Dış Politikada “Gül devri’ Biterken…

Türkiye, Kayserili çiftçi Ahmet Hamdi Gül ile ev hanımı Adviye Gül’ün oğulları Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına hazır olduğunu 22 Temmuz’da gösterdi. Yaygarası, varlığından fazla bir azınlık ise hazmetme sorunu yaşamaya bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Oysa Türk devlet bürokrasisinin en zorlu kısmı olan ve geçmişte makamın ağırlığını taşıyamayan pek çok bakanı işlevsizleştiren dışişleri koridorları bile, Gül’ü özleyecek.

Türkiye, Kayserili çiftçi Ahmet Hamdi Gül ile ev hanımı Adviye Gül’ün oğulları Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına hazır olduğunu 22 Temmuz’da gösterdi. Yaygarası, varlığından fazla bir azınlık ise hazmetme sorunu yaşamaya bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Oysa Türk devlet bürokrasisinin en zorlu kısmı olan ve geçmişte makamın ağırlığını taşıyamayan pek çok bakanı işlevsizleştiren dışişleri koridorları bile, Gül’ü özleyecek.

Gül’ün cumhurbaşkanlığını hazmetme sorunu yaşayan azınlıktan değilim çok şükür; fakat onun dengeli, akılcı, uzlaşmacı ve yerine göre cesur üslubunun cumhurbaşkanlığı makamı kadar Dışişleri Bakanlığı’nda da halen gerekli olduğuna inanıyorum. O, mübalağalı “boşluğu doldurulmayan insan” mersiyeleri düzmenin anlamsızlığının da farkındayım. O halde sorun şurada ortaya çıkıyor: Türk dışişlerine Abdullah Gül ve onun danışman kadrosu ile gelen yeni açılımcı tarz ve üslubun bundan sonraki akıbeti ne olacak?

Hatırlanacak olursa, AK Parti’nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002 ve sonrasında gündemin en hararetli tartışmaları, bugünkü Çankaya sembolleştirmesindeki fetişizme benzer biçimde, dışişleri bakanlığının kim tarafından ve nasıl yürütüleceği konusuna odaklanıyordu. Tayyip Erdoğan’ın kabineye girişine kadar, Gül’ün başbakanlığı üstlendiği 3 aylık dönemde dışişleri bakanlığı da Düzce Milletvekili Emekli Büyükelçi Yaşar Yakış’a verilmişti. Bugün kendisinin de buruk bir tebessümle hatırladığı ve Sayın Yakış’ın “Bay Yanlış” diye adlandırılmasına da neden olan o dönem, kimilerinde, AK Parti’nin dış politikada yaklaşan Irak Savaşı, Kıbrıs krizi, Avrupa Birliği’ne üyelik süreci, Ermeni meselesi, enerjide dışa bağımlılık sorunları gibi gündemlerin altından kalkamayacağı izlenimini doğurmuştu.

Ancak ekip çalışmasının her zaman “tek adam” tavrından daha verimli olduğunu iyi bilen ve bu konuda kompleks taşımayan nadir devlet adamlarından biri olan Gül, başta tezkere olmak üzere, art arda gelen pek çok krizde aktif, çok yönlü ve çok boyutlu bir diplomasi modeli uygulayarak hem ülke dışında, hem de AK Parti’nin siyasî kimliği nedeniyle içeride çıkan gerilimlerde dengeli ve saygın üslubuyla dikkat çekti. Üstelik Gül, kendine has gelenekçi bir tavra ve katı protokol kurallarına sahip olan dışişleri bakanlığı koltuğunu da hiçbir tartışmaya meydan vermeyecek bir ciddiyet ve liyakatle doldurmayı başardı. Dolayısıyla CHP liderinin o günlerde “Kendi hallerine bırakalım; 3 ay ancak dayanırlar” diyerek gevşek muhalefet stratejisi uyguladığı AK Parti iktidarı 5 yılı doldururken, bunda en zor görevlerden birini üstlenen Abdullah Gül’ün dengeli kişisel profilinin ve güçlü danışman kadrosuyla yürüttüğü başarılı bakanlık görevinin payı büyüktü.

Peki, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde, şu bir türlü bitmeyen “keskin dönemeç”lerden birine daha girdiği günlerde dışişlerinde Gül devri biterken, düşünülen alternatif isimler Abdullah Gül’den daha mı kifayetsiz?

Elbette ki hayır! Yazıyı kaleme alırken kabine listesi henüz belli değildi; fakat dışişleri bakanlığı için Ali Babacan, Egemen Bağış, Şaban Dişli, hatta Beşir Atalay gibi partililerin adı geçiyordu. Öncelikle bizde, askerde okuma yazma bileni bölük katibi, “elektronikten anlarım” diyeni termal kamera operatörü yapmak gibi biraz kaht-ı ricalden, biraz da düz mantıktan kaynaklanan b

Etiketler: