“Entegrasyona Evet, Asimilasyona Hayır”

Avrupalı siyasetçilerin Müslümanların entegrasyonundan bahsederken daha çok asimilasyonu kastettikleri, Müslümanların 'entegre' olması için çizdikleri yol haritalarında, koştukları şartlarda kendini ele veriyor.

Aşırı sağ hareketler bugün neredeyse bütün Avrupa ülkelerinde yükselişte. İkinci Dünya Savaşı’nda faşizmin yenilgiye uğramasından sonra alternatif bir siyasi güç olmaktan çıkan radikal sağ hareketler Avrupa siyasetinde uzun süre etkili olamadılar ve siyasi hayattan dışlandılar. Buna rağmen Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra kimlik ve kültür etrafında çıkan tartışmalar çerçevesinde milliyetçilik, göçmen karşıtlığı, azınlıklara karşı sıfır tolerans ve liberal değerlere karşıtlık gibi radikal sağın temel argümanlarını kullanarak Avrupa ülkelerinde yeniden etkili olmaya başladılar.

İvmeyi incelediğimizde aşırı sağ partilerin neredeyse bütün Avrupa ülkelerinde oylarını arttırmakta olduğunu görüyoruz. Buna ek olarak İngiltere’deki English Defence League ve Almanya’daki Pegida gibi İslam karşıtı sosyal hareketler olarak ortaya çıkıyor.

Yapılan çeşitli araştırmalar gösteriyor ki radikal sağ partiler ulaştıkları oy oranlarının çok ötesinde bir potansiyele sahipler. Mesela Almanya’daki Alternatif Parti son genel seçimlerde yüzde 4,7 oranında oy almasına rağmen Alman toplumunun yüzde 56’sı İslam’ı bir tehlike olarak görüyor.

ÇOKKÜLTÜRLÜLÜĞÜN İFLASI

Bütün bunlardan daha da önemli olan husus ise aşırı sağ partilerin argümanlarının ana akım siyasi partiler ce kabullenilmesi ve Avrupa’yı gün geçtikçe içine kapatan bir güvenlikleştirme siyasetinin siyasi hayata yön vermeye başlaması olmuştur. Bu çerçevede göçmen ve mülteci sayılarının azaltılması, sınır güvenliği konusunda daha sert önlemlerin alınması, vatandaşlığa geçmenin zorlaştırılması, vize rejiminin daha da sıkılaştırılması gibi önlemler sağ ve sol partiler tarafından desteklenmeye başlanmıştır. Yine bu bağlamda İsviçre’de minare yapımı yasaklanmış, Fransa’da peçe yasağı başlamış, Almanya’da sünnet yasağı gündeme gelmiştir. Bütün bu yasaklar neticesinde özgürlüklerle özdeşleşmiş olan Avrupa tanımadığımız ve bilmediğimiz bir Avrupa haline gelmektedir.

Bütün bu gelişmeler neticesinde Almanya Başbakanı Merkel gibi bazı liderler Avrupa’da 1970’lerden beri denenen ve birçok kültürün bir arada ve yan yana yaşadığı çok kültürlülük projesinin iflas ettiğini açıklamışlardır. Çok kültürlülüğün iflasını ilan etmek bundan sonra Avrupa’da tek kültürlülüğün hâkim olacağını ve Müslümanların da bu kültüre ‘entegre’ olması gerektiğini söylemektir. Öyle ki bu tek kültürlülüğün de Avrupa’nın hâkim kültürü olduğu açıktır.

İNSANLIK SUÇU

‘Entegrasyon’ kavramı bütün bu tartışmalarda hâkim bir konumda bulunuyor ve farklı beklentilere işaret ediyor. Avrupalı siyasetçilerin Müslümanların entegrasyonundan bahsederken daha çok asimilasyonu kastettikleri, Müslümanların ‘entegre’ olması için çizdikleri yol haritalarında, koştukları şartlarda kendini ele veriyor.

Müslümanlar ise “Entegrasyona evet, asimilasyona hayır” diyerek yaşadıkları toplumun yasalarına saygılı olmayı ve o ülkenin dilini iyi seviyede öğrenerek siyasi hayata katılmayı entegrasyon adına yeterli görmekteler.

Dönemin Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff’un da ifade ettiği gibi bugün artık nüfusu 45 milyona ulaşan Müslümanlar, ve dolayısıyla İslam, Avrupa’nın bir parçası haline gelmiştir. Bu geçici değil kalıcı bir durumdur; vakıa haline gelmiştir.

Avrupa için en rasyonel çözümün aşırı sağın argümanlarına prim vermeden Müslümanlarla diyaloğu geliştirerek yeniden çok kültürlüğü destekleyen politikalara dönmek olduğu açıktır. Aksi takdirde göçmenler üzerindeki artan siyasi ve ekonomik baskıların geçmişte Fransa’da yaşanan toplumsal patlamalar gibi olaylara yol açma tehlikesi bulunmaktadır. Bir toplum mühendisliği projesi ve insanlık suçu olan asimilasyon politikaları iflas etmeye mahkûmdur.

[Sabah Perspektif, 24 Ocak 2015]

Etiketler: