Dilimizin Sınırları

Kapsamlı bilgiye ulaşmaktan uluslararası işbirlikleri yapmaya kadar hayati gereksinimleri karşılayan İngilizce, ekonomiler için büyüme yolunda bugün kaçınılmaz bir araç.

Geçen ay kaleme aldığım Türkiye’nin Matematik İmtihanı başlıklı yazıma gösterilen ilgiye istinaden, eğitim alanında bir diğer kanayan yaramıza daha parmak basmak gerektiğini düşünerek bugün İngilizce sorunumuza değineceğim. Zira beşeri sermayemizin, 1 numaralı rakipsiz uluslararası dile olan hâkimiyeti, epey düşündürücü cinsten.

Sözüm hem yetişmiş hem de yetişmekte olan insan kaynağımız için geçerliyken, özellikle de geleceğin mimarı gençlerin bu konuda aklını başına alması gerekiyor. Bilirsiniz; yabancı dil durumunu sorduğunuzda “İngilizce biliyorum”, CV’lere baktığınızda da “iyi seviyede” ifadelerine memleketimizde bolca rastlarız. Lakin ne yazık ki, vaziyet öyle değildir. Burada daha da önemli sorun ise, belki de kişilerin bunun farkında dahi olmamasıdır.

Ülkemizde ilköğretimden üniversite mezuniyetine kadar maruz kalınan İngilizce, hakikaten öğrenciyi iyi bir seviyeye getirir mi? Daha ötesini sorayım: Üniversitede koskoca bir hazırlık yılı geçirmek, insanı dile hâkim kılar mı? Hele bir de üstüne dersler İngilizce okunsa, bu iş hallolmaz mı?

Bu sorulara cevabım, ne yazık ki, “ekseriyetle” hayır… Elbette içinde bulunulan sistem veya sahip olunan yetenek ve azim farklılıklarına göre, arzu edilen evetlere de rastlarız ancak ülke geneline baktığımızda, durumun iç açıcı olmadığına şahidiz.

DERS DEĞİL HAYAT

Ve belirttiğim gibi, bu konuda bilhassa odaklanmak istediğim gençlerimiz, büyük ölçüde durumun farkında değil. Üstelik bir kısmı, sanırım farkına varmak da istemiyor. Bu üzücü tabloda, aynı matematikte olduğu gibi, geçmişten gelen olumsuz deneyimlerin bıraktığı korkular da var ancak altını çizmek gerekir ki; bunları yenmekten başka da çare yok.

Nitekim yine öğrencilerden yola çıkarsak, o ta rüyalara kadar giren iş hayatına sağlıklı bir başlangıç yapıp ilerlemek için, lafta değil hakikatte iyi bir İngilizce bilgisi şart. Ve bahsettiğim, öyle bir zamanlar olduğu gibi hayata bir adım önde başlamak için değil, normal şartlarda rekabet ve mücadele etmek için basbayağı lüzumlu bir temel beceri. Lakin gelin görün ki; çokça mecrada rastladığım öğrenciler, İngilizceyi hala sadece alıp alıp verilmesi gereken bir ders olarak görmekte. Dolayısıyla evvela, İngilizcenin bir ders değil, hayatın ta kendisi, hayatın geleceği olduğunu anlatmak, anlamak gerek.

İYİ AVRUPA’NIN KÖTÜLERİ

İşin, bireysel sorgulamayı ve motivasyonu gerektiren mikro tarafı çekirdek ögeyken, ülkenin gelişimi açısından da önemi ortada. Malumunuz, kapsamlı bilgiye ulaşmaktan uluslararası işbirlikleri yapmaya kadar hayati gereksinimleri karşılayan İngilizce, ekonomiler için büyüme yolunda bugün kaçınılmaz bir araç. Ve bu minvalde, konunun üzerine eğilip dil eğitiminde başarılı olmuş ülkeler de var. Bizim ise iyi bir birikim sergilemediğimiz, endekslerle de tescillenmiş durumda.

Buyurun, bir tanesi: EF English Proficiency Index’in 70 ülkeyi değerlendirdiği sıralamada, çok yüksek – yüksek – orta – düşük ve çok düşük yeterlilik kategorileri bulunuyor. 2015 EF Raporu’nu incelediğimizde, bölgesel olarak Avrupa’nın yine liderliği aldığını ve bunun özellikle kuzey ve orta sahasından kaynaklandığını anlıyoruz. Kıtada biraz uyumsuz bir görünüm olarak, düşük İngilizcesiyle dünya 36.sı Fransa göze çarparken, Avrupa kategorisinin kötülerinden biri de, 39. olan Rusya.

İngilizce şampiyonu Avrupa’da, Fransa ve Rusya’dan da kötü durumda olan biri var ki; o da biziz. Nitekim 2015 dünya listesine 50. sıradan ve “çok düşük yeterlilik” kategorisinden girmişiz. Bu yönümüz, Batı tarafına değil de, bir şekilde hemhal olduğumuz ve çok düşük İngilizce yetenekli MENA tarafına çekmiş olsa gerek.

DİL İLETİŞİM ARACI İKEN

Nedeni ise, malum: Yabancı dil sistemimizdeki geçmişten gelen kurgusal sorunlar. Avrupa gibi çok dillilik doğallığına dayalı bir kurgu nerede, bizdeki zorlayıcı dil kültürü nerede? Ki burada en sarsıcı gerçek de, pratiğe dayalı olmayan dil eğitimi anlayışımız.

Mesela, bizdeki öğrenci pratikle pek tanışmamıştır ancak grameri hatmetmiştir. Şu var ki, kanaatimce gramerin de iyi öğrenilmesi şarttır, ancak bizdeki sakaletten kastım şu şekildedir: Öğrenci, tense’lerden clause’lara her kuralın adını sanını bilir de, iş uygulamaya geldi mi bunları ne diye ezberlediğini bilemez, iki lafın belini kıramaz.

Dolayısıyla, İngilizce özünde bir iletişim aracıyken, Türkiye gidip işin bilhassa iletişim kısmında sınıfta kalır.

BU İŞ ÇOCUKKEN OLUR

Şimdi hakkını teslim edelim: Son yıllarda sistemlerinde etkin bir dil eğitimine yönelik iyileştirmeler yapan kurumlara da şahit olmuyor değiliz. Bununla birlikte, bu çalışmalar küçük ölçekte kaldığından, toplumun önemli kesimi bundan yararlanamıyor. Kapsayıcı bir çözüm ise, devletin etkin bir İngilizce politikası devreye sokmasından geçiyor. Ve bu noktada, dil öğrenmede kaçırılmaması gereken emsalsiz dönemin erken çocukluk çağı olduğunu vurgulamak gerekiyor. Çok küçük yaşlardan itibaren, doğal ve pratik tekniklerle İngilizce öğretmek, yabancı dili yerli gündelik hayatın bir parçası yapmak, o kadar mümkün ki…

Bugün devlet ve eğitimcilerimiz bu konuda büyük bir fırsat ve sorumluluk sahibiyken, diğer yandan da, ailelerin çocuklarını, yetişkinlerin kendilerini İngilizceyle kaynaştırmak için kullanabileceği sayısız alternatif var. Yeter ki, işin önemine dair bir farkındalık oluşturabilelim.

Ludwig Wittgenstein’ın sözünden hareketle unutmamak gerekir ki;

Dilimizin sınırları, dünyamızın sınırlarını belirler.

[Yeni Şafak, 17 Mayıs 2016]

Etiketler: