejisinin neredeyse merkezine oturmakta olduğunu belirten Ataman, konuşmasına Sünni-Selefi akımın babası olarak tanımlanan Suudi Arabistan’ın İran merkezli Şiiliğin yükselişi, ABD’nin Irak müdahalesi sonucu Irak’ın Şiileşmesi ve en nihayetinde Yemen’deki İran etkisi sebebiyle çevrelenmişlik hissine kapıldığını belirterek sözlerini sürdürdü. İkinci faktör olarak “İhvan” tehdidinden bahseden Ataman, Sünni İslam’ın Selefilik dışında bir yorumu olan İhvan hareketinin, Suudi Arabistan için daha büyük bir tehdit olduğunu ve Suriye’de İhvan bağlantılı demokratik bir oluşum olmasındansa “otokratik” ve mümkünse “İran yanlısı olmayan” yeni bir Suriye’nin Suudiler için daha tercih edilebilir olduğunu vurguladı. Bu sebepten desteklenmeyen ılımlı Suriye muhalefetinin de ya ortadan kalktığı ya da radikalleşmek zorunda kaldığını sözlerine ekleyen Ataman, üçüncü faktör olan DAİŞ’in Vahabi-Selefist söylem noktasında S. Arabistan’ıby-pass ettiğini ve bölgede birkaç Körfez Emirliği dışında yalnızlığa ittiğini belirterek sözlerini tamamladı.

SETA Dış Politika Direktörü Ufuk Ulutaş, Türkiye’nin Suriye stratejileri hakkındaki konuşmasında ilk olarak, Türkiye’nin Suriye krizinden en çok etkilenen ülke olduğunu vurgulayarak sözlerine başladı. Ulutaş, Suriye’deki krizin çok erken dönemlerde mutasyona uğramış bir vesayetler savaşına evrildiğine ve hamle yapmanın çok zorlaştığına değinerek, Türkiye’nin bu konuda önünde birçok engel bulunduğunu hatta hem Rusya hem de ABD ile karşı karşıya kalan tek ülke olduğunu sözlerine ekledi. Türkiye’nin Suriye stratejilerine üç ayrı düzlem üzerinden bakıldığında ilk olarak insani düzlemin görüldüğünü söyledi. Bu insani düzlemin genel Suriye politikalarının çoğunluğunu oluşturan kapsamlı, organize ve geleceğe dönük bir politikalar bütünü olduğunu vurguladı.

İkinci düzlem olarak siyasi düzlemden bahseden Ulutaş, Türkiye’nin önce ikili, sonra bölgesel ve en son uluslararası düzlemde çözüm aradığını fakat tüm düzlemlerde başarısız olduktan sonra Suriye muhalefetinin yanında yer almaya karar verdiğini söyledi. Ulutaş, Türkiye’nin Suriye muhalefetinin müzakere masasına organizasyonel destek vermesinin yanı sıra, onlara karşı müdahaleci bir tavır takınmadığına, yönetim ve temsilcilerine karışmadığına vurgu yaptı.

Son olarak Türkiye’nin askeri düzlemde attığı adımlara değinen Ulutaş, Türkiye’nin her hamlede BM’nin bağlayıcı kararlarına riayet ettiğini belirtti. Bununla beraber iç ve dış basında sürekli olarak operasyon haberleri yapıldığını fakat mevcut ABD kısıtlaması göz önüne alındığında Türkiye’nin Suriye’ye kapsamlı bir askeri operasyon yapmasının olası görünmediğini söyledi. Türkiye için en iyi senaryonun Esed’in ve yanındakilerin gitmesinin ve Suriye’de muhalefet ile beraber bir çözüm getirilmesinin olacağını vurgulayarak konuşmasını bitirdi.

Oturumun son konuşmacısı Muhammed Mustafa Kulu ise İsrail’in Suriye ve Ortadoğu politikaları üzerine bir sunum gerçekleştirdi. İsrail’in milli güvenlik stratejilerinin bu politikalarda temel oluşturduğuna değinen Kulu, öncelikle Arap dünyasının İsrail’e düşman olduğu görüşüne değindi. Kulu, Araplar ile İsrail arasında birçok parametrede var olan asimetriklik ve buna ek olarak ortaya çıkan güvensizlik durumunun İsrail’in sabit bir müttefik politikası oluşturmasını engellediğini vurguladı. Coğrafi şartlar gereği İsrail’in topraklarını savunmasının zorluğunu belirten Kulu, Golan’ın hem yüksekliği hem de kaynakları açısından jeopolitik ve jeostratejik öneminin altını çizdi. Milli güvenlik stratejilerinde son madde olarak demir duvar politikasından bahseden Kulu, hem İsrail’in sınırlarına hakim olması hem de kendi içinde istikrarı sağlaması açısından bunu önemli gördüğünü söyledi. Kulu, milli güvenlik stratejilerinin bir çerçeve oluşturmasıyla beraber Suriye krizi özelinde İsrail’in birkaç politikası bulunduğunu belirtti. Bu politikaları ise, Esed’in sahip olduğu silahların Hizbullah’a gitmesinin engellenmesi, Suriye rejiminin Rusya’dan stratejik silahlar almasının engellenmesi, İsrail’in sınır güvenliğinin sağlanması, rejimin elindeki silahların Cihadçı-Selefi grupların eline geçmesinin engellenmesi ve son olarak Suriye’nin İran yörüngesinden çıkarılması olarak sıraladı. Kulu, İsrail açısından “Bildiğimiz şeytan, bilmediğimiz şeytandan iyidir” sözü üzerinden İran ekseninde bir Suriye’nin ilk tercih olduğu, ikinci görüşün ise Suriye’nin şeytan ekseninde yani direniş ekseninde yer aldığı Esed’in gitmesi, yerine İsrail’e yakın kişilerin gelmesinin sağlanması için proaktif rol alınmasına çalışılması olduğunu söyledi. Son olarak Kulu, İsrail’in bu iki gel git arasında milli güvenlik politikasını takip ettirmeye çalıştığını ekleyerek sözlerini tamamladı.