Erdoğan’ın Sahuru, İnce’nin Abdesti, Şener’in Zulmü

Erken seçim kararının alınması ile birlikte adaylar sahaya çıktı. Seçim vaadlerini dinliyoruz. Ayrıca kendilerini biz seçmenlere tanıtmak için çaba sarf ediyorlar.

Erken seçim kararının alınması ile birlikte adaylar sahaya çıktı. Seçim vaadlerini dinliyoruz. Ayrıca kendilerini biz seçmenlere tanıtmak için çaba sarf ediyorlar.

Her gün bir başka adayın yeni bir vaadi ile karşılaşıyor, yeni bir özelliğini öğreniyoruz. Şaşırtıcı şeyler de öğrenmiyor değiliz.

Peki, bu söylemler inandırıcı mı?

Bu soruyu kampanyaların sahihliğine odaklanarak cevaplayabiliriz.

Üç estantaneyi hatırlayıp bu soruya tekrar geri dönelim.

Mesela Muharrem İnce’nin abdestsiz sokağa çıkmadığını ve Ayetel Kürsi’yi okumadan mitinglere başlamadığını öğrendik. Ne güzel.

Doğru söyleyip söylemediğini tabi ki bilmiyoruz ancak bunlar güzel hasletler. Kendisi adına sevindirici şeyler.

Ancak insan sormadan edemiyor. Biz bunları neden şimdi öğreniyoruz diye. İnce siyasete yeni mi girdi, hayır. Kamuoyunun hiç tanımadığı bir insan mı, yine hayır. O halde bu sorunun cevabı açık. Seçimlere giderken İnce muhafazakâr seçmenin desteğini almak için daha önce bilinmeyen özelliklerini bu seçmen kitlesine hitap edecek şekilde tek tek sıralıyor.

Peki, bunlar gayrı meşru şeyler mi, yine hayır. Bir aday tabi ki seçim kampanyası yapacak, tabi ki kendini daha fazla anlatmak için çaba harcayacak.

Ancak daha önce ekranlara yansıyan ve insanların zihinlerindeki İnce profili ile meydanlarda duydukları arasındaki makas bu söylemlere gölge düşürüyor.

İnsanlar acaba hangi İnce profili doğru ve sahici diye soruyor haliyle.

İkinci enstantane ise Abdüllatif Şener’in sokakta vatandaşlarla tartıştığı sahne. Şener, Erdoğan zalimin yanında diyor. Kendisini dinleyenler buna karşı çıkıp esas kendilerinin Esed zalimi işbirliği yaptığını yüzüne haykırınca bu sefer kendilerine saldırıyor. Siz de zalimlerle birliktesiniz ve hesap vereceksiniz diye çıkışıyor. Aldığı cevap ise çok şık: “biz çok hesap verdik, esas siz hesap vereceksiniz” ve ardından Erdoğan’a sevgi gösterisi. Bu cevap Türkiye’de siyasetin nerden nereye geldiğini çok iyi gösteriyor ama bu başka bir yazının konusu.

Sonuçta Şener oy istemek için karşılarına dikildiği vatandaşı suçlayıp kendileri ile kavga ediyor. Ve haliyle yuhalanıyor. On yıllarca siyaset yapan bir insanın düştüğü hale bakın.

Bu basit bir hata mı? Değil.

Şener’in karşılaştığı tepki tam da durduğu yerin hafifliği ile ilgili.

Ulusal TV ekranlarında her gün dile mesnetsiz çıkışların sokakta karşılık bulmasını bekliyor.

Perinçek’in televizyonunda konuşup, Saadet kontenjanından CHP Konya adayı olmayı kendince değerli zannediyor. Ve ahalinin kendisini dinlemesini bekliyor. Ama olmuyor işte, olmuyor.

İyi niyetli vatandaşlar olarak biz kendisinin bu durumdan ders aldığını zannederiz ama maalesef. Sosyal medyada yaptığı açıklamada bunun bir tezgah olduğunu dile getirmiş.

Her şeye rağmen kendisi haklı!

Ve üçüncü sahne ise Erdoğan’ın öğrenci yurdundaki sahuru. Bir öğrencinin çağrısı üzerine Erdoğan KYK yurduna giderek öğrencilerle birlikte sahur yapıyor. KYK yurdunda kalan öğrencilerin profilleri üç aşağı beş yukarı bellidir. Hemen her siyasi görüşten, orta ve alt sınıf ailelerin çocukları tercih eder bu yurtları. Erdoğan ziyareti boyunca onlardan birisi gibi davranıyor. Yemesi, içmesi ve konuşmasıyla. Ve haliyle bu ziyaret gündemde fazlasıyla yer tuttu.

Ertesi gün muhalif kalemler sosyal medyadan bunun bir PR kampanyası olduğu ve spontane gelişmediği yönünde yazılar yazdılar, yorumlar yaptılar.

Tam da yazının başında işaret ettiğim noktaya dönelim. Velev ki bu ziyaret planlanmış bir şey olsun ve seçim kampanyası çerçevesinde gerçekleşmiş olsun. Fakat dönüp kendilerine şunu sorsunlar. Diğer iki örnekte bu kadar göze batan şey varken Erdoğan’ın ziyaretleri ve kampanyaları neden karşılık buluyor?

Çünkü Erdoğan sürekli yaptığı şeyi seçim döneminde de yapmaya devam ediyor. Sahici davranıyor. Sürekli ya bir şehit ailesinin evinde bir çocuğun başını okşarken görürsünüz, bir bakım evinde yaşlılarla dertleşirken ya da bir hastanede hastalara şifa dilerken.

Taziye evinde Kur’an okur, düğünde bir baba gibi nasihatte bulunur.

Hal böyle olunca profesyonel kampanyalara ihtiyacı kalmaz.

Kendinden bahsetmeye ihtiyaç duymaz. Kendisini tanıyanlar açısından kırk yıldır aynı insandır.

Yaptığını söyler, söylediğini yapar. Bizden biridir. Sırtını bize dayamıştır. Biz de arkasında saf tutmaktan geri durmayız.

Mesele budur.

[Fikriyat, 3 Haziran 2018]

Etiketler: