Brookings Enstitüsü Obama’nın Kurmay Havuzu

ABD siyasi sistemini biraz yakından tanıyanlar, Brookings Enstitü’nin Obama’nın gölge yönetimi olduğu tezinin çok da abartılı olmadığını takdir edeceklerdir. ABD’nin 44. başkanı olarak göreve başlayan Barack Hüseyin Obama’nın, Beyaz Saray ekibini ve kabinesini kurarken kullandığı insan havuzlarının biri eğer kendi seçim bölgesi Chicago’nun yerli siyasetçileri ise diğeri de Washington’un en eski, en zengin ve en itibarlı düşünce kuruluşlarından Brookings Enstitüsü’dür. Bunda hiç de şaşılacak bir durum yok aslında.

ABD siyasi sistemini biraz yakından tanıyanlar, Brookings Enstitü’nin Obama’nın gölge yönetimi olduğu tezinin çok da abartılı olmadığını takdir edeceklerdir. ABD’nin 44. başkanı olarak göreve başlayan Barack Hüseyin Obama’nın, Beyaz Saray ekibini ve kabinesini kurarken kullandığı insan havuzlarının biri eğer kendi seçim bölgesi Chicago’nun yerli siyasetçileri ise diğeri de Washington’un en eski, en zengin ve en itibarlı düşünce kuruluşlarından Brookings Enstitüsü’dür. Bunda hiç de şaşılacak bir durum yok aslında.

Zira Obama’dan önceki başkan George W. Bush da American Enterprise Enstitüsü’nü (AEI) benzer şekilde kullanmış, hatta 2007 yılında ABD’nin Irak’ta değişen askeri stratejisini de büyük oranda (zamanın önemli komutanlarından halen Irak’taki ABD birliklerinin komutanı Ray Odierno ile birlikte), AEI uzmanlarından Fred Kagan ve emekli asker Jack Keane’in tavsiyesine göre belirlemişti.

Aslında Obama ile Bush arasındaki devir teslim bir yönüyle Teksas ekibinin Chicago ekibi ile yer değiştirmesi ise, bir yönüyle de Brookings ile AEI’ın, yani düşünce kuruluşlarının yer değiştirmesidir.

Brookings Enstitüsü bu konumunu kolay edinmedi. Sadece Obama’nın değil, göreve gelen neredeyse bütün Demokrat başkanların personel havuzu olarak görülmek, bunun karşılığını vermek ciddiye alınması gereken bir çabayı da gerektiriyor. Brookings de bu açıdan değerlendirilmesi gereken bir kurumdur. Brookings’in ABD düşünce kuruluşları arasındaki yerine geçmeden önce kısaca ABD’de düşünce kuruluşlarının konumuna bakmak gerekir.

Siyasetçi membaı

Diğer ülkelerden farklı olarak ABD’de düşünce kuruluşları oldukça sağlam, yerleşik ve tanımlanmış bir konuma sahiptir. ABD’de bir asrı aşan tarihiyle, düşünce kuruluşları ekonomi, sağlık ya da siyaset uzmanlarının ve her çeşit elitin biraraya gelerek çeşitli siyasi sorunlara, kendi siyasi pozisyonlarına göre çözüm aramak üzere oluşturduğu, varolan siyasi yönetimlere siyasa alternatifleri sunan kurumlardır. Bu elbette düşünce kuruluşlarının en geniş tanımı. Bunun ötesinde düşünce kuruluşlarının başka işlevleri de var. Mesela düşünce kuruluşları gerçekten uygulanabilir somut projeler üretmenin yanısıra, araştırma kuruluşları ya da orta ve üst düzey siyasetçileri iktidar olmadıkları dönemde istihdam etme amacı da taşıyan kuruluşlardır.

Bu son işlevleriyle hem eski siyasetçileri siyaset alanında tutarlar, hem bu kişilerin siyasi tecrübelerinin zayi olmasını engellerler hem de bir sonraki iktidar dönemine kadar bu kişilerin siyasi hayattan kopmasının önüne geçerler. Bu yanıyla çok eleştirilse de aslında düşünce kuruluşlarının siyaset elitlerini mobilize edici bir yanı olduğu da vakıadır. Düşünce kuruluşları savundukları siyasa alternatiflerini gündemde tutabilmek, bunları uygulanabilir hale getirmek için yalnızca araştırma yapmaz, aynı zamanda bu araştırmalarını topluma da yayarak kamuoyu oluşturmaya yönelik çalışmalar yaparlar.

ABD düşünceye açık

Örneğin Brookings bu amaçla medyaya daha rahat ulaşmak için kendi bünyesinde bir TV stüdyosu dahi kurmuştur. Ayrıca düşünce kuruluşları konferanslar düzenler, çeşitli konularda kısa pozisyon makaleleri, daha kapsamlı konularda uzun araştırma raporları yayınlar, yazılı ve görüntülü basında yer alarak tartışma gündemini belirlemeye de çalışırlar. Bu açıdan düşünce kuruluşlarını en iyi anlatan ifade belki de ‘argüman üretme merkezleri’dir.

Düşünce kuruluşlarının en gelişmiş ve en etkili olduğu, siyasetin vazgeçilmez ve organik bir parçası olduğu ülke ABD’dir şüphesiz. Ancak zamanla bir çok ülkeye yayılan düşünce kuruluşları, karmaşıklaşan siyasa alternatifleri ve çıkar ilişkileri karşısında zamanla küresel bir hal almıştır.

ABD’de ilk düşünce kuruluşunun tarihi 1907’ye uzanır. . Eşinden kalan miras ile bu tarihte The Russel Sage Foundation’ı düşünce kuruluşu olarak kuran Margaret Olivia Sage büyük ihtimalle dünyanın tüm ülkelerine yayılacak bir kurumun temelini attığının farkında değildi. Daha çok fakirlikle savaş temelinde yardımın doğasının nasıl olması gerektiği üzerine araştırmayla işe başlayan kurumu kısa zamanda birçokları izledi. Yazımızın konusu olan Brookings Enstitüsü de 1916 yılında kurulan ve bugüne kadar gelen en eski düşünce kuruluşlarından biri.

Düşünce kuruluşları o günden bu yana çeşitli değişimlere uğrayarak dönüşen kurumlardır. Ancak bunlar arasında etki açısından Brookings’in rakibi olan bir başkası yok gibi. Etki açısından Brookings’den önde gelen İkinci dünya Savaşı’nın ardından kurulan RAND, Pentagon’a bağlı yarı resmi bir kuruluşken, Heritage ise Brookings’e göre çok daha genç ve muhafazakar yönetimler üzerinde etkili.

Brookings’le ciddiyet, akademik yetkinlik ve tarafsızlık konusunda yarışabilecek bir diğer kurum olan ve tarihi 1910’a kadar giden Carnegie Endowment ise daha dar alana odaklanan bir kurum.

Hali hazırdaki düşünce kuruluşlarına baktığımızda, Foreign Policy Dergisi’nin 2008 yılında dünya düşünce kuruluşlarını değerlendiren en son araştırmasına göre, ABD’de toplam 1777 adet düşünce kuruluşu mevcut. Bu kuruluşların yaklaşık 30 tanesi önemli düşünce kuruluşu sıralamasına yer alabilirken, tüm düşünce kuruluşlarının neredeyse üçte birinin başkent Washington D.C.’de olduğunu da kaydetmek gerekir. Yine bu 1777 kuruluşun neredeyse yarıya yakını çeşitli üniversitelerin yan kuruluşu olarak görev yapan düşünce kuruluşları.

Think thank’in işlevi

Düşünce kuruluşlarını çeşitli sınıflandırmalara tabi tutmak mümkün. Bu konudaki çeşitli çalışmalar düşünce kuruluşlarını ideolojik yönelimlerine, çalışma alanlarına, iş üretme kapasitelerine ya da finansman durumuna göre tasnif ederler. Ancak geleneksel düşünce kuruluşları tarihsel olarak daha çok araştırma ve akademik üretimle ile ilişkilidirler. Bunlar arasında Wilson Center ya da Hoover Enstitüsü’nü sayabiliriz. Ancak düşünce kuruluşları yakın zamanlarda evrim geçirerek siyasa üretimi konusunda ağırlıklarını artırmışlar, böylece daha pratik ve uygulanabilir bilgiler üretmeye başlamışlardır.

Brookings, AEI, CFR, CSIS, Carnegie ya da Heritage bu tür düşünce kuruluşlarındandır. Hem akademik kaliteyi hem de uygulanabilirliği eşit ağırlıkla ele alırlar. Bir de bu tür kurumların ürettiklerini uygulamaya çalışan sadece pratik yönelimli kuruluşlar vardır. Finansman ve kaynak açısından da kaynak çeşitliliğine önem veren düşünce kuruluşları liberal ve neo-liberal dalganın ABD’yi silip süpürmesi neticesinde devlet dışı kaynak arama eğilimiyle yaygınlık kazanmıştır.

Böylece Urban Enstitüsü ya da RAND gibi yarı resmi ya da resmi kuruluşlar dışındaki düşünce kuruluşları mümkün olduğu kadar siyasi parti, devlet ya da şirket kontrolüne girmeden, bağımsız bir duruş sergilemeye çalışırlar.

ABD bağlamında bağımsız düşünce kuruluşu bu anlamıyla siyasi olarak tarafsız değil daha çok kaynak olarak bağımsız anlamında kullanılmaktadır. Ancak bu noktada da başka sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Düşünce kuruluşlarını siyasi olarak da ayırmak mümkündür.

Bazı düşünce kuruluşları son derece partizan, bir siyasi duruşun sözcüsü olarak karşımıza çıkar. Bunun yanısıra siyasi olarak bir yana eğilimli ancak merkeze yakın farklı isimlere yer veren düşünce kuruluşları asıl yaygınlığı oluştururlar. Bu açıdan Heritage ya da Hoover sağa daha yakınken, Brookings ve Carnegie merkez sola, CFR ise tam merkeze eğilimlidir. Ancak tüm bu kurumlar kendilerini siyasi açıdan tarafsız olarak tanımlamaya dikkat ederler. Bir de son yıllarda ortaya çıkmaya başlayan ‘butik düşünce kuruluşu’ tipi oluşmaya başlamıştır. Bu tür kuruluşlar küresel ısınma, sağlık siyaseti ya da uranyum zenginleştirmesi daha çok belli konulara odaklanan kurumlardır.

Brookings bu bağlamda değerlendirilmesi gereken bir düşünce kuruluşudur. Kurumun önemini anlamak için yeni yönetime verdiği önde gelen isimlere bakmak kafi: BM Daimi Temsilcisi Susan Rice, Dışişleri’nin iki numarası ve siyaset belirlenmesinden sorumlu James Steinberg, Beyaz Saray Bütçe Bürosu Direktörü Peter Orszag ve ekonomi koordinasyonundan sorumlu Ulusal Ekonomi Konseyi Direktör Yardımcısı Jason Furman. Bunlar ilk etapta akla gelen, Brookings’den doğrudan transfer edilen isimler.

Bunun yanısıra bir şekilde geçmişte Brookings’de çalışmış, Brookings’e yolu düşmüş bir çok isim de yönetimde yerini almış durumda. Ayrıca henüz ismi açıklanmayan ya da nispeten daha alt düzeyde olduğu için ismi öne çıkmayan Phil Gordon gibi isimler de yine Brookings’in Obama yönetimindeki ağırlığını gösteriyor.

Brookings’in bütçesi

Brookings’in mali yapısına gelince, bağışlardan oluşan sermayesiyle Brookings’in kendi parası normal operasyon bütçesinin yüzde 20-33’ünü karşılamaya yetiyor. Geri kalanı ortak çalışmalarda çeşitli projeler karşılığında edinilen bağışlarla karşılanıyor. Mesela Türkiye konusunda TÜSİAD’ın ortak olduğu proje bunun bir örneği iken, bir diğer örneği de yine masrafları Haim Saban tarafından karşılanan Ortadoğu araştırmaları merkezi Saban Center. Brookings’in 1983’te 13 milyon dolar olan yıllık bütçesi, 2005’te 41.5 milyon dolara, 2008’de ise 60.7 milyon dolara kadar çıktı çıkardı. Bütçe büyüklüğü açısından RAND ve Urban gibi devlet destekli kurumlar haricinde, Brookings birinci sırada.

Brookings sadece bugün değil, tarihsel olarak da ABD’nin her daim en etkili düşünce kuruluşlarından birisi hatta en önde geleni olmuştur. 70’lerde ABD siyasetine damga vuran bir çok konuda Brookings’in ürettiği çözümler halen ABD siyasetini ve gündelik hayatını belirliyor.

Bunlar arasında çocuklar için vergi indiriminden, sağlık politikalarına, dış siyasetten eğitime kadar bir çok konu var. Şu andaki başkanı Strobe Talbott’un rehberliğini kabul edersek Brookings, 1920’lerde kamu bütçesi çalışmalarıyla, 30’larda sosyal sigorta çalışmalarıyla 40’larda BM’nin kuruluş çalışmalarında ve Marshall Planı’nın oluşturulmasında, 50’lerde başkanlığın geçiş döneminin sistematize edilmesinde, 60’larda serbest piyasa kurallarının oluşturulmasında, sonraki on yılda Kongre bütçesinin oluşmasında, 80’lerde sağlık reformu ve vergi politikasında, 90’larda seçim kampanyalarının mali yapılarının düzenlenmesi ve refah devleti uygulamalarında etkili oldu.

2000’li yıllarda ise 11 Eylül travmasını atlatamayarak ağırlığını güvenlik, savunma ve Ortadoğu siyasetinin belirlenmesine verdi. Brookings’in yavaş yavaş 11 Eylül çerçevesinin dışına çıkmaya, Guantamamo ya da diğer insan hakları ihlallerinde alternatif üretmeye çalıştığını söyleyebiliriz.

Türkiye’ye bakışı

Ancak Brookings için en önemli dönüm noktası, ABD siyasetinin duayenlerinden, CFR başkanlığının ardından yeniden Brookings’de görev alan Richard Haass’ın kuruluşun iç yapısını değiştirmesidir.

90’larda yapılan bu reformla Brookings ağırlıklı olarak akademisyenlerin yeraldığı bir eğitim ve tavsiye kurumundan, siyasetçilerin ve bürokratların ağırlığının arttığı, siyasete taze kan ve proje enjekte eden bir kurum haline geldi. Brookings’in ABD Kongresi çalışanları ve Kongre’yi takip eden gazeteciler arasında ABD siyasetini en çok belirleyen düşünce kuruluşu denildiğinde Brookings’in birinci ya da Heritage’ın ardından ikinci gelmesinde Haass’ın bu müdahalesinin büyük payı var. Ancak aynı şekilde Brookings’in akademik kaliteden taviz vermemesi de halen Kongre çalışanları ve gazeteciler tarafından ‘en güvenilir’ düşünce kuruluşu seçilmesini sağlamıştır.

Brookings şu anda ABD Yönetimi’ne en yakın düşünce kuruluşu olarak (bu yakınlıkta tek ortağının Dış İlişkiler Konseyi (CFR) olduğunu kaydedelim), Obama Yönetimi’nde oldukça etkili olacak bir kuruluş. Sadece yönetime verdiği isimlerle değil, geçen yıllar içinde ürettiği projelerle de Brookings’in etkisi hissedilecek.

Özellikle Avrupa ile ilişkilerde çok taraflılık ilkesinin hakim olması, dünya nükleer enerji ve uranyum zenginleştirilmesi rejiminin belirlenmesinde (Carnegie ile birlikte), Saban Center ve Martin Indyk üzerinden İsrail siyasetinde Netanyahu’ya mesafeli İsrail yanlısı tavrıyla, Pakistan ve Afganistan konusunda ürettikleri, Irak konusunda ise Michael O’Hanlon üzerinden etkili olacak bir kurum niteliğinde. Obama’nın Türkiye siyasetine etkisi açısından ise AB sürecine verdiği destek, Türkiye uzmanları eski Büyükelçi Mark Parris, Dışişlerine gönderdiği isim Phil Gordon ve Türkiye uzmanı Ömer Taşpınar’ın yazdıkları ile etkili olacaktır.

Ayrıca yine enerji politikalarında Bakü-Ceyhan hattının önemli figürlerinden eski dışişleri üst düzey yöneticisi Strobe Talbott’un etkisi hissedilecektir. Tüm bu ilişkiler, demokrat siyasetçilerin adresi konumundaki kuruluş, Obama Yönetimi’nin ne tür politika izleyeceğini anlamak isteyenler için takip edilmesi gereken en önemli adreslerden biridir.

Açık Görüş – 1 Mart 2009 Pazar

Etiketler: