Demokratikleşmenin Silah Sancısı

Kürt meselesi, Kürtlerin kendi kendilerini yönetememelerinden ziyade demokratik olmayan bir rejim altında yaşamalarından kaynaklanan bir sorundur. Bu çerçevede, demokrasi eksikliğinin ürünü olan Kürt sorunu, bağımsız bir devlet veya öz yönetim modellerinden biriyle değil ancak demokratik reformlarla çözüme kavuşturulabilir. Bu, normatif bir yargıdan öte, Kürtlerin Türkiye ile entegrasyon düzeyinden kaynaklanmaktadır. Coğrafi olarak ülkenin dört bir yanına yerleşmiş; akrabalık, iş ortaklığı, komşuluk ve arkadaşlık bağlarıyla Türkiye'deki her toplumsal kesimle bütünleşmiş; ülkede cari olan sosyalizasyon süreçlerinden geçmiş Kürtlerin huzuru, kendilerine münhasır bir yönetim biriminden öte, Türkiye'nin demokratik bir siyasal sisteme sahip olmasından geçmektedir. Bu yapısal koşullar, Kürtlerin kaderini Türkiye'nin kaderine bağlamış durumdadır.

İmralı sürecinin yenilenmesi ile beraber Türkiye, PKK’nın silah bırakması ve Kürt meselesinin çözümü yönünde iyimser bir hava yakalamış görünüyor. Bu iyimser havanın somut gelişmelerle sürmesi, devletin çözüm iradesine bağlı olduğu gibi Kürt hareketinin silahla ilişkisini yeniden ele almasına da bağlı. Silahlı mücadele, epey bir zamandır, Kürt sorununu çözme iradesine sahip siyasi iktidarın demokratik hamlelerini törpüleyici bir işlev görüyor. Bu nedenle de, yeni sürecin selameti, öncelikle, PKK’nın silahtan kopup kopamayacağıyla ilişkilenmiş durumdadır. PKK’nın silahlı varlığını ve şiddet/terör eylemlerini sona erdirmesinin Kürt meselesinin çözümüne ve Türkiye’nin demokratikleşmesine yapacağı katkının daha doğru anlaşılması için, tarihsel bir perspektif içerisinde Cumhuriyetin siyasal kimliklerle imtihanına bakmakta yarar var.

Bugün etno-politik bir kimlik talebi formunda yüzleştiğimiz Kürt meselesi, otoriter Kemalist rejimin ulus inşa projesinin ürünüdür. Ulus inşa etme motivasyonu, hayat bulduğu her ülkede, doğal toplumsal dokuları bozarak onarılması zor tahribatlar yaratmıştır. Türkiye’de de Kemalist rejim, öngördüğü ulusu inşa etmek üzere radikal laiklik ve milliyetçilik politikalarına başvurmuş ve ülkede yaşayan birçok kesim için demokrasi sorunu doğurmuştur. Kürt meselesi, farklı dönemlerde farklı siyasi gündemlerle içeriklense de, Cumhuriyet tarihi boyunca devam edegelen demokrasi sorununun en önemli sonuçlarından birisidir.

Bu anlamda, Kürt meselesi, Kürtlerin kendi kendilerini yönetememelerinden ziyade demokratik olmayan bir rejim altında yaşamalarından kaynaklanan bir sorundur. Bu çerçevede, demokrasi eksikliğinin ürünü olan Kürt sorunu, bağımsız bir devlet veya öz yönetim modellerinden biriyle değil ancak demokratik reformlarla çözüme kavuşturulabilir. Bu, normatif bir yargıdan öte, Kürtlerin Türkiye ile entegrasyon düzeyinden kaynaklanmaktadır. Coğrafi olarak ülkenin dört bir yanına yerleşmiş; akrabalık, iş ortaklığı, komşuluk ve arkadaşlık bağlarıyla Türkiye’deki her toplumsal kesimle bütünleşmiş; ülkede cari olan sosyalizasyon süreçlerinden geçmiş Kürtlerin huzuru, kendilerine münhasır bir yönetim biriminden öte, Türkiye’nin demokratik bir siyasal sisteme sahip olmasından geçmektedir. Bu yapısal koşullar, Kürtlerin kaderini Türkiye’nin kaderine bağlamış durumdadır.

Kemalist rejimin laiklik ve milliyetçilik politikaları üzerinden kurmayı tasarladığı ulus inşa projesi, birçok toplumsal-siyasal kesimin yanısıra Kürtleri ve dindarları mağdur etti. Maruz kaldıkları mağduriyetlerle bu ulus inşa projesine direnen Kürtler ve dindarlar, rejim tarafından ‘tehdit’ olarak kodlandı ve güvenlik kaygılarının hedefi haline getirildi. Cumhuriyet tarihi boyunca siyasal sistem, vesayetçi ve otoriter yapısını, şeriat ve bölücülük tehdidi üzerinden meşrulaştırdı. Bu tehditler üzerinden askeri darbeler meşrulaştırıldı, vesayet rejimi kurumsal dayanaklara kavuşturuldu, siyasi partiler kapatıldı, siyasal arayışlar engellendi, toplumsal hareketler bastırıldı, kısacası, demokrasi eksikliği bir zorunluluk ve ulusal güvenlik tedbiri olarak dayatıldı.

Bütün bu engellemelere karşın 1990’lar, rejim tarafından ‘tehdit’ olarak kodlanan bu iki toplumsal-siyasal kesimin, geniş ve örgütlü bir toplumsal desteğe ve yüksek bir entelektüel ve siyasal temsile kavuşmasına sahne oldu. Ancak rejim, bildik yöntemlere eklediği daha rafine yöntemlerle bu hareketleri bastırmaya çalışmasına rağmen, başarılı olmak bir yana kendi sonunu getirecek bir demokratikleşme hamlesinin hayata geçmesini tetikledi.

2000’lerin başından itibaren, Türkiye, siyasal rejimi demokratikleştirmeye yönelik kararlı bir sürece girdi. AK Parti, şeriat tehdidinin muhatabı kadroların liderlik ettiği bir siyasi parti ve hükümet olarak, önce toplumsal kesimleri ve siyasal kurumları tehdit olmadığına ikna etti, ardından da siyasal sistemi vesayetten arındırmaya yönelik bir stratejiyi hayata geçirdi. Geride bıraktığımız on yılda, otoriter rejime kurumsal dayanak sağlayan ordunun ve yargının siyaset üzerindeki vesayeti ortadan kaldırılmıştır. Vesayet rejimini ayakta tutan aktör ve kurumlar zayıflatıldıktan sonra AK Parti öncülüğünde Türkiye, vesayetçiliğe dayanak teşkil eden Kemalist ideolojiyle ve bu ideolojinin en doğrudan yansıması olan ulus inşa projesiyle de yüzleşmeye başlamıştır.

ŞİDDETİN ÜRETTİĞİ MALİYET

Bugün Türkiye, siyasal sistemini henüz tam anlamıyla demokratikleştirememişse de, kararlı bir demokratikleşme arzusu içerisindedir. Zamanın ruhu, toplumun talebi ve iktidarın eğilimi, bu arzuyu siyasal iradeye dönüştürmeye yöneliktir. Bölgesel gelişmeler de bu yönelimi beslemektedir. 12 Eylül referandumu, yeni Anayasa süreci, darbelerle yüzleşme süreci ve yeni Türkiye özlemleri, Türkiye’nin demokratik bir siyasal sistem inşa etme arzusu ve kararlılığının yansımalarıdır. Demokratik bir siyasal sistem inşa etme iradesinin en önemli imtihanı, hiç kuşkusuz, Kürt meselesidir. Kürt meselesinin çözümüne yönelik önemli adımlar atılmış olmasına karşın, daha kat edilmesi gereken epey mesafe mevcuttur. Ancak, PKK’nın silahlı bir örgüt olarak varlığı ve gerçekleştirdiği şiddet/terör eylemleri, Türkiye’nin demokratikleşme iradesini sınırlandırmaktadır. Demokratikleşme arzusundaki Türkiye, PKK’nın tetiklediği psiko-politik endişeler dolayısıyla demokratikleşme iradesini gereken kararlılıkla hayata geçirememektedir. Değişen devlet aklı, değişmemekte direnen PKK dolayısıyla, öngördüğü değişim programını hayata geçirememektedir. PKK’nın varlığı ve tetiklediği güvenlik endişeleri, devletin kimi kurumlarının eski alışkanlıklarını sürdürmesini mümkün kılmakta, birçok alandaki hak ihlalleri bu gerekçeyle meşruiyet devşirmektedir. Bu çerçevede, şiddet, hem gerekli demokratik reformların hayata geçirilmesine, hem gerçekleştirilecek demokratik reformların Kürt sorununun çözümüne katkıda bulunmasına engel olmaktadır. Başka bir deyişle, PKK gerçekleştirdiği saldırılarla, siyasi iktidarın reform iradesini zora sokarken, Kürtler üzerindeki nüfuzuyla da çıkarılan demokratik reformların Kürtlerde ve toplumun genelinde beklenen bir rahatlamaya yol açmasını engellemektedir.

PKK’NIN TAKTİKLERİ DEĞİŞMEDİ!

PKK, 1990’lardan beri, bağımsızlık hedefinden vazgeçerek ‘demokratik bir Cumhuriyet’in hayata geçirilmesi adına mücadele ettiğini savunmaktadır. Normalde, bu vaadin, hem toplumdaki hem de devlet aklındaki bölücülük kaygısını ortadan kaldırması gerekir(di). Ancak, PKK, mücadele gerekçesini değiştirdiğini deklare etmesine karşın, mücadele stratejisini ve enstrümanlarını değiştirmemiştir. Bu nedenle, devlet de toplum da, PKK’nın vaadini bir teminat olarak görmeyip bölünme kaygılarından vazgeçmemiştir. Bu çerçevede, şeriat kaygısını geride bırakan toplumsal tahayyülün ve siyasal aklın, bölücülük kaygısını taşımaya devam etmesinin en önemli gerekçesi, PKK’nın silahlı varlığı ve gerçekleştirdiği eylemlerdir. PKK’nın silahlı varlığı, dindarlarla barışan rejimin Kürtlerle de tam anlamıyla barışmasını engellemektedir.

Oysa bugün Kürt hareketinin demokratik Cumhuriyetin inşa edilmesi için silahtan çok daha etkili enstrümanları mevcuttur. Hareketin, siyasi partisi, sayısı yüzü bulan belediyeleri, dernekleri, STK’ları yeterli sayıda iletişim kanalları, milyonlarca gönüllüsü var. Bütün bu demokratik enstrümanlarla, oldukça etkili bir siyasal mücadele verilebilir, veriliyor da zaten. Ancak, PKK’nın silahlı varlığı ve eylemleri, bu siyasal mücadelenin de karşılık bulmasını engellemektedir. Aslında Kürt meselesinin demokratik çözümü bellidir. Meclis kompozisyonu da, siyasi iktidarın iradesi de, bu demokratik çözümü hayata geçirmek için uygun görünüyor. Ancak PKK, gerçekleştirdiği eylemlerle, toplumdaki kaygıların canlı kalmasına hizmet ettiği müddetçe, bu iradenin siyasal kararlara dönüşmesi mümkün görünmüyor.

Sonuç olarak, Kürtlerin demokratik haklarına kavuşması için mücadele ettiğini iddia eden PKK, varlığı ve gerçekleştirdiği eylemlerle, Kürtlerin demokratik haklarına kavuşmasına engel olduğu gibi, Türkiye’nin demokratik siyasal sisteme kavuşmasını da engellemektedir. İmralı görüşmeleri, dışarıya yansıyanlar doğruysa eğer, Öcalan’ın bu denklemi görmesiyle başlamış görünüyor. Bu nedenle, bugün şahit olduğumuz süreç, Kürtlerin de taleplerini karşılayacak demokratik siyasal sistemin önündeki en önemli engeli teşkil eden PKK’nın silahlı varlığını sonlandırmayı amaçlıyor. Bu, devletin veya siyasi iktidarın Kürt meselesinin varlığını gözardı ederek PKK’nın tasfiyesiyle sınırlı bir siyaset yürüttüğü anlamına gelmiyor. Bilakis PKK’nın varlığının Kürt meselesinin demokratik çözümünü engellemesi dolayısıyla Kürt meselesinin demokratik enstrümanlarla çözülmesine imkân sağlamak için PKK’nın silah bırakmasına yönelik stratejilere öncelik veriliyor.

KÜRTLERİN SİYASAL ENERJİSİ

Rejimin yıllarca şeriat tehdidinin muhatabı kıldığı dindarların/islamcıların siyasal enerjisi, Türkiye’yi demokratikleştirdi. İslamcı/dindar kadrolar, rejimin kendilerine yönelen baskısını sonlandırmaya çalışırken, toplumun genelini rahatlatacak adımlar attılar. Son on yılda Türkiye’nin vesayetle mücadelesi büyük oranda bu kadroların öncülüğünde ilerliyor. Rejimin bölücülük tehdinin muhatabı kılarak ötekileştirdiği Kürtlerde de muazzam bir siyasal enerji var. Ancak maalesef bu siyasal enerji, PKK ve çeperindeki siyasal hareket eliyle Türkiye’nin demokratikleşme iradesini hızlandırmak yerine, başlayan demokratik sürecin ivmesini yavaşlatmaktadır. PKK’nın silahlı varlığı dolayısıyla, Türkiye, Kürtlerin siyasal enerjisinden yararlanamadığı gibi, Kürtler de gün geçtikçe daha müreffeh ve demokratik hale gelen, bölgesel ve küresel gelişmelerdeki etkisi artan bir ülkenin vatandaşı olma gururunu taşıyamıyorlar. PKK’nın rasyonel bir siyasi aktöre dönüşerek yerini legal siyasal kanallara bıraktığı bir senaryoda, bu asırlık siyasal enerjiyle Türkiye, hem toplumsal barışını daha hızlı tesis edecek tesis edecek hem de ekonomik ve siyasi istikrarını tahkim edecektir.

Star Açık Görüş, (19.01.2013)

Etiketler: