Türkiye ekonomisinin çözülmeyi bekleyen belirli problemleri var. Özellikle istihdam piyasası, vergi rejimi ve gelir adaleti boyutlarında atılması gereken önemli adımlar bulunuyor. Gıda tedarik zincirinin iyileştirilmesi gerektiği de ortada. Muhalefet ise bu problemli alanlar üzerinden bir söylem üretmeye çalışmak yerine AK Parti'nin on sekiz yıllık iktidarı boyunca "her şeyin kötüye gittiği" şeklinde bir hikaye anlatma telaşında. Doğal olarak bu hikayenin gerçeklerle bağı epey zayıf. Çoğu durumda da ekseninde dezenformasyon bulunuyor. Kısacası muhalefet, AK Parti'nin iyi yaptığı şeylerin hakkını verip eksiklerine dikkat çekmeye çalışmıyor. Direkt olarak ve oldukça yüzeysel bir şekilde iyi yaptığı şeyleri kötü göstermeye çalışıyor. Bu tarz bir siyasetin ülkemiz için oldukça zararlı olduğunu da söylemeye gerek yok.
Türkiye'de 2000'lerde gerçekleşen büyük dönüşümlerden bir tanesi düşük gelirlilerin durumunda yaşanan önemli iyileşme oldu. Bizler bunu canlı canlı yaşadık. Düşük gelirlilerin meyve-sebze alırken bile ciddi sıkıntılar yaşadığı bir zeminden ciddi ölçüde daha iyi durumda oldukları bir noktaya ulaştık. Bu demek değil ki şimdi her şey güllük gülistanlık. Daha katedilecek çok mesafe var. Fakat eskiye kıyasla bugün durumların çok daha iyi olduğu da ortada. Yaşanan bu büyük değişimin ise iki bacağı var; asgari ücretin ciddi şekilde yükselmesi ve sosyal harcamaların önemli ölçüde genişlemesi. Asgari ücret 2003'te 226 TL idi. 2020 itibarıyla 2 bin 325 TL'ye ulaştı. Doğal olarak bu süreçte enflasyon da yaşandı. Gerçek bir karşılaştırma yapabilmek için bunu hesaba katmamız lazım. 2003'ten bu yana fiyatlar tam 4,6 katına çıktı. Asgari ücret ise 10,2 katına. 2003'teki 226 TL'lik asgari ücretin bugünkü "karşılığı" da 1.042 TL. O zaman ne görüyoruz? Enflasyondan arındırarak baktığımızda asgari ücret 2003-2020 arasında tam 2,23 katına çıkmış. Hakkını vermemiz lazım: Bu gerçekten olağanüstü bir dönüşüm.
Bu noktada şöyle bir itiraz gelebilir: Asgari ücretlilerin gelirlerinin büyük kısmı gıda ve kiraya gidiyor. Enflasyon sepetinde ise bu ikisinin toplam ağırlığı (yüzde 38) görece düşük çünkü bu sepet ortalama tüketiciye göre belirleniyor. Şu halde asgari ücretlinin hissettiği enflasyon ortalama tüketiciden farklı. Bu noktayı göz önünde bulundurarak gıda ve kira harcamalarının çok yüksek ağırlıklara (gıda yüzde 40, konut yüzde 30, toplam yüzde 70) sahip olduğu bir enflasyon sepeti oluşturdum. Asgari ücretlilerin durumunu daha iyi yansıttığı söylenebilecek bu tarz bir enflasyon hesabına göre de asgari ücret 2003-2020 döneminde tam 2,04 katına çıkıyor. Yani enflasyon sepetindeki ağırlıkları ciddi şekilde değiştirmeniz durumunda da genel tema değişmiyor.
Peki muhalefetin bu konudaki söylemi ne? Reel ücrette yaşanan artışı iyi karşılamak mı? Kesinlikle hayır. Genel olarak muhalefetin –tecrübelerimize ve "hakikate" meydan okuyarak– asgari ücretlilerin eskiden daha iyi durumda olduklarını iddia ettiğini görüyoruz. Bunu ispat (!) etmek için ise ya fiyatı son on sekiz yılda 10 kattan daha fazla artmış ürün bulmaya çalıştıklarını ya da düpedüz dezenformasyon yaptıklarını müşahede ediyoruz. Bu yollara ek olarak asgari ücretin alım gücünü altın üzerinden hesaplamaya çalışanları bile görmüş olmanın gerçekten ciddi bir şanssızlık olduğunu belirtmem gerek.
Gelelim sosyal harcamalara… Asgari ücrette yaşanan büyük dönüşümün bir benzerinin de sosyal koruma harcamalarında yaşandığını görüyoruz. Bu harcamaların toplam düzeyi 2002'de 33 milyar TL iken 2018 itibarıyla 436 milyar TL'ye yükseldi. Bu süreçte genel olarak fiyatlar da 4,55 katına çıktı. Bu durumu dikkate alarak hesap yaptığımızda 2002'deki 33 milyar TL'nin 2018'deki 149 milyar TL'ye eş değer olduğunu görüyoruz. Bu da sosyal koruma harcamalarının reel düzeyinin 2002-2018 döneminde neredeyse 3 katına çıktığı anlamına geliyor. Bu dönemde reel sağlık harcamaları neredeyse 2 katına çıkarken emekli ve yaşlılar için harcanan para reel olarak 3,6 katına yükseldi. Engelli ve maluller, dul ve yetimler ve fakir aileler için harcanan para miktarında çok ciddi artışlar yaşandı. İşsizlik maaşı ödemesi de 0,4 milyar TL'den 10,4 milyar TL'ye kadar yükseldi. Muhalefet ise sosyal politikada yaşanan bu devrimi uzun yıllar boyunca "makarna-kömür siyaseti" olarak damgalamaya çalıştı. Son yıllarda ise ya sessizliğe büründü ya da "Kimin parasıyla yapıyorlar" argümanına sarılmaya çalıştı.
Hasılı hem asgari ücrette hem de sosyal harcamalarda yaşanan dramatik iyileşmeler Türkiye'de fakirliğin 2000'lerde ciddi şekilde gerilemesine neden oldu. Peki ne kadar? Dünya Bankası'nın 2011 satın alma gücü paritesine göre hesaplanmış iki fakirlik eşiği bulunuyor: 3,2 ve 5,5 dolar. Dünya Bankası verilerine göre Türkiye'de günde 5,5 dolardan daha az gelire sahip olanların oranı 2002'de yüzde 35'ti. Bu oran 2018 itibarıyla yüzde 9'a geriledi. Günde 3,2 dolardan daha az gelire sahip olanların oranı da 2002'de yüzde 13 idi. Bu oran 2018 itibarıyla yüzde 1,4'e kadar geriledi.
İçinde bulunduğumuz koronavirüs (Covid-19) sürecinde Türkiye hem sağlık hem de ekonomi boyutlarında gerçekten iyi bir performans sergiledi. Koronavirüsü kontrol altında tutmayı başardık. Birçok ülke hastane, ilaç, solunum cihazı, tıbbi ekipman ve maske konularında önemli kapasite sorunları yaşarken biz görece rahat bir konumda bulunduk. Hatta "ihtiyaç sahibi" olan birçok ülkeye sağlık ihracatı ve yardımı yaptık. Tabii bu başarıda devletin önceki yıllarda sağlık sektörüne yaptığı ciddi yatırımlar önemli bir paya sahip oldu. Özellikle son yıllarda açılan şehir hastaneleri bu konuda elimizi hatırı sayılır ölçüde rahatlattı. Bu konuda muhalefetin tavrı ise gerçekten çok garip oldu. Koronavirüs salgınından önce "Şehir hastanelerine gerek yok, israf" argümanını seslendiren muhalefet bugün "Biz şehir hastanelerine karşı çıkmadık" iddiasını seslendirmeye başladı. Bu tarz bir muhalefetin Türkiye için çok büyük bir şanssızlık olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.
Yüzyılın en büyük sağlık krizini yaşadığımız bu süreçte reel ekonomi özellikle Nisan ve Mayıs'ta ciddi şekilde yavaşladı. Hükümet ise Türkiye tarihinin en büyük kurtarma paketini açıkladı. Başlangıçta 100 milyar TL olarak açıklanan paket zamanla 280 milyar TL'yi aştı. Bu süreçte ekonomik olarak önemli zorluklar çeken geniş bir kesim olduğu muhakkak. Fakat alınan kapsamlı ekonomik önlemlerle bir taraftan reel ekonominin ayakta kalması sağlandı diğer taraftan da milyonlarca kişiye yapılan 1.000'er TL'lik yardımlarla insanların mutlak yokluğa düşmesi engellenmeye çalışıldı. Bu süreçte ekonomik anlamda olumsuz bir psikoloji içine girilmemesinde Türk ekonomisinin ve toplumunun kendine has özellikleri kadar alınan ekonomik önlemler de etkili oldu. Haziran'da ise hepimizi şaşırtacak şekilde ekonomik psikoloji pozitife döndü. Ekonomik güven endeksi ciddi şekilde yükseldi. Banka kartı ve kredi kartı harcamaları da Haziran'da koronavirüs öncesi düzeyleri yakaladı. Bu kadarını muhtemelen kimse beklemiyordu. Yinelemek gerekir ki tüketici harcamalarındaki bu hızlı canlanmanın arkasında toplumun kendine has dinamikleri olduğu gibi ekonomiye ve ekonomik gidişata duyulan güven de bulunuyordu.
Bu konjonktürde muhalefet ise her zaman olduğu gibi ekonominin çok kötü durumda olduğunu iddia etmeye devam ediyor. Gelenek değişmiyor. Türkiye ekonomisi son yedi yıllık süreçte birçok zorlukla karşı karşıya geldi. Ekonomik olarak canlı dönemler de gördük, durgun dönemler de. Fakat muhalefet için her zaman ekonomi çok kötü durumdaydı ve felaket kapıdaydı. Muhalefet ne yazık ki yapıcı eleştirilerde bulunup iktidarı daha iyiye yöneltmeye çalışmak yerine siyah/beyaz ikiliği çerçevesinde her şeyin kötü olduğu ve daha da kötüye gideceği şeklinde inanılmaz derecede yüzeysel ve anlamsız bir retoriğe saplanmış vaziyette. Türkiye ekonomisinin 2000'lerde genel olarak iyi bir performans göstermiş olması da muhalefeti dezenformasyonun kucağına itiyor. Zira güneş tepedeyken havanın karanlık olduğuna insanları ikna etmenin başka yolu yok. Vurgulamak gerekir ki Türkiye ekonomisinde çözülmesi gereken önemli problemler var. Fakat Türkiye'de muhalefet bunları konuşmuyor. İlginç bir şekilde görece iyi olunan noktaları kötü gösterme telaşı içinde bulunuyor. Bu da ülkemiz için ciddi bir şanssızlık.
 [Sabah, 4 Temmuz 2020].