CHP Milletle Uzlaşabilir mi?

CHP'nin seçim yenilgisini açıklamak için ileri sürdüğü gerekçeler, tam da mevcut kadrolarından beklenen türden. Oktay Ekşi'ye bile "Bunlar bizi enayi mi sanıyor?" dedirten bu evlere şenlik "izahlar", CHP için seçim sonrası ikinci bir yenilgidir.  

CHP’nin seçim yenilgisini açıklamak için ileri sürdüğü gerekçeler, tam da mevcut kadrolarından beklenen türden. Oktay Ekşi’ye bile “Bunlar bizi enayi mi sanıyor?” dedirten bu evlere şenlik “izahlar”, CHP için seçim sonrası ikinci bir yenilgidir.  

Şimdi sorulması gereken soru şu: 22 Temmuz yenilgisinden sonra bile tehdit ve gözdağıyla krizlerden siyasi rant elde etmeye çalışan mevcut CHP genel başkanı ve kadroları, cumhurbaşkanlığı konusunda uzlaşmanın muhatabı olabilir mi? Abdullah Gül’ün adaylığı konusundaki tavrı, CHP’nin yeni bir cumhurbaşkanlığı krizi çıkartarak seçim yenilgisini unutturmak istediğini gösteriyor. CHP Genel Başkanı Sayın Baykal’ın sanki 22 Temmuz seçimleri hiç olmamış gibi hareket etmesini anlamak zor değil. CHP hiçbir zaman seçimlerle çok fazla ilgilenen bir parti olmadı. Gücünü sandıktan ve halktan değil, başka yerlerden devşirmeye çalıştığı için CHP’nin seçim sonuçlarını dâhiyane gerekçelerle izah etmesine şaşırmamak gerekiyor. CHP’ninki, “şu halk olmasa bu memleket ne güzel yönetilir” türünden bir devlet elitizmi. CHP’nin önde gelen kurmaylarından Onur Öymen’in AK Parti’nin % 47 oy almasını “mantıksızlıkla” izah etmesi aslında bütün tabloyu özetliyor. Asıl mesele de bu zaten. Bu temel soruna eşlik eden bazı yan etkenler de yok değil tabii. Bu ‘ikincil’ sorunlar, CHP Merkez Yürütme Kurulu’nun “Seçim Sonuçlarını AKP Lehine Etkileyen Temel Faktörler” adlı raporunda ele alınıyor. Raporun ismi bile CHP narsisizmini ele veriyor.

 

 

“Millet düşmanımız!”

 

 

 

Rapora göre CHP’den başka herkes suçlu. AK Parti zaferinin arkasında “başka güçler” var. Bu başka güçler her şeyi planladılar ve AK Parti’ye bir seçim zaferi hediye ettiler. Abdullah Gül’ü de bu başka güçler cumhurbaşkanı yapacak. Yani aslında CHP seçimi kaybetmedi. Seçim AK Parti’ye “kazandırıldı”. Niye? Çünkü “sistem” bu dönemde AK Parti’nin kazanmasını istedi. Peki, nedir bu sistem? Kimdir bu sistemin aktörleri, araçları? Eğer CHP’nin siyasi aklını biraz biliyorsanız, bu bulmacayı çözmekte zorlanmazsınız. İşte o muhteşem liste:

 

 

 

İmamlar, tarikatlar, Kürtler, medyadaki ikinci cumhuriyetçiler, belediyeler, istikrarın bozulmasından korkan sermaye çevreleri (yani “Sakin AKP’ye oy verdiğimi söylemeyin; herkes beni CHP’li sanıyor” diyen beyaz Türklerimiz). Bir de dışarıdan destek verenler var: ABD, AB, IMF. Baykal bu dış mihraklara seçim kampanyası sırasında Barzani’yi de eklemişti. Kısacası bütün dünya, iç ve dış düşmanlar bir araya geldiler ve bu seçimi CHP’ye zehir ettiler. Oysa millet kendi haline bırakılsaydı, CHP şöyle ağız tadıyla bir seçim kampanyası yürütecek ve mesela % 92 gibi bir çoğunlukla iktidara gelecekti!

 

 

 

Bu “seçim analizi”, CHP’nin temel ideolojik saplantılarını da ele veriyor. Bunlar, CHP’nin cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde oynayacağı rolü anlamak açısından üzerinde durulması gereken konular. CHP, İslam’ı ve Kürtleri, AK Parti’nin başarısının ardındaki iki faktör olarak görüyor. Dindar insanlar (CHP dilinde bunlar “imamlar, tarikatlar” oluyor) “irtica” tehdidine, Kürtler de “bölücülük” tehdidine tekabül ediyor. CHP’nin siyasi aklı, bu iki sorunu anlamaya çalışmaktan bile ısrarla kaçınıyor. CHP’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yani insanların hem Kürt hem de dindar olduğu bölgelerde eriyip gittiğini anlamıyor ya da anlamak istemiyor. Bu yüzden olmadık gerekçeler üretip kendini rahatlatmaya çalışıyor. Medyadaki ikinci cumhuriyetçiler, belediyelerin yaptığı yardımlar, IMF programı, sermaye sahipleri, vd. CHP hezimetinin asıl sebepleri olarak gösteriliyor. Yani zaten mantıksız ve akılsız olan millet, bir de bunlar tarafından kandırılmış ve sömürülmüş oluyor.

 

 

 

Mevcut CHP kadroları, dinî kimlik taleplerine saygı duymakla dini siyasete alet etmek arasındaki farkı görmek istemiyor. Diğer partilerin, örneğin DP ve MHP’nin ve hatta Genç Parti ve DTP’nin bile din konusundaki ölçülü tutumu dahi CHP için bir şey ifade etmiyor. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. CHP kurmayları istedikleri kadar “biz dine saygılıyız; ama siyasete alet edilmesine karşıyız” desin, Türkiye’nin % 80’i mevcut CHP’nin din konusundaki tavrını biliyor ve bu tavrı benimsemiyor.

 

 

 

CHP Kürt sorunu karşısında da benzer bir zihinsel daralmanın içinde. En meşru talepleri bile bölücülük olarak yaftalıyor; fakat bunların yerine örneğin Hakkâri’de, Diyarbakır’da, Şırnak’ta yahut Ağrı’da yaşayan Kürt vatandaşlarımız için somut bir şey koymuyor. Kürt sorununun çözümüne yönelik en sağdan en sola her tür çözüm arayışını tehdit ve tehlike olarak görüyor. Bugüne kadar Kürt yahut Güneydoğu sorunu konusunda somut ve makul bir öneride bulunan CHP’li bir milletvekili, parti üyesi yahut taraftar gördünüz ya da duydunuz mu?

 

 

 

CHP’nin cumhurbaşkanlığı, sivil haklar, hukuk reformu, Kürt meselesi ve diğer konularda izlediği politikalar sadece seçim sonuçları tarafından yanlışlanmıyor. Siyasette milletin desteği ne kadar önemliyse, siyasi aktörlerin aklı da o kadar önemlidir. CHP kendi tabanından gelen uyarı ve işaretlere rağmen bir akıl tutulması yaşıyor. Cumhurbaşkanlığı konusunda aynı tavrını sürdüren Baykal, siyasette ne kadar yalnızlaştığının farkında değil mi acaba? Meclis’e ikinci kez girmeyerek adeta “yokluk üzerinden varlık siyaseti” yapmaya çalışacak olan mevcut CHP kadroları, hiçbir uzlaşmanın muhatabı olmadıklarını da ilan etmiş oluyorlar.

 

 

 

CHP yine alışık olduğumuz taktiklerle Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek için kriz ve gerginlik uyarılarında bulunuyor. AK Parti’yi yine birilerine şikâyet ediyor; askeri kışkırtarak siyasi güç devşirmeye çalışıyor. Sandıktan alamadığı yetkiyi ve gücü başka yerlere göz kırparak elde etmeye çalışan mevcut CHP kadroları, hangi millet iradesinin temsilcisi olabilir?

 

 

 

Milletin önünde durarak değil, devletin arkasına sığınarak kaçak siyaset yapmak CHP’nin kaderi olmak zorunda değil. Bu kadar hata ve hezimetten sonra CHP genel başkanının devletin gerçek sahiplerinin sözcüsüymüş gibi çıkıp kriz, gerilim, bunalım, çatışma, vs. uyarılarında bulunması ne kadar sahici ve inandırıcıdır? Bu Meclis, 22 Temmuz günü tecelli eden millet iradesinin % 85’ini temsil ediyor. CHP bunun % 21’ine sahip idi. DSP’lilerin ayrılmasıyla bu oran, 20’lerin de altına düştü. Baykal hâlâ çıkıp, “Benle uzlaşmazsan, kimseyle uzlaşmamış sayılırsın” diyor ve ekliyor: Başkasıyla uzlaşmana da izin vermem! Milletle, partisiyle, tabanıyla, kendini doğal CHP’li sayan köşe yazarıyla, akademisyeniyle, kadın kuruluşlarıyla, sendikasıyla, emekli ve muvazzaf diplomatıyla, işadamıyla uzlaşma becerisini gösteremeyen mevcut CHP kadroları, Meclis’in % 80’i ile uzlaşabilir mi? Milletle uzlaşabilir mi?

 

 

 

Eğer uzlaşamazsa, o zaman bundan sonra CHP’yi cumhurbaşkanlığı konusunda uzlaşmanın bir tarafı ve muhatabı olarak görmek boşa kürek sallamak demektir. CHP, kendini siyaset dışı aktörlerin siyasetteki uzantısı yahut sözcüsü olarak görebilir; ama bunun bile 22 Temmuz hezimetinden sonra anlamını yitirdiğini görmek zor değil. Eğer siyaset dışı aktörler CHP kadrolarının vehmettiği gibi gerçekten CHP’yi siyasetteki sözcüleri yahut uzantıları olarak görüyorsa, yeni adresler bulmalarının zamanı gelmiş demektir. Son tahlilde millet ve Meclis, CHP’nin içinde yer almadığı bir uzlaşmaya zaten varmış durumda. Hem seçmenin hem de seçimden sonra CHP dışındaki aktörlerin tutumu, cumhurbaşkanlığı etrafında yeni bir krizin yaşanmayacağını ve Abdullah Gül’ün büyük bir uzlaşmayla cumhurbaşkanı seçileceğini gösteriyor. Mevcut CHP kadroları buna direnmeye devam edebilir. Bu durumda CHP’yle çatışmak, uzlaşmanın tek yolu haline gelir ki bu sonucun tek sorumlusu Meclis’te uzlaşma arayanlar ya da CHP’ye oy veren 7 milyon seçmen değil, mevcut CHP kadrolarının kendisi olacaktır. Seçim hezimetini unutturmak için yeni bir cumhurbaşkanlığı krizinden medet ummak, CHP’nin son umudu olabilir; ama bunun da fayda vermeyeceği ortada.

 

 

Zaman – 17 Ağustos 2007

Etiketler: