Adli Yıl Açılış töreni Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi'nde yapıldı. Törene katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan konuşma yaptı. ( Murat Kaynak - Anadolu Ajansı )

Batı’nın Erdoğan Karşıtlığında Buluşan Yandaşları

Türkiye'nin sınırlandırılması isteği 15 Temmuz gecesi milli iradenin Türkiye siyaseti açısından artık gerçek bir aktör olma hüviyetine kavuşması ile bir kez daha akamete uğradı.

Uluslararası basın ve Batılı devletlerden Türkiye’ye yönelik uzun bir müddettir devam eden eleştiri ve art niyetli tutumların 15 Temmuz itibariyle yeni bir sürece evrildiğini söylemek mümkün. Aslında Arap Baharı sürecinin en başından itibaren Ortadoğu coğrafyasında yaşanan siyasal ve toplumsal gelişmelere yönelik Batı’nın aciz yaklaşımı dikkate alındığında çok da garipsenecek bir durumun olmadığı görülmektedir. Bu yüzden Batılı değer ve ilkelerin yalnızca efsunlu kelimeler olarak bir hatıra kıymetinde kaldığı günlerden geçmekteyiz.

Darbe girişimi sonrasında gösterilen bu tutum fecaati aynı zamanda Batı’nın bölgesel düzen tasavvurundaki Türkiye algısının da bir yansımasıdır. ABD ve birçok AB ülkesi ile Suriye meselesi başta olmak üzere bölgedeki birçok kriz alanında ve Türkiye’nin güvenlik öncelikleri noktasında zaten ciddi bir gerilim sürmektedir. Dolayısıyla Türkiye’den beklenen arzu edilen sınırlar içerisinde hapsolmuş bir pozisyonu kabul etmesi ve buna göre davranmasıdır. Aslında son üç yıllık sürede Türkiye’nin yaşadığı birçok acının sebebi bu beklenti ile Türkiye’nin duruşu arasındaki makas farklılığından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla 15 Temmuz darbesi her ne kadar dahili bir virüs ise de bir o kadar da harici bölgesel düzen hesaplarının da bir tezahürüdür. Peki, çok net bir biçimde gözlemlenen bu rahatsızlık sadece Batılı devletlerde mi mevcut?

OLAĞAN ŞÜPHELİLER

Basına yansıdığı şekliyle Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan gibi bazı bölge devletlerinin ve Dahlan gibi figürlerin darbe sürecinde dahilleri olduğuna yönelik ciddi iddialar ortaya atıldı. Başbakan Binali Yıldırım’ın medya temsilcileriyle yaptığı toplantıda Suudi Arabistan’ın darbeye destek verdiği yönündeki iddiaların sorulmasına üzerine “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” cevabını vermesi oldukça önemlidir.

Aynı zamanda Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed el-Nahyan’ın danışmanlığını yapan Dahlan’ın, kendisine ait El Gad Televizyonu’nda FETÖ elebaşısı Gülen ile röportaj yapılması bu iddiaları güçlendirdi. Aslında Ortadoğu’da sahibinin sesi ve piyonu konumunda olan bu tarzda birçok figüre rastlamak mümkündür. Bölgedeki birçok gizli ve örtülü ilişkinin ve bir o kadar da kirli planlamaların arkasındaki isim olarak gösterilen Dahlan’ın, Gezi Parkı olayları ve 15 Temmuz darbesi sürecinde Türkiye’de adı sık olarak anıldı. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Gülen’in “Röportaj verdiği televizyonun arkasında yine bir terörist var” şekliyle Dahlan’ı terörist olarak tanımlaması Türkiye’nin bu yöndeki haberleri sadece ‘iddiadan’ ibaret görmediğini ortaya koymaktadır.

Kral Selman ile birlikte güvenlik tehdidi olarak İran’ı ve bölgedeki nüfuz alanını birinci sıraya yerleştiren Riyad yönetimi, Türkiye ile Arap Baharı sürecinde yaşadığı ihtilafları geride bırakarak ikili ilişkilerde yeni bir sayfa açtı. Aslında Türkiye ile Suudi Arabistan’ın bölgedeki acil güvenlik ihtiyaçları bu yakınlaşmayı zaruri kıldı. İncirlik üssünde Suudi Arabistan Hava Kuvvetleri’ne ait uçakların konuşlandırılması, ‘Teröre Karşı İslam İttifakı’ çerçevesinde beraber hareket edilmesi ve ‘Kuzeyin Gök Gürültüsü’ askeri tatbikatı gibi süreçler ilişkileri olumlu yönde ileriye taşıdı. Benzer şekilde geçtiğimiz aylarda Ankara’ya büyükelçi ataması yaparak Türkiye ile ilişkileri düzeltme yönünde adım atan Birleşik Arap Emirlikleri, son birkaç yıldır koruduğu sert ve katı tavrını değiştirmişti. Dolayısıyla darbe öncesi dönemde her iki ülkenin Türkiye ile olan ilişkilerinde ciddi bir iyileşme ve karşılıklı iyi niyet adımlarını görmek mümkün. Bu açıdan bakıldığında ikili ilişkilerdeki herhangi bir kriz gözükmemesine rağmen yukarıdaki mevzubahis iddialar nasıl açıklanabilir?

KALICI RAHATSIZLIK VERMEK

Türkiye’nin bölge devletlerinin bazıları nezdinde oluşturduğu rahatsızlık bizatihi bu devletler hedef gözetilerek takip edilmiş bir politik tercihten değil, bilakis son dönemde Türkiye’nin bölgesel düzlemde etki oluşturabilecek hamlelerde bulunmasından kaynaklanmaktadır. Bu hamlelerin rahatsızlık oluşturan boyutlarını birkaç madde ile özetlemekte fayda var. Birincisi Türkiye’nin beklenmedik bir şekilde Rusya ile uçak krizi problemini aşma yönünde inisiyatif kullanmasıdır. Bu aynı zamanda bölgede Rusya ile Türkiye arasındaki yakınlaşmayı arttırması ve daha da önemlisi Ankara-Moskova hattındaki işbirliğinin aynı zamanda İran’ı da kapsayacak bir potansiyeli barındırmasıdır. Dolayısıyla özellikle Suudi Arabistan nezdinde Rusya krizinin çözümü İran-Türkiye yakınlaşmasını da beraberinde getireceği endişesini oluşturmuş olması muhtemeldir. İkinci olarak Riyad yönetimi özellikle nükleer anlaşma sonrasında İran tehdidini merkeze alan bir bloğun oluşması için büyük hassasiyet göstermektedir. Türkiye’nin Rusya ve İran ile beraber başta Suriye meselesi olmak üzere diplomatik angajman içerisine girmesi, Suudi Arabistan’ın İran karşısında bölgede oluşturmaya çalıştığı bloğun zarar görmesine neden olabileceğidir.

Üçüncüsü, yine son dönemdeki bir başka önemli diplomatik girişim olan İsrail-Türkiye arasındaki anlaşma bu ülkelerde tedirginlik oluşturmuş olabilir. Zira İsrail ile yakın teması bulunan Birleşik Arap Emirlikleri’nin bu anlaşmadan Türkiye lehine doğabilecek diplomatik esnekliği maliyetli bulması şaşırtıcı değildir.

Son olarak, bu ülkelerin İran nükleer anlaşması sonrası ABD ile son derece kötü günler yaşadığı ve ciddi güvenlik endişeleri taşıdığı ortada. Ancak Atlantik eksenli güvenlik paradigmasından en ufak sapma göstermeyen Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin ABD’ye şirin görünmek adına darbe sürecine destek vermesi dahi ihtimal dahilindedir. Yukarıda bahsedilen her dört ihtimalinde ortak özelliği aslında bölgesel düzlemde yeni bir denklemin oluşması ve kriz alanlarına yönelik çözüm çabalarının bulandırılması oluşturmaktadır. Bununla birlikte Türkiye’nin sınırlandırılması isteği 15 Temmuz gecesi milli iradenin Türkiye siyaseti açısından artık gerçek bir aktör olma hüviyetine kavuşması ile bir kez daha akamete uğradı. Halkın sokakları inmesini temel güvenlik tehdidi olarak gören yönetim anlayışı ile Erdoğan’ın milli iradeyi meydanlara davet eden idraki arasındaki uçurum Türkiye’nin bölgesel ve küresel düzlemde kalıcı rahatsızlık vermeye devam edeceğinin muştusudur.

[Yeni Şafak, 1 Eylül 2016]

Etiketler: