28 Ekim 2018 | Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın (sağ 2) ev sahipliğinde, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin (sol 2), Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (sağda), Almanya Başbakanı Angela Merkel'in (solda) katılımıyla gerçekleştirilen Suriye konulu dörtlü zirvenin ardından liderler, basın toplantısı düzenledi.

Dörtlü Zirve ve Stratejik Kırılma

Bu zirve Türkiye'nin örgütlediği, İran ve Amerika'nın dışarıda kaldığı, Avrupa'nın dahil edildiği, Rusya'nın da dengelendiği uluslararası kurumların yerine klasik diplomasi geleneğine dönüşü gösteren bir kırılma noktasıdır.

Dünya siyaseti açısından önemli bir kırılma noktasındayız. Dörtlü liderler zirvesi İstanbul’da toplandı. Erdoğan, Putin, Merkel ve Macron Suriye başlığı altında aslında stratejik bir dönüşüme imza atıyor. Suriye için küçük dünya siyaseti için büyük bir adım. Zira bu toplantı Soğuk Savaş sonrasında Amerika’nın dışarıda kaldığı fakat Avrupa’nın içeride olduğu ilk zirve. Türkiye ve Rusya bu tür bir ilişki kurmayı Astana sürecinde denemiş ve becermişti. Şimdi buna Avrupa da dahil oluyor. Hem de Türkiye öncülüğünde
Tek kutuplu uluslararası sistemin en belirgin özelliği ikili ilişkiler kurmadaki zorluktur. Tek kutuplu sistemlerde ülkeler ikili ilişkilerini dahi süpergüç üzerinden inşa etmek zorunda kalır. Mesela doksanlı yıllarda Türkiye AB ile müzakereleri ABD üzerinden kurmaya çalışırdı. Çünkü ABD hep kritik anlarda sahneye girer ve müdahale ederdi. Çünkü ABD tüm bu aktörlerin hepsiyle tek tek bu aktörlerin birbiriyle olan ikili ilişkilerinden daha derin ekonomik ve siyasi ilişkilere sahipti. Ve kimse bu ilişkileri tehlikeye atabilecek cesarette değildi. Rusya bile Türkiye’yle ilişkisinde ABD’yi aşamazdı. Göz ardı edemezdi. Çünkü Rusya’nın da ABD’yle ikili ilişkileri Türkiye’yle olduğundan daha yoğun ve derindi.
Ancak Amerika dünya siyasetiyle ilişkisini kestikçe boşluk alanları doğdu. Tabiat boşluk kabul etmez. ABD kendini çektikçe ve Türkiye’nin stratejik otonomisiarttıkça bağımsız adım atmak mümkün oldu ve Astana süreci doğdu. Şimdi devamı geliyor.
Halbuki Astana süreci daha mütevazı bir hedefle başlamıştı. Bir gün Cenevre süreci gerçekten geri dönerse, Türkiye ve Rusya o zirveye anlaşmalı olarak dönmek adına kurgulamıştı bu süreci. Ama Cenevre’de ABD yine direksiyonda olacaktı.
Şimdi daha iyisi oldu. Cenevre yerine dörtlü zirve çıktı ortaya. Hem de direksiyonda Erdoğan var. Şimdi bu zirvenin ne anlama geldiğini soranlara basit bir cevap verelim. Bu zirve Türkiye’nin örgütlediği, İran ve Amerika’nın dışarıda kaldığı, Avrupa’nın dahil edildiği, Rusya’nın da dengelendiği uluslararası kurumların yerine klasik diplomasi geleneğine dönüşü gösteren bir kırılma noktasıdır. Yani Amerikan merkezli uluslararası siyasetten Amerika’nın dışarıda kaldığı bir diplomasiye dönüşü işaret eder. Ve dahası Türkiye bunu yaparken, Rusya etkisini de kırmış oluyor. Rusya’yla yakınlaşmanın Rusya’nın kucağına düşmek anlamına gelmediğini gösteriyor. Bunu ABD’ye rağmen yapıyor. Türkiye yarma (wedging) stratejiyle Almanya ve Fransa’yı ABD’den ayrıştırarak ve böylece Batı bloğunu yararak hem ABD’yi devre dışı bıraktı hem de bunları zirveye sokarak Rus etkinliğini dengeledi. Erdoğan Metternich’i veya Bismarck’ı kıskandıracak manevralara imza atıyor. Dünya reelpolitiki keşfediyor. Dünya dengeye geliyor.
Bu tabii ki tek bir zirveyle veya üç günde olmayacak. Mesela Westphalia Barışı dediğimiz dönüşüm tek bir zirve değil çeşitli anlaşmalar serisine dayanır. Ve otuz yıl savaşları sonrasında doğmuştur. Dolayısıyla bu dörtlü zirveye de zaman tanımak ve sabırlı olmak gerekir. Almanya ve Fransa ürkek ve çekingen. Ancak kritik kırılma başladığı zaman devamı gelir. Dominolar teker teker düşer. Ve Türkiye etrafındaki kuşatmayı yarmakla kalmaz yeni açılım şansları bulur.

[Sabah, 28 Ekim 2018]

Etiketler: