Batılı Müslümanlar DAİŞ’e Neden Katılıyor?

DAİŞ radikalizminin insanlara hitap etme kapasitesi, ideolojilerinin mantıki tutarlılığından veya argümanlarının ikna ediciliğinden ziyade temel siyasi, psikolojik ve sosyal faktörlerden kaynaklanmaktadır.

Paris saldırılarıyla birlikte Batılı ülke vatandaşlarının neden DAİŞ’e katıldıkları sorusu bir kere daha zihnimizi meşgul etmeye başladı. Öncelikle, bu olguyu anlamaya çalışırken salt ideolojiye odaklanmak yerine, ideoloji ve soyut faktörleri besleyen, onlara güç katan maddi şartlara bakmak daha fazla yardımcı olacaktır. Zira maddi şartlar, ideolojileri sıradan insanlar açısından anlamlı hale getirmekte, sıradan insanlara hitap etmesini sağlamaktadır. DAİŞ’in dünyanın pek çok yerinden insanları cezbetmesinde selefi öğretinin de payı olduğu inkâr edilemez, ancak radikalleşme ve terör literatürüne bakıldığında radikalleşmenin başat faktörünün çoğu zaman ideoloji olmadığı görülür. Bir bireyin terör örgütüne üye olmasına giden süreçte ideoloji, çoğunlukla en az belirleyici olan faktördür. DAİŞ’e katılan kişilere bakıldığında da bu kişilerin selefi İslamcı kişilerle tanışana kadar İslami öğretiden habersiz oldukları, İslam’a dair bilgilerinin son derece düşük seviyede olduğu görülmektedir. DAİŞ’e katılmak üzere ülkelerini terk ederken İslam dini hakkında çok özet bilgiler içeren “Bir Bakışta İslam” kitabını alan İngiliz vatandaşları, bu gerçeği çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır.

MAĞDURİYET, UMUTSUZLUK VE ÖFKE

DAİŞ radikalizminin insanlara hitap etme kapasitesi, ideolojilerinin mantıki tutarlılığından veya argümanlarının ikna ediciliğinden ziyade temel siyasi, psikolojik ve sosyal faktörlerden kaynaklanmaktadır. Sosyal yabancılaşma, bireylerin maruz kaldığı ırkçılık, Müslümanlara karşı giderek artan bir ayrımcılığın var olduğu algısı birçok kişinin kendi ülkesinde yabancı gibi hissetmesine sebep olmaktadır. Bunun yanında, bireylerin “Müslüman” ve “Batılı” kimlikleriyle ilgili olarak yaşadıkları şahsi sorunlar, buna bağlı yaşadıkları derin özsaygı kaybı ve depresyon; Batı’nın ikiyüzlü ve ahlaki çöküntü içerisinde olduğuna dair algılar, Müslüman dünyadaki çifte standartlar; hep birlikte bir mağduriyet ve umutsuzluk hissini ve öfkeyi beslemektedir. Ancak, bireylerin bu mağduriyet, umutsuzluk ve öfke hislerini “topraklayabilecekleri” bir mecraları bulunmamaktadır. Bu kemikleşmiş mağduriyet, sosyal yabancılaşma ve psikolojik dengesizliği ifade eden resmin aksine, DAİŞ radikalizmi bu insanların gözünde bir aidiyet ve anlam hissi ile bir kurtuluş vaadi sunmaktadır. Bunu, görünüşte güvenilir İslami kaynaklara atıflarla desteklemekte ve sosyal medya ve diğer internet propaganda türleri aracılığıyla da devamlı bir şekilde tebliğ etmektedir. Batı toplumlarında kendilerine bir karşılık bulamayan ve ayrımcılığa maruz kalan bireylerin aynı zamanda genç bir topluluk oluşturduğu ve sosyal medya ve interneti son derece etkin kullandığı göz önünde bulundurulduğunda, DAİŞ’in mesajını bu kitleye ulaştırmadaki başarısı daha iyi anlaşılmaktadır.

AİDİYET PROBLEMİ VE NİHİLİZM

İngiltere’de yaşayan göçmen nüfusun genç üyeleri arasında “gidecek yerleri olmadığı” hissine sahip olan büyük bir topluluk vardır. Bu genç topluluğun ebeveynleri evlerinde gün boyu kendi etnik ve kültürel yayınlarını takip etmekte; Batı toplumlarındaki Müslüman vatandaşların büyük oranda sosyalleşme alanı olan camiler ise çoğu zaman İngilizce faaliyetler ve programlar yapmadığı için gençlere herhangi bir cazibe unsuru sunamamaktadır. Dolayısıyla bu genç topluluk, biri evleri, diğeri de kendi toplumlarının birincil sosyalleşme alanı olan camiler olmak üzere sosyal hayatlarının iki temel mekânına da kendilerini ait hissetmemektedir. Sonuç olarak bu şartlar, bu genç topluluğa çok az seçenek bırakmaktadır. Ana akım topluma herhangi bir aidiyet hissi olmayan genç topluluk suç ve isyan haricinde bir seçenek görmemektedir. Bu genç topluluk, kendi yaşadıkları kasaba ya da şehirlerde işsizlikle yüzleşmekte veya kendilerinden önceki nesillerin miras bıraktığı vasıfsız işlerde çalışmakta ve yaşadığı kasaba ya da şehrin haricinde bir hayatı tahayyül edememektedir. Çok büyük ölçüde, öfkeli oldukları hayat tarzları ve sosyal statülerini, aynı zamanda kabullenmiş ve bu şartlara teslim olmuş durumdadırlar. Yaşadıkları yabancılaşma, kendilerini kabullenmediğini düşündükleri toplumun geri kalanına olan güvensizlikleri, onları derin bir nihilizme sürüklemektedir. Bu da, onları bazı durumlarda çok daha tehlikeli fikirlere açık hale getirmektedir.

DIŞLANMIŞLIK HİSSİ

Radikalleşmeye meyilli olan Müslümanlar, kendilerini ve diğer Müslümanları zihinlerinde büsbütün “mağdur” ve “kurban” konumuna sokmaktan ziyade, bunu, zihinlerindeki “zalim”i insanlık dışı bir tanımlamaya tabi tutmaya yetecek ölçüde yapmaktadır. İslami kaynakların sığ bir yorumlamaya tabi tutulmasıyla meşrulaştırılan ve dini görünümlü sınıflandırmalarla da pekiştirilen bu narsistik hâlet-i ruhiye, tek müsebbibinin “Kâfir Batı” olduğu genel bir dışlanmışlık hissini güçlendirmektedir.

Bu narsistik hâlet-i ruhiye ve beraberindeki dışlanmışlık hissi, bu insanların ‘haklı şiddet’i uygulamak suretiyle saldırılarının ardından haklılık hissini sadece psikolojik ve fikrî değil, fizikî olarak da yaşamalarını mümkün kılmaktadır. Bir DAİŞ mensubu, askeri bir baskın yaparken veya bir rehineyi infaz ederken çaresiz ve bastırılmış biri olmaktan çıkmakta, Allah tarafından seçilen bir “kahraman”a dönüşmektedir. Allah tarafından seçilen bu kahraman, hakikat ve adaleti ayakta tutmak için her şeyi feda eden biri olarak “iman” ve “küfür” arasındaki bütünüyle kozmik mücadelenin güçlü ve etkili bir aktörü haline gelmektedir.

GERÇEK MAĞDURİYETLER

Kişilerin yaşamış olduğu yabancılaşma ve hastalıklı durumu güçlendiren mağduriyetler fikrî değil, son derece materyal bir düzlemde cereyan etmektedir. ABD, İngiltere ve Avrupa’da sürekli ve bazı durumlarda da artan oranlarda İslam karşıtı nefret ve sosyal dışlamanın varlığına dair ikna edici bulgular vardır. Mesela, İngiltere’deki etnik olarak Güney Asyalı Müslümanların % 70’i yoksulluk içindedir ve İngiltere vatandaşı olan Müslümanlar, işsizlik, konut edinmede ayrımcılık, sağlık sorunları ve psikolojik sorunlarla toplumun diğer kesimlerine kıyasla orantısız bir şekilde maluldür.

Batılı ülkelerin dış politikalarından kaynaklanan mağduriyetler de önemli bir yer tutmaktadır. Bazı tahminlere göre, 1990 yılından bu yana Batılı ülkelerin Irak ve Afganistan müdahalelerinin sonucunda hayatını kaybeden insan sayısı 4 milyondur. Harvard Üniversitesi’nden Profesör Stephen Walt ihtiyatlı bir tahminde bulunarak Amerikan kuvvetlerince öldürülen Müslüman sayısının 288,000 ve ölen Amerikalı sayısının da 10,000 olduğu yönünde bir tahminde bulunmaktadır. Walt’ın dile getirdiği bu mümkün olan en düşük ihtimal temel alınsa dahi, Müslüman ülkelerde uygulanan Batılı şiddet, İslam’a isnat edilen terör sonucu hayatını kaybeden Batılıların maruz kaldığı şiddeti hem niteliksel hem de niceliksel olarak geride bırakmaktadır.

MÜSLÜMANLARI HEDEF ALAN MEDYA

Müslümanları terör ve aşırılıkla özdeşleştiren sürekli ve ısrarlı medya faaliyetleri, geniş çapta ayrımcı tutumların altyapısını oluşturmakta; Müslümanların tehlikeli ötekiler, potansiyel teröristler veya terörist sempatizanları olduğu yönündeki bilinçaltı şüpheleri körüklemektedir. Bu şüpheler de zamanla Müslümanlara yönelik bireysel veya toplumsal tepki ve dışlama şeklinde tezahür etmektedir.

Gelişmiş Batı ülkelerinde yaşayan Müslümanların, birer savaşçı olarak DAİŞ saflarına katılmayı tercih etmeleri, bahse konu kişilerin içinde yaşadıkları Batılı toplumların sosyal açıdan en alt tabakasında yer almaları, dışlanmaya maruz kalmaları ve sonuç olarak kendilerine bu toplumlarda bir yer bulamamaları gibi faktörlerle alakalıdır. DAİŞ, anlam kaybına uğrayan ve nihilizme sürüklenen bu kitleye hem bir amaç ve ideal hem de savaşçı olarak bünyesine kattığı kişilere güç, itibar ve otoriteyi tatma imkânı sunan bir alternatif olarak belirmektedir.

[Yeni Şafak, 2 Aralık 2015]

Etiketler: