Barack Obama’nın Dış Politika Vizyonu: Batı cephesinde yeni bir şey yok!

Türkiye, 22 Temmuz ve sonrasında cumhurbaşkanlığı seçimlerine yoğunlaşırken ABD'de de seçim süreci ilerliyor. 2008 Kasım'ında yapılacak seçimlere Cumhuriyetçi ve Demokrat partilerin kimleri başkan adayı olarak göndereceği 2008'in ilk aylarında belli olacak.

Türkiye, 22 Temmuz ve sonrasında cumhurbaşkanlığı seçimlerine yoğunlaşırken ABD’de de seçim süreci ilerliyor. 2008 Kasım’ında yapılacak seçimlere Cumhuriyetçi ve Demokrat partilerin kimleri başkan adayı olarak göndereceği 2008’in ilk aylarında belli olacak.

Türkiye, 22 Temmuz ve sonrasında cumhurbaşkanlığı seçimlerine yoğunlaşırken ABD’de de seçim süreci ilerliyor. 2008 Kasım’ında yapılacak seçimlere Cumhuriyetçi ve Demokrat partilerin kimleri başkan adayı olarak göndereceği 2008’in ilk aylarında belli olacak.

Demokratlar kampında adaylar ister bayan, ister zenci olsun (ki iki durumda da ABD siyasi tarihinde bir ilk yaşanacak), yeni isimler eski bir problemle birinci derecede ilgilenmek zorunda kalacak: Dış politika. Demokrat Parti’nin başkan adaylığı için mücadele eden Barack Obama, rakibi Hillary Clinton ile kıyasıya mücadele verirken, Foreign Affairs dergisinin son sayısında kendi dış politika vizyonunu ortaya koyan bir yazı yayımladı. Yazı, Amerika’nın dünya kamuoyunda sarsılan imajından küresel ısınmaya, yeni küresel aktörlerden terörizme kadar pek çok konuyu ele alıyor. Fakat bütün bunlardan yeni açılımlar öneren bir dış politika yaklaşımı çıkmıyor. Obama’nın yazısı özetle “Batı cephesinde yeni bir şey yok” diyor. 11 Eylül sonrasında ABD’de yükselişe geçen güvenlik algısı, Obama’nın yazısına damgasını vuruyor ve Amerikan ordusunun daha da güçlendirilmesi gerektiği tezi öne çıkıyor. Soğuk Savaş dönemini güçlü ordu, etkili caydırıcılık ve diplomatik manevralarla kendi lehine çeviren Amerika’nın, birinci Körfez savaşından sonraki küresel düzen arayışlarına yine askeri ve diplomatik güçleri birleştirerek yön verebileceğini ileri sürüyor. Obama’ya göre Amerika’nın Irak’ta saplandığı bataklık, yanlış bir tepkisellikle içe kapanmaya yol açmamalı. Tersine ABD’nin Irak Savaşı’nı “sorumlu bir şekilde sona erdirmesi” ve dünyaya yeniden “eylem ve örneklikle” liderlik yapması gerekiyor. Bunun için Obama 31 Mart 2008 tarihinden itibaren ABD askerlerinin Irak’tan aşamalı olarak çekilmesi gerektiğini savunuyor. Irak batağından (bir şekilde) kurtulan ABD, enerjisini Ortadoğu’ya ve özellikle Filistin sorununa teksif etmeli. Küresel terörizm tehdidinin altını defaatle çizen Obama, mücadelenin de küresel olması gerektiğini söylüyor. Bunun için ABD ordusunun güçlendirilmesi, ABD’nin uluslararası ittifaklarının artırılması gerekiyor. Bu da Rusya, Hindistan ve Çin gibi eski ve yeni küresel aktörlerle daha fazla işbirliğini zorunlu kılıyor. Geniş bir ittifak ve güvenlik alanı, nükleer silahların yaygınlaşmasını önlemek için de hayati önem arz ediyor. Bu mücadelede “askeri tedbirleri göz ardı etmiyorum” diyen Obama, önceliği diplomatik araçlara vereceğini söylüyor.

Obama yeni bir şey söylüyor mu? Buraya kadar yeni bir şey var mı? Bu dış politika vizyonu, neo-conların değilse de Cumhuriyetçilerin dış politika yaklaşımlarından ne kadar farklı? “Küresel terör” söylemini, dış politika vizyonunun merkezine yerleştirmiş görünen Obama’nın bu varsayımdan dolayı yeni bir açılım getirmesini beklemek mümkün değil. Sadece Amerika’da değil bütün dünyadaki şahinlerin ve neo-conların etkin bir şekilde kullandığı “küresel terörizm” söylemi, mevcut politikaların büyük oranda muhafaza edileceğini gösteriyor. Küresel terörizmle mücadele adına yeni Afganistan’lar, yeni Irak’lar, yeni el-Kaide’ler bulunacak yani ihdas edilecek gibi görünüyor. Bu noktada Demokratların 2004 seçimlerinde John Kerry ile düştüğü hatayı Obama da tekrar ediyor. “Güvenlik-terörle mücadele-önleyici müdahale” çerçevesini bir defa esas kabul ettiğinizde “Bush doktrini” olarak bilinen yaklaşımın dışına çıkmanız mümkün değil. El-Kaide türü örgütler ve diğer terörist organizasyonlar gerçekten “ABD’nin yaşam tarzından nefret ettikleri”, demokrasi ve insan haklarını özümseyemedikleri, vs. için terörist oluyor ve ABD’yi hedef alıyorlarsa, o zaman George Bush’un öncülüğünü yaptığı “terörle mücadele” tamamen haklı gerekçelere dayanıyor demektir. Buna göre Bush bazı taktik hatalar yapmış olabilir; ama ana strateji doğru.

Obama’nın yazısından bu varsayımın doğru olduğuna dair imalar var. Obama’ya göre terörizmle mücadelenin başarılı olabilmesi için insanlara “onur ve fırsat” imkânlarının sunulması gerekiyor. Yani “küresel terör”ün kaynağı olan Ortadoğu insanlarına tekrar onurlu olma imkânını verir ve onlara ekonomik ve siyasi fırsatlar sunabilirsek, terörizmin köklerini kurutabiliriz. Bunun için Obama’ya göre İslam dünyasındaki “ılımlı güçler”in desteklenmesi gerekiyor. Yani İslam dünyasındaki aşırılara karşı ılımlı çevreler güçlendirilmeli, böylece “küresel terörizm”in kökleri kurutulmalı. Bu tahlile göre sorunun kaynağı yine ABD dışındaki unsurlar; yani Ortadoğu’daki şartlar, bölge dinamikleri, aşırı dinci gruplar, terörist örgütler, vs. Bu işte hırsızın hiç suçu yok. Eğer durum buysa Obama’nın terörle mücadeleyi önceleyerek Amerikan halkını ve dünya kamuoyunu yanına alması mümkün değil. Çünkü bir şeyin aslı dururken insanlar onun taklidine iltifat etmezler. Eğer güvenlik, biz ve onlar, yaşam tarzımız, demokrasi düşmanları, vs. gibi söylemler esas kabul edilecekse, o zaman bu misyonun gerçek sahibi Obama değil George Bush’tur. Eğer sorun gerçekten böyle bir küresel terörizm ve onunla bu şekilde mücadele etmekse, o zaman George Bush, Amerikan seçmeninin oyunu Barack Obama’dan daha fazla hak ediyor demektir.

Ulus inşasına devam Tahmin edin Obama’nın yazısı neyle bitiyor? Bütün bunlardan çıkan tek bir sonuç var ve Obama da yazısını onunla bitiriyor: Ulus-inşası. ABD’nin adeta psikolojik eşiği haline gelen bu misyonu, Obama’nın naklettiği Roosevelt’in şu sözlerinde açık ifadesini buluyor: Amerika’nın gücü “nihai iyinin yanında yer alırken, yakınımızdaki kötünün karşısında yer alacaktır”. Obama bütün insanlığın eşit olduğunu söylemesine rağmen, Amerika’nın “ulus-inşası” misyonundan vazgeçmeyeceğini de söylüyor. Irak’ın işgaline ve Ebu Gureyb rezaletine karşı çıkarken, yeni maceraların her zaman mümkün olduğunu da ima ediyor.

Oysa farklı bir şey söyleyecekse Obama gibi siyasetçilerin Amerika’da yeni bir ulusal tartışma başlatması gerekiyor. “Küresel terörizm” söylemini terk etmesi ve terörizm sorununun ortaya çıkışında Amerikan politikalarının oynadığı rolü görmesi gerekiyor. Yeni siyasi liderlerin Amerikan vatandaşlarını “küresel bir düşmanla karşı karşıyayız” fobisinden kurtarması hiç de azımsanmayacak bir katkı olacaktır. ABD hegemonik bir güç olmanın ağırlığı altında her gün daralan bir ülke. Soğuk Savaş döneminin ve iki kutuplu dünyanın sunduğu imkânlar ABD’nin hegemonik bir güç olduğu gerçeğini hem kısmen gizliyor hem de meşrulaştırıyordu. Fakat yeni siyasi ve ekonomik merkezlerin oluştuğu dünyamızda ABD, “tek çıplak kral” olma ayrıcalığını yitirdi. Eskiden komünistler var diye herkes görmezlikten geliyordu; ama bugün solundan liberaline, milliyetçisinden Batıcısına herkes “kral çıplak” diye bağırıyor. Eğer Obama ve diğer Demokratlar 2008 seçimlerinde kendilerinin Bush’tan daha şahin olduklarını ispata çalışırlarsa, tarihi bir hata yapmış olacaklardır.

Zaman – 24 Ağustos 2007

Etiketler: