Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Alman ARD Televizyonu'na mülakat verdi. ( Kayhan Özer - Anadolu Ajansı )

Dış Cephede Mücadele

Şu anda bir güven inşasına ihtiyacımız var ve bunun ilk koşulu da, kanaatimce, öngörülebilir ve kırılgan olmayan bir demokratik düzenin varlığından herkesi emin kılmak…

Hafta sonu şanlı bayrağımızı “Bir zamanlar demokrasiydi” diyerek dikenli tellerle çevirip kapak yapan Der Spiegel, isminin zıttı huyu olan Türkiye’yi “ters yansıtma” işini hiddetle devam ettiriyor.

Türkiye’yi darbe girişimi sonrası yerden yere vuran sadece Der Spiegel değil tabii. Malum, çok sayıda etkili uluslararası medya kuruluşu, saldırıyı püskürten ülkemize karşı saldırıya geçmiş durumda… Hatta bir kısmında negatif haber yayma mevzuu sanki sisteme bağlandı. Nasılsa bu karmaşık ortamda kullanıp yoğuracakları ve bambaşka şekle büründürebilecekleri malzeme bol…

Görünen o ki, çoğu bedbaht olmuş durumda. Demokrasimizde gördükleri eksiklerin, demokrasi zıttı darbeyle tamir olmasını isteyecek kadar çok seviyorlarmış bizi… Dolayısıyla şu anda, birkaç kalemin çok net “Türkiye’nin son umuduydu” diye tanımladığı umutlara halkımızın darbe indirmiş olması, zat-ı alilerini endişelendiriyor.

“Türkiye’de demokrasinin kaybı” babında çizilen bu yıpratıcı imaj, The Economist’ten The New York Times’a çeşitli medyada “Erdoğan’ın İntikamı” başlıklarıyla da pekiştiriliyor. Bizim milletçe sevinçle doldurduğumuz ve özgürlüğü kutladığımız meydanlardaki gösteriler dahi, açık açık “Erdoğan ve partizanlarının öcü” olarak servis edilirken, OHAL sonrası odaklandıkları nokta ise, terör örgütünün temizlenmesi operasyonu… Binlerce kişinin görevden alındığını bağıran manşetler, haberi “tek cümleyle” olumsuz kılacak şekilde dizayn edilirken, örneğin Le Monde, buna işkenceleri de ekleyip Türkiye’yi karalayan bir başlığı hemen öne çıkarabiliyor.

İMAJ TAMİRİ

Dolayısıyla, 15 Temmuz’dan sonra “ekstra” bir imaj tamiri yapmamız ve bu minvalde demokrasimizin sağlamlığına dair bir algı çalışması yürütmemiz, en temel farzlardan oldu. Bunu yaparken ise, bir önceki yazımda da ifade ettiğim gibi, yaşananın perde arkasını iyi anlatabilmemiz şartken, milletin cuntacıları püskürtmekten müthiş bir kıvanç duyduğunu sürekli vurgulamak da yerinde olur. Ki, uzak diyarlardan tatlı canlarını bizlerin adına nafile sıkmasınlar… Bu noktada bir kritik husus da, yine manşetlere “intikam” adıyla malzeme yapılan “tasfiyelerin” hakka hukuka uygunluğu konusunda ihtimam göstererek, bunu dünyaya etkili bir şekilde anlatabilmekte yatacak.

Evet, ciddi bir bölümü aşikâr niyetlerle yönlenen ve yönlendiren harici güç odaklarından bahsediyoruz ve yaptıkları manipülasyonlarla baş etmek hiç kolay değil ancak biz pozitif vurgularımızı yapmaya devam etmeli ve anında negatife çevirebilecekleri olay ve görüntülere mahal vermemeyi prensip edinmeliyiz. “Türkiye hala bir demokrasi” ve hatta kenetlenmiş milletiyle, vekiliyle “şimdi daha da güçlenen bir demokrasi” demeliyiz, dedirtmeliyiz.

GÜVEN TESİSİ

Bugün siyasi istikrar ve demokrasi vurgusu ile başlamamın nedeni, pek çok boyutun bununla yakından alakalı olması… Bir önceki yazımda kaldığım yerde de, ekonomi açısından bunun temel unsur olacağını ima etmiştim. Gerek iç gerekse bilhassa dış ekonomik aktörler açısından, şu anda bir güven inşasına ihtiyacımız var ve bunun ilk koşulu da, kanaatimce, öngörülebilir ve kırılgan olmayan bir demokratik düzenin varlığından herkesi emin kılmak…

Bu noktada, geçtiğimiz günlerde DEİK ve TİM bünyesinde gerçekleştirdiğimiz kapsamlı toplantılarda da, bu gereksinimi müşahede ettiğimizi belirtmem gerek. Zira öne çıkan ana mesaj, özellikle Batılı iş dünyasında Türkiye ekonomisine karşı bir tedirginliğin oluştuğu yönünde… Yazımın girişine aldığım yabancı basının menfi çalışmaları da, şüphesiz burada etkili bir rol oynuyor. İşte bu yüzden de, yanlış algıları düzeltme yönünde, devlet, iş dünyası ve STK’larca el ele çalışmalara imza atmamız gerekiyor. Dolayısıyla, stratejik bir PR çalışmasını planlamamızın ve etkin koordine etmemizin kritik önem taşıdığı görüşündeyim.

Bu kapsamda neler yapılması gerektiğini ise, enine boyuna konuşuyoruz. Kendi perspektifimden anlatacak olursam, yukarıda belirttiğim demokrasi ve istikrar vurgularına dokunur şekilde, Türkiye ekonomisinin sağlam yapısını koruyacağına ve daha da yatırım dostu büyüyen bir pazar olacağına dair söylemler önem taşıyacaktır.

ACİL AKSİYONLAR

Tabii bu söylemlerin akacağı kanallar ise, esas etkiyi yaratan unsur olacak. Bu bağlamda, özellikle;

  • Yabancı basında, objektif durabilme ve olanları anlamaya çalışabilme kapasitesine sahip isimlerle direkt ve yüz yüze irtibata geçip, onların mevcut ortamı bu gözle müşahede etmelerine,
  • Türkiye’deki yabancı yatırımcılar ile istişare ve teskin amaçlı bir araya gelerek, güven duymalarını ve ülkelerine sağlıklı mesajlar iletmelerini sağlamalarına,
  • İş dünyası, STK’lar ve akademisyenleri içeren, alanlarına ve yabancı dile hâkim “tesirli” çekirdek ekiplerin oluşturularak, yurt dışında “stratejik noktalarda” ikna edici çalışmalar yapmalarına,
  • Hatta objektif ve etkili yabancı uzman isimlerle irtibata geçerek dünya kamuoyuna seslenen değerlendirmeler yapmalarına,
  • Yurt dışındaki paydaşları Türkiye’ye davet ederek, dış basında çarpıtılan resmin gerçeğini görmelerini sağlamaya,
  • Ve kendi kendimize konuşmak yerine, özellikle ekonomiye dair web sitelerinin ve sosyal medyanın İngilizce başta olmak üzere yabancı dillerde aktif kullanılmasına

…yönelik çalışmalardan oluşan bir zincir, müthiş ehemmiyet arz ediyor.

Tüm bunları yaparken en temel ihtiyacımız ise, artık “sistemli” gitmeyi başarmak zorunda olduğumuzun farkına vararak hareket etmek… Zira etkin bir koordinasyonla, geleceğimize el ele sahip çıkabiliriz.

Gün bugündür, Türkiye’m…

[Yeni Şafak, 26 Temmuz 2016]

Etiketler: