Balkanlardaki Politikamızı Duygusallıktan Kurtarmalıyız

Devlet ya da sivil toplum kuruluşları arasındaki koordinasyon eksikliğimiz, Kosova'nın bağımsızlığının 5. yıldönümünde Balkan politikamıza bir kez daha bakmayı zorunlu hale getiriyor.

Kosova’nın bağımsızlığının 5. yıldönümü Balkan politikamıza bir kez daha bakmayı zorunlu hale getiriyor. Balkan politikasındaki en büyük açmaz ya da eksiklik çeşitli devlet ve sivil toplum kuruluşları arasındaki koordinasyon eksikliğidir. Birçok sivil toplum örgütü ve birçok devlet organı faaliyet gösteriyor olmakla beraber bunlar arasında hemen hemen hiçbir işbirliği olmaması sıkıntı yaratma potansiyeli taşımaktadır.

Kosova’nın bağımsızlığını kazanmasının 5. yıldönümü Balkan politikamıza bakmak için fırsat oluşturdu. Türk dış politikasının en aktif olunan alanlardan birisinin de Balkanlar olduğu aşikardır. Fakat bu politikanın duygusal ağırlıklı bir söylem ve aktivitelerle ne kadar sürüdürülebileceği meselesi tam da Balkan savaşlarının 100. yıl toplantılarının yapıldığı ve bu toplantılar üzerinden Türkiye’deki Balkan diasporasının kendi kendisiyle yüzleştiği bir dönemde artık bir zorunluluk haline gelmiştir.

NEDEN DUYGUSAL BAKIYORUZ

Türkiye’de Balkanlar’a yönelik politikanın duygusal temelli olmasının iki temel sebebi vardı. Birincisi Türkiye’nin özelikle Bosna’da 1990’larda yaşanan savaş yönelik olarak aldığı bir nevi pasif politikanın ve etkisizliğin verdiği suçluluk duygusu, bir diğeri ise Bosna savaşının da etkisiyle Türkiyede etkinliğini ve söylem şekillendirme yetişini artıran Balkan göçmenlerinin olayları duygusal bir açıdan okuması ve bu çerçevesi Türkiye’deki Balkan algısını şekillendirmesidir.

Bu iki temel sebebin sonucu olarak gerek sivil toplum düzeyinde gerekse devlet düzeyinde Balkan algısı hep duygusal temelli oldu ve politikalar büyük oranda bu çerçevede şekillenmiştir. Buna bir de Türkiye’de Balkanlar üzerine kalem oynatan ciddi entellektüel ve akademisyen azlığını da eklersek bu duygusal söylemin kalıcılık ve sürekliliğini daha net görebiliriz.

Bu çerçevede özellikle son on yıldaki Türkiye’nin Balkan politikasını mercek altına almak gerekmektedir. Fakat Balkanlar’a bakarken iki açıdan bakmak gerekiyor. Bu 2000 yılı sonrası Balkanlar’a yönelik algı ve bakışı daha iyi anlayabilmek için son derece önemlidir. Bunlardan ilki uluslararası toplumun Balkanlar’a ilgisinin nasıl şekillendiği. İkincisi ise Türkiye’nin Balkanlar’a olan ilgisinin yıllar içinde nasıl şekillendiği ve kendisini gösterdiğidir.

Uluslararası toplumun Balkanlar’a, daha özelde de Bosna’ya olan ilgi ve bakışı özellikle 11 Eylül’den sonra artmaya başladı. Kabaca bakılırsa 1990’ların başında olan ilgi 1990’lar sonuna doğru gelindiği zaman, Kosova olayı hariç tutulursa, genelde bir azalma göstermişti. Bu durumu 11 Eylül olayları tamamıyla değiştirdi ve yeni bir dönemin önünü açtı. Bu ilginin ana sebebi 11 Eylül sonrası dünyada yağınlaşan terörizm ve güvenlik algısının Balkanlar’daki yansımasıydı. Batılılar Avrupa’nın kapısında, yani Balkanlar’da, bir terörizm tehlikesi olduğu yönündeki propagandaya ciddi şekilde inandılar. Bu algı ve inanç özellikle 2006’ya kadar devam etti. Hatta öyle ki bu dönemde Bosna-Hersek devletinin kurumsal yapısının oluşmasına yönelik en ciddi hamleler atılmıştır.

AVRUPA VE ABD BÖLGEDEN ÇEKİLDİ

2006’dan, özellikle de 2008 krizinden sonra, ise hem Avrupa’nın hem de Amerika’nın bu bölgeden yavaş yavaş çekildiğini görmek mümkündür. Son dönemde yani 2011 yılından beri Avrupa Birliği ve Amerika’nın bölgeye yönelik küçük de olsa yeni bir ilgisinin olduğunu söylemek gerekir. Fakat son dönem AB ve Amerika’nın ilgisi Bosna-Hersek iç siyasetinde yaşanan gelişmelerle yakında ilişkili olup ancak onlar dikkate alındığında anlamlıdır. Bu açıdan bakılınca bu ilgide Boşnak Sırp Cumhuriyeti lideri Milorad Dodik’in 2011 yılında açıkça ilan ettiği bağımsızlık için referandum talebini hızlandırmasının derin bir etkisi vardır.

Türkiye açısından bakılınca ise Türkiye’nin 2006 sonrası yaklaşımında aynı dönemde yakın çevre ile ilişkilerine önem vermesinin etkisi vardır. Dolayısıyla Batı’nın ilgisi azalırken Türkiye’nin ilgisi artmıştır. Türkiye’nin Balkanlar ve özellikle de Bosna politikasını kabaca dört kategoride değerlendiremek mümkündür. Sosyal, ekonomik, siyasi^ ve dini^ boyut. Her boyutun kısa ve uzun vadede çeşitli girdi-çıktıları ve sonuçları olacaktır.

SOSYAL AÇIDAN BALKANLAR

Sosyal boyutuna baktığımızda bu kategoride üç ana konunun varlığından bahsetmek mümkündür. Birincisi insanı yardım boyutu. Balkanlar’da ve Bosna’da faaliyet gösteren bir çok sivil toplum kuruluşu ve dini cemaatin varlığını bu çerçevede değerlendirmek gerekir. İkicisi ise bununla bağlantılı olarak kimlik inşası meselesidir. Türkiye’nin Balkanlar’a yönelik ilgisinin özellikle de Boşnak kimliğinin oturtulmasında etkilidir ve bu durum büyük ihtimalle orta ve uzun vadede devam edecektir. Bosna kimliğinin en önemli boyutu Müslüman olmalarıdır. Klasik bir etnik bir tanımlama yapmak Bosna ve Balkanlar’daki kimlikleri tanımlamaya yetmez, aksine onları sınırlamaktan başka birşey yapmaz. Üçüncüsü olarak ise eğitim boyutundan bahsedilebilir. Örneğin Başbakan Erdoğan’ın bizzat ilgilendiği söylenen Uluslararası Saraybosna Üniversitesi eğitim faaliyetleri içinde değerlendirilmelidir. Diğer üniversite Uluslararası Burç Üniversitesi ve birçok Türk koleji de bu açıdan önemlidir. Bu konu ayrı bir yazıda detaylıca değerlendirilmesi gereken önemli bir konu olsa da kabaca şunları söylemek mümkündür. Bu eğitim kurumlarından hem gelecek nesillerin yetişmesi için önemli hem de ülkenin yeniden yapılanmasında önemli roller oynaması beklenilmekle beraber, şu anki durumlarıyla bu beklentiye cevap vermekten uzaktırlar.

Ekonomik boyut bizim aslında Türkiye’nin en zayıf kaldığı boyuttur. Mesela Bosna özeline bakılırsa Avusturya bankaları tüm ülkedeki banka sektörünün yüzde seksenini kontrol etmektedirler. Türkiye’nin Bosna Ziraat Bankası ise çok küçük bir oranı kontrol etmektedir. Ayrıca Bosna-Hersek’teki yabancı yatırımlara bakınca şunları söylemek mümkündür. Birçok Avusturya ve Alman şirketi yatırımları için devlet desteği alırken, Türkiye hala Balkanlardaki yatırımlara devlet garantisi vermemektedir. Dolayısıyla buna ülkedeki yatırım için bürokratik zorlukları da ekleyince çok ciddi bir Türk yatırımından bahsetmek son derece zor. Türkiye’nin ‘yardım’ dışında Bosna-Hersek’te ekonomik anlamda etkin olduğunu söyleyemeyiz.

DAHA FAZLA YATIRIM

Özellikle Bosna-Hersek üzerinden değerlendirilirse sosyal boyutun getirdiği etki ile beraber 2009 sonrası Türkiye siyasal olarak yavaş yavaş etkin olmaya başlamıştır. Ankara öncülüğünde başlatılan ve giderek ivme kazanan Türkiye-Hırvatistan-Bosna & Hersek ve Türkiye-Sırbistan-Bosna & Hersek üçlü mekanizmalarını bunun bir siyasi^ bir yansıması olarak görmek lazımdır. Bu üçlü mekanizmaların kısa vadede ciddi getirileri olmasa da orta ve büyük ihtimalle uzun vadede bunlar Balkanlardaki sorunların çözümü için çeşitli ortak alanlar oluşturulması ve alt yapı oluşturulmasını mümkün kılacaktır.

Dini^ boyuta bakıldığında ise, bir çok faaliyetin olduğunu görebiliriz. TİKA, bir çok cami restorasyonu yaparken; bir çok sivil toplum kuruluşu, dini dernek vs. Balkanlar’da faaliyet göstermektedir. Bosna’da savaş sonrasında bir selefi-İran etkisinden bahsediliyordu fakat şu an Türkiye Balkanlar’da – modern İslam demek istemiyorum ama – daha çok radikal sinirleri alınmış, daha Avrupa’ya yakın, ama kendi ayakları üzerinde durabilen, bir İslami anlayışın oluşturmasına katkı sağlamaktadır.

KOORDİNASYON EKSİKLİĞİ VAR

Bunu bilinçli mi ya da bilinçsiz olarak mı yaptığı ayrı bir tartışma konusudur fakat bu durum Balkanlar’da Türkiye’den gelen dini cemaatların etkisinin doğal sonucudur. Bu durum doğal olarak AB ve Amerika tarafınca da da iyi karşılanmaktadır. Dini açıdan Türkiye’nin Balkan politikası Batı’da hiç bir eleştiriyle karşılaşmamakta aksine zimmi bir destek bulmaktadır.

Türkiye’nin Balkan politikasındaki en büyük açmaz ya da eksiklik çeşitli devlet ve sivil toplum kuruluşları arasındaki koordinasyon eksikliğidir. Birçok sivil toplum örgütü ve bir çok devlet organı faaliyet gösteriyor olmakla beraber bunlar arasında hemen hemen hiç bir işbirliği yoktur.

Bu eksikliğe rağmen zihni ve arka planda hepsinin yaptıkları yine de Türkiye’nin politikasına pozitif etki sağlamaktadır. Eğer işbirliği imkanları artırılıp beraber hareket edilse, hepsinin birşeysel olarak yaptıkları çarpan etkisi yapıp çok daha fazla çıktı ortaya çıkarabilir. Bu çerçevede tüm bunların belirli bir vizyon belirleyip, işbirliği geliştirmeleri gerekmektedir.

Yeni Şafak, (19.02.2013)

Etiketler: