Büyük Güçlerin Mücadele Alanı: Afrika

Dünya politikasında Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra ortaya çıkan tek merkezli ve tek süper güçlü dönemin sona ermeye başlaması dünya coğrafyasında yeni bir jeopolitik düzenin de kapılarını aralamaya başladı.

Bu yeni dönemde yıllardır dünya politikasında en çok ihmal edilen coğrafyalar arasında yer alan ve adını haberlerde sadece açlık ve iç savaşlarla duymaya alıştığımız Afrika kıtası, dünya ekonomisi ve politikasının devleri olan Çin ve Amerika Birleşik Devletleri’nin yeni mücadele alanlarından biri olmak üzere. Soğuk Savaş sonrası Amerika ve diğer büyük güçlerin dikkatlerini dünyanın farklı coğrafyalarına yoğunlaştırdığı bir zaman diliminde Çin Halk Cumhuriyeti, bölgede güçlü bir ekonomik ve siyasi varlık inşa etmeye ve bölge ülkeleriyle birçok ikili ticari anlaşmalar imzalayarak yakın ilişkiler kurmaya başlamıştı. Önceleri Çin’in dünyaya açılma politikasının bir parçası olarak yorumlanan ekonomik ilişkiler ağı 2000’li yıllara gelindiğinde artık bir yandan Amerika’nın bölgedeki ekonomik varlığını tehdit etmeye öte yandan da Çin lehine bölgede stratejik ve siyasi etki yaratır hale geldi.

Çin için bölge öncelikle yirmi seneye yakın bir süredir yüzde dokuzlarda olan ekonomik gelişmesi için son derece önemli olan enerji ve doğal kaynaklar açısından kritik bir önemi haizdi. Çin, Afrika kıtasında özellikle otoriter ülkelerle yaptığı ekonomik ve ticari anlaşmalarla başta petrol ve kömür yatakları olmak üzere, demir, çelik ve bakır kaynaklarını kontrolü altına alıyor, bunun karşılığında ise ülkelerin altyapı çalışmalarına katkıda bulunacak şekilde uzun vadeli düşük faizli kredi ve hibeler sağlıyordu. Bunun karşılığında birçok Afrika lideri için Çin ile ilişkileri geliştirmek iki açıdan oldukça olumlu sonuç doğuruyordu. Birincisi birçok üçüncü dünya ülkesi gibi Afrika ülkeleri de Çin modeli ekonomik kalkınmaya Batı tarzı ekonomik kalkınmadan daha olumlu yaklaşmaya başlamıştı. Buna göre idari açıdan herhangi bir iyileşme oluşturmadan ve siyasi ve sosyal reform gerçekleştirmeden tepeden inmeci ve devletin rehberliğinde bir kalkınma modeli Çin örneğinde olduğu gibi oldukça başarılı olabiliyordu. Dolayısıyla toplumsal iyileşmeden önce devleti zenginleştirerek hem rejimi güçlendirmek hem de bölgesel etki sahibi olmak birçok otoriter Afrika lideri için daha cazip bir yol idi. Dahası Çin, ekonomik anlaşmalarda yol, köprü ve stadyum gibi altyapı hibelerinde bulunuyor ve bu yapılar hem Afrika halkları hem de rejimler tarafından oldukça takdir görüyordu.

ÇİN, AFRİKALI LİDERLERE HİTAP EDİYOR

Afrikalı liderlerin Çin ile olan ilişkilerindeki ikinci önemli husus ise özellikle Bush yönetiminin “Freedom Agenda” (Özgürlük Ajandası) ile otoriter liderleri hedef aldığı ve rejim değişikliği amaçladığı bir dönemde Çin’in bu siyasete taban tabana zıt bir yol izlememesi ve Afrika ülkelerinin iç işlerine karışmama kararlılığını sıklıkla ifade etmesiydi. Böylece başta Amerika olmak üzere Batılı ülkelerle ekonomik ilişkilerin gelişmesi durumunda bu ülkelerden gelebilecek fikir akımlarına maruz kalacağını ve dolayısıyla rejimlerinin zayıflayacağını düşünen otoriter liderler için Çin’in insan hakları ve demokrasi konusundaki kayıtsızlığı oldukça işe yarar görünüyordu. Bu şekilde ekonomide Çin’in yaptığı altyapı yatırımları ve işletmeye başladığı madenlerdeki iş imkânları otoriter liderlere aşağıdan gelecek tepkileri azaltacak ve yapılan ekonomik anlaşmalar sayesinde de rejim daha fazla zenginleşerek mevcut gücünü muhkemleştirecekti. Dahası Batı ülkelerinin kendileri istemese dahi Batı medyası tarafından ilişkilerin gelişmesi halinde gündeme getirilecek insan hakları, demokratikleşme ve idare meseleleri Çin ile ilişkilerde hiçbir şekilde baş ağrıtmayacaktı.

Çin’in bölgede ekonomik ve doğal kaynaklar temelinde geliştirdiği ilişki kısa zamanda ciddi boyutlara vardı. 2009 yılında Afrika kıtasının en büyük ticari partneri haline gelen Çin, petrol ihtiyacının yüzde 30’unu da başta Angola, Sudan, Nijerya ve Kongo olmak üzere Afrika ülkelerinden karşılamaya başladı. Ancak Afrika’da yükselen Çin etkisi geçtiğimiz birkaç sene içerisinde ekonomik sınırları aşıp siyasi boyutlar da kazanmaya başladı. Çin hükümeti BM’de en fazla temsilcisi olan Afrika ülkelerini uluslararası platformlarda yanına alabilmek için siyasi inisiyatifleri de güçlendirmeye başladı. Bu sebeple doğal kaynakları bulunan ülkelerin yanında Malavi gibi daha fakir Afrika ülkelerine de altyapı desteği sağlayarak özellikle Tayvan gibi meselelerde uluslararası destek sağlamaya çalıştı. Afrika ülkeleriyle yaptığı ikili anlaşmalarının yanında yeni oluşmaya başlayan Afrika Birliği nezdinde de ciddi girişimlerde bulunan Çin hükümeti, Afrika Birliği’nin Addis Ababa’daki binasının yapımını üstlenerek 200 milyon dolar civarında bir hibede bulunmuştu.

Çin’in Afrika’da takip ettiği siyasetin doğal kaynak noktasından artık jeopolitik ve stratejik bir hale dönüşmeye başlaması ve Afrika ülkelerinde iç politikada önemli bir başlık haline dönüşmeye başlaması, önce Afrika ülkelerindeki toplumların bazı kesimlerini daha sonrasında ise dünyadaki süper güçleri oldukça rahatsız etmeye başladı. Öncelikle Çin’in madenleri kontrol altına aldığı Zambiya gibi ülkelerde Çinli işletmecilerin izlediği sömürücü ve baskıcı işletme metotları halkın büyük kısmında tepkiyle karşılanmaya başlamıştı. Çinli işletmeler, bir yandan Çin’den getirdiği işgücünü kullanmayı tercih ederek ülkedeki işsizlik meselesini daha da artırıyor öte yandan da Afrikalı işçileri çalıştırdığı işletmelerde işçileri olumsuz şartlarda uzun saatler ve zaman zaman da tehdit ve baskıyla çalıştırıyordu. Bu sömürücü yapı karşısında birçok Afrika ülkesinde Çin’e ve bu ülkenin yatırımlarına karşı ciddi bir tepki oluşmaya başlamıştı. Dahası Çin’in otoriter rejimlere sağladığı destek, bu ülkelerdeki demokrasi ve insan hakları konusunda mücadele eden kesimler tarafından da oldukça problemli olarak karşılanmıştı. Bunun yanında Çin’in bölgede oluşturduğu etki alanı Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa için de jeopolitik bir sorun oluşturuyordu. Bu sebeple özellikle Bush’un başkan olduğu dönemde Amerika, bölgeye yönelik birçok ekonomik ve siyasi inisiyatif geliştirdi. Bu inisiyatiflerin büyük bir kısmı bölgede salgın haline gelen AIDS gibi hastalıkların önlenmesi için oluşturulan girişimlerdendi. Bush yönetimi, bölgeye yapılan insani yardımın yanında aynı zamanda ticari anlamda da ilişkileri geliştirmeye yönelik çalışmalar içine girdi. Kıta kısa bir süre zarfında ABD ticari delegasyonlarının en sık ziyaret ettiği bölgeler arasında yer almaya başladı. Aynı yıllarda Bush yönetimi, bölgede askerî bir varlık oluşturabilmek için Savunma Bakanlığı bünyesinde AFRICOM’u oluşturdu. Daha önce üç ayrı bölge komutanlığı tarafından ele alınan Afrika kıtası, ilk kez bir komutanlık bünyesinde birleştiriliyordu. Her ne kadar bu askerî birliğin oluşturulması sırasında bölgenin terör örgütlerine ev sahipliği yapmasını engellemek ve kıtanın güvenliği ön plana çıkarılsa da bölgedeki enerji kaynakları (özellikle Amerika’nın en büyük petrol sağlayıcılarından biri olması hasebiyle Nijerya) ve Çin’in kıtada artan etkisi, uzmanlar tarafından sıklıkla jeopolitik gerekçeler arasında gösterildi.

OBAMA’NIN ‘HALKIN KALBİNİ KAZANMA’ STRATEJİSİ

ABD’de Obama’nın başkan seçilmesi sonrasında Afrika konusunda Bush döneminde başlatılan birçok inisiyatif devam ettirildiği gibi, bölgeye özellikle ekonomik ve altyapı gelişimi sağlayacak yatırımların da sayısı oldukça artırıldı. Washington’da birçokları babası Kenyalı bir politikacının başkan seçilmesi, ABD’nin BM nezdindeki büyükelçiliğe Susan Rica, Afrika konularında bir uzmanı ataması ve Beyaz Saray’da özellikle son Libya operasyonu ile adından oldukça sık söz ettiren ve Afrika konusunda uzmanlığı bulunan Samantha Power’ın Obama’nın danışmanlığına getirilmesinin Afrika’yı ABD dış politika gündeminde daha da öne çıkaracağını savunuyor. Bunun yanında AFRICOM da bugün bölgede bir yandan güvenlik konularında yeterlilik elde etmeye çalışırken (Libya ve Liberya’da olduğu gibi) öte yandan da Afrika toplumlarında gerek eğitim gerekse sosyal hizmetler alanlarında faaliyet göstererek halkın kalbini kazanmaya çalışıyor.

Bütün bunların Afrika toplumlarına ne kazandıracağı ise henüz tam olarak kestirilemeyen bir husus. Bir yandan dünyanın iki süper ekonomik gücünün sağladığı dış yardım ve hibelerden yararlanırken öte yandan da iki süper güç için savaş ve mücadele alanına dönüşme riski de var. Afrika’da şimdilerde bu süper güç mücadelesinin nasıl kıtanın yararına dönüştürüleceği tartışılıyor. Zira fillerin kavgasında ezilmek riski her zaman mevcut.

Zaman (05.04.2012)

Etiketler: