Dış Politikada Yeni Evre: Davos ve Afrika Açılımı

Küresel sistemin oyun kurucuları kendi kurdukları düzenin çarkına parmak sokan ülkelerde devrim, darbe ve karmaşa yoluyla liderleri yerinden etti ve statükonun korunmasını sağladı.

Batı dünyasının bir alışkanlığı var. Dünyaya Avrupa merkezli veya Batı merkezli baktıklarından dolayı kendi dışındaki bölge ve ülkelere ilişkin görüş ve beklentileri sömürge dönemini izlerini taşır. Sömürge düzeninde kurdukları hegemonik yapıda efendi ve köle ilişkisi çok belirgindi ve bunun siyasal alanda da sürmesi için ellerinden geleni yaptılar. Geride bıraktıkları miras ve yapı bu arzularını hayata geçirmelerini ve sürdürmelerini sağladı.

Batı dünyasının kurduğu sömürge dönemi bitti ve ülkeler ulus devletler olarak bağımsızlılarını birer birer ilan ettiler. En azından kağıt üzerinde durum böyleydi. Yakın coğrafyamızdan bir örnek bağımsızlıkların gerçekten kazanılıp kazanılmadığını göstermesi açısından manidardır.

Tarihte Ürdün devleti diye bir devlet yokken birdenbire böyle bir ulus devlet kuruldu. Benzer örnekleri başka coğrafyalarda da görmek mümkün. Söz konusu yapay devletlerin liderleri meşruiyet zemininden yoksun oldukları için iktidar koltuğunu oturtulanlar sömürge zihniyetine gönüllü biçimde tutsak oldular. İktidarda kalmalarının başka yolu da yoktu zira bu ülkelerin olduğu bölgelerde oluşturulan statükolar ve düzenlerin devam etmesi için bu gerekiyordu.

ÜRKEK VE ÇEKİNGEN LİDERLER

Sömürge sonrası dönemde kurulan veya bağımsızlığını ilan eden ülkelerde bazen sömürge dönemini bile özletecek sert ve katı iktidarlar oluştu. Koltuğa oturan liderler mevkilerini korumak için kendi toplumlarını ezdiler, sömürgeci ülkelerin çıkarlarının devamı için her türlü dış baskıya ve talebe boyun eğdiler. İşte İsrail gibi Filistin topraklarını kolonileştiren bir devlet böyle bir ortamda kuruldu ve büyüdü.

Zaman zaman söylem düzeyinde meşruiyet aracı olarak sahiplenseler de Irak, Suriye, Mısır, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde iktidara gelen yönetimler çoğunlukla suskun, çekingen ve ürkek davranışlar sergilediler baskı ve zulümler karşısında. Kendi ülkelerinde ise her türlü toplumsal talebi siyasi bir tehdit olarak okudukları için acımasızda bastırdılar. Bütün bunlar dünyada İslam dünyası ile ilgili olumsuz imajların oluşmasına da katkıda bulundu.

BOYUN EĞME DÖNEMİNİN SONU

Küresel sistemin oyun kurucuları kendi kurdukları düzenin çarkına parmak sokan ülkelerde devrim, darbe ve karmaşa yoluyla liderleri yerinden etti ve statükonun korunmasını sağladı. Uzun süre devam etti yeni sömürge düzeni ya da post-kolonyalizm sömürü düzeni. Bunun ana nedeni yukarıda da işaret edildiği üzere meşruiyet yoksunu liderlerin suskun kalmak zorunda olmaları ve toplumsal talepleri bastırması idi.

2002 yılında dünya yeni gelişmeye tanıklık etti. AK Parti Türkiye’de iktidara geldi. İktidarının ilk yıllarında içerideki konsalidasyon çabalarından dolayı küresel sistemin başatlarına karşı güçlü bir itiraz ortaya koymayan Türkiye, 2007 seçimlerinden güçlenerek çıkan bir iktidar ile dış politikada da çok boyutlu ve çok yönlü bir döneme adım attı. Recep Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu bölgesel düzen başta olmak üzere küresel sistemi daha belirgin eleştirmeye başladı. Ayrıca gelişmiş ülkelerin yıllarca sömürdükleri ve kaosa sürükledikleri Afrika’ya insani yardım diplomasisi başlatıldı.

2009 Davos toplantısı suskun, çekinden ve ürkek bir lider beklerken “Ortadoğu’da Barış Paneli”nde Recep Tayyip Erdoğan bütün dünyanın gözü önünde Simon Peres’in yüzüne karşı İsrail siyasetini sert dille eleştirdi. Bu çıkış dünyanın gündemine oturdu ve bundan sonra da BM sistemi başta olmak üzere Recep Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu her platformda küresel adaletsizliği vurgulamaya ve bu düzenin değişmesi gerektiğini ifade etti. Türkiye’nin bu tercihleri iktidarın hedef tahtasına oturtulmasına neden oldu. 2010 yılından itibaren iktidarı sarsmaya ve yıpratmaya yönelik bir dizi proje hayata geçirildi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gerçekleştireceği Afrika ziyareti ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Davos toplantısına katılımı yukarıdaki çerçeve içinde değerlendirildiğinde anlam kazanacaktır. Her iki lider de küresel sistemi eleştirmeye ve insan odaklı yeni bir diplomasi dili kurmaya devam edecektir. Afrika’nın yeni bir hayat öpücüğüne ihtiyacı olduğu açık. Türkiye, Somali’de bunu başlatmıştı ve devamı gelecek anlaşıldığı kadarıyla. Başbakan Davutoğlu Davos’ta hem bilge kişiliği hem de genç ve dinamik siyasi bir lider olarak dünya siyasetine yeni ufuklar çizecektir. Türkiye’nin ve Türkiye’deki iktidarın farkı da burada yatmaktadır.

[Haber 10, 7 Ocak 2015]

Etiketler: