Azerbaycan-Ermenistan Çatışmasının Düşündürdükleri

Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki diplomatik görüşmeler barışa ne kadar yakın olunduğunu gösterse de çatışmalar sürecin ne denli kırılgan olduğunu gösteriyor. Bu noktada Türkiye ve Azerbaycan'ın bölgede güçlü, caydırıcı ve kararlı olması, barışı istemeyenlere rağmen barışın sağlanması için ön koşul niteliğinde.

Azerbaycan ile Ermenistan arasında 27 Eylül 2020’de başlayan ve 44 gün süren İkinci Karabağ Savaşı’nın ardından en şiddetli çatışmalar geçtiğimiz günlerde yaşandı. Ermenistan’ın provokasyonları ve Azerbaycan’ın buna karşılık vermesiyle 12 Eylül gecesi başlayan çatışmaların yoğunluğu dinse de gerginlik henüz sona ermiş değil. Resmi açıklamalara göre Ermenistan tarafında 135 asker öldü, Azerbaycan tarafında ise 77 asker şehit oldu.

Çatışmaların teknik ayrıntılarını irdelemek ayrı bir yazının konusu; ancak belirtmek gerekir ki Azerbaycan ordusu Karabağ zaferinin üzerinden geçen iki senede hareket kabiliyetini, planlama yeteneğini ve ofansif kapasitesini etkili bir şekilde artırmış. Ermenistan’a, ayrılıkçı teröristlere, bunları teşvik edenlere ve destekleyenlere kalıcı barışa doğru giden sürecin sürüncemede bırakılmasına veya İkinci Karabağ Savaşı öncesine çevrilmesine müsaade etmeyeceğini bir kez daha gösterdi.

Yürüyen Müzakerelere Karşılık Çatışma

Peşinen söylemek gerekirse, Ermenistan’ın Azerbaycan karşısında yenilgiyi kabul ettiği ve Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın imza atmak zorunda kaldığı İkinci Karabağ Savaşı’nı sona erdiren Üçlü Beyanname sorunsuz bir şekilde uygulansaydı bugünkü tablo yaşanmazdı. Üçlü Beyanname’nin birçok maddesi uygulandı ancak Ermenistan ve kontrolündeki ayrılıkçı gruplar Azerbaycan topraklarından tamamen çekilmekte isteksiz davrandı, süreci zamana yaymaya çalıştı ve en önemlisi de Üçlü Beyanname’nin Azerbaycan ve Türk Dünyası adına önemli bir kazanımı olan Zengezur koridorunu hayata geçirmemek için elinden geleni yaptı.

Azerbaycan ise ahde vefa ilkesi gereği beyannamenin koşullarını yerine getirdi, Türkiye ile iş birliği ve yakın koordinasyon içinde bir yandan işgalden kurtarılan topraklarda kapsamlı bir yeniden inşa hamlesine başladı bir yandan da Ermenistan ile sınırların tanınması ve kalıcı barış antlaşmasının yapılması için oldukça yapıcı bir tutum sergiledi. Türkiye de bu süreci desteklemek için normalleşme adımları bağlamında Ermenistan’la diyalogun yürütülmesi için özel temsilci atadı ve Ermenistan’la doğrudan uçuşlarını başlattı.

Aslında Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile Ermenistan Başbakanı Paşinyan arasında zaman zaman Rusya’da ama daha ziyade Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Charles Michel’in ev sahipliğinde Brüksel’de gerçekleştirilen diplomatik görüşmelerde kalıcı barışa yönelik ilerlemeler sağlanmıştı. Hatta daha geçen ayın sonunda Aliyev ve Paşinyan Brüksel’de görüşmüştü. 31 Ağustos’ta gerçekleşen toplantı sonrasında AB tarafından yapılan açıklamada taraflar arasında bir barış antlaşmasının taslağı üzerinde çalışmaları için dışişleri bakanlarının görevlendirilmesine ve bunların da bir ay içinde toplanmasına karar verildiği bildirilmişti.

Ancak daha bu görevlendirme ve toplantı gerçekleşmeden söz konusu yüksek yoğunluklu çatışmalar yaşandı. Gerçi bundan önce de Ermenistan ve desteklediği silahlı grupların Azerbaycan topraklarına yönelik sabotajları ve provokasyonları oluyordu. Bu nedenle zaman zaman küçük çaplı çatışmalar yaşanıyordu. Ancak bunlar daha ziyade sabotaj/provokasyon sonucunda Azerbaycan’ın misliyle mukabelesinden ibaret olup bu denli büyümüyordu.

Neden Şimdi?

Bu noktada “neden şimdi?” sorusunun birden çok cevabı bulunuyor. İlki Ermenistan içindeki sertlik yanlısı grupların barışa giden süreci sabote etmek istemesi ve Paşinyan’ın da zaman zaman bu girişimlere yeterince karşı çıkacak siyasi güce sahip olmaması veya alet olması.

İkincisi Ermenistan’ın İkinci Karabağ Savaşı’ndan net bir hezimetle çıkması ve sürekli taviz veren taraf görünümünde olmasının hazmedilememesi. Zira bir yandan on yıllardır sürdürülen ve ilelebet süreceği zannedilen işgal yeni bir jeopolitik realiteyle sona erdi, diğer yandan bu jeopolitik realiteyi geri döndürmek neredeyse imkansız.

Üçüncü neden, bu jeopolitik realiteyle ilgili. Azerbaycan Türkiye’nin de desteğiyle Ermenistan karşısında askeri açıdan mutlak anlamda üstün durumda ve aradaki fark her geçen gün artıyor. Bu husus, Ermenistan’ın süreci sürüncemede bırakma veya Azerbaycan’ın limitlerini test etme niteliğindeki provokasyonlarına karşılık eskiye nazaran daha az toleranslı bir Azerbaycan’ın ortaya çıkmasını sağladı.

Son dönemde Azerbaycan’ın temel önceliklerinden birisi sınırların net bir şekilde belirlenerek barış antlaşmasının yapılmasıyken diğeri Zengezur koridorunun açılmasıydı. Bu noktada Azerbaycan’ın geçmişte olduğu gibi sürecin çeşitli gerekçelerle dondurulması ihtimaline, hele ki bunun sabotajlar, sınır çatışmaları üzerinden gerginliği artırılması suretiyle yapılması yöntemine karşı tahammülü kalmadı. Bu nedenle önceki provokasyonlardan sonra kapsamlı bir hazırlık yaptığı anlaşılan Azerbaycan ordusu, son provokasyondan sonra etkili bir karşılık verdi.

Barış Olursa Kimler Kazanır, Kimler Kaybeder?

Azerbaycan ile Ermenistan arasında bir barışın gerçekleşme ihtimaline sadece Ermenistan’daki sertlik yanlılarının karşı çıkmadıkları da açık. Zira kalıcı barışın tesis edilmesi halinde bu sorundan “ekmek” yiyen birçok üçüncü taraf artık işsiz/vasıfsız kalacak. Burada sadece Ermeni diasporasını kastetmiyorum. Elbette barışın olması halinde en fazla olumsuz etkilenecek olanların başında Ermeni diaspora örgütlenmesi geliyor. Çünkü Ermenistan’ın Azerbaycan’la barış yapması demek, Türkiye ile de iyi komşuluk ilişkileri temelinde ilişkilerin normalleşmesi demek. Azerbaycan’la barış yapan, Türkiye ile de ilişkilerini normalleştiren bir Ermenistan ortaya çıkması durumunda ise diasporanın elinde savunulacak ve sömürülecek bir “dava”, tahakküm edip yönlendirebileceği bir kitle kalmayacak.

Ancak diaspora örgütlenmesinin yanı sıra bazı ülkelerin de kalıcı barış halinde bölgeye kriz ve gerginlikler üzerinden angaje olma imkanı kalmayacak. Burada akla ilk olarak Rusya gelse de sadece Rusya’yı kastetmiyorum. Evet, bölgede kalıcı barışın ortaya çıkmasıyla İkinci Karabağ Savaşı sonrasında bölgeye konuşlanan Rus barış gücü askerlerine de gerek kalmayacak, Ermenistan’ı silahlandıran ve sınırlarını koruyan Rus askerlerine de. Gerçi Paşinyan yönetiminin son çatışmalar sırasında Kolektif Güvenlik Örgütü’nü harekete geçirme girişiminin boşa çıkmasında Rusya’nın tavrı etkili oldu. Rusya’nın bu tavrının Ukrayna işgali sürecindeki jeopolitik gelişmelerle veya Türkiye ve Azerbaycan’la yürüttüğü diplomasiyle ne kadar ilişkisi olduğu ayrı bir tartışma konusu ancak çatışmaların yaşanması, bölgedeki Rus barış gücü askerlerine de ne kadar “ihtiyaç” duyulduğunu göstermiş oldu!

Öte yandan Rusya’nın haricindeki bazı ülkeler de barış ortamından olumsuz etkileneceğe benziyor. Aslında bu son çatışmalar sonucunda gösterilen reaksiyonlar, hangi ülkelerin barışı ne kadar istediklerini de gösterdi. Örneğin İran, kaygıdan kaynaklı temkinini bir kenara bırakarak üstü örtülü de olsa Ermenistan’a müzahir açıklamalarda bulundu. Nitekim İran’ın kaygısı Zengezur koridorunun açılmasıyla alternatif bir ticaret rotasının ortaya çıkması, Ermenistan’la irtibatının kesilmesi, Erivan üzerindeki etkisinin azalması ve bunlardan da önemlisi Türklük bilincinin bölgesel düzeyde artışa geçmesi. Son süreçte Minsk Grubu Eşbaşkanı olarak esamesi okunmayan Fransa ise olayın boyutlarının ne olduğu henüz anlaşılmadan konuyu hemen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi gündemine taşıdı ve süreçte yeniden rol üstlenmeye çalıştı.

Burada ilginç olan çıkışlar ise ABD’den geldi. Çatışmalar başlar başlamaz Kongre üyelerinden ardı ardına Ermenistan’a destek mesajları verilirken, Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi bu hafta sonu Erivan’a destek ziyaretinde bulunacağını açıkladı. Öyle ki Ermenistan bu denli Amerikan siyasal desteğini İkinci Karabağ Savaşı’nda görmemişti. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ise kanaatimce çok trajik bir açıklamayla ABD’nin vizyonsuzluğunu ortaya koydu. Blinken bir yandan tarafları sükunete davet ederken diğer yandan Ukrayna’da dolaylı olarak mücadele ettiği, NATO’nun yeni stratejik konseptinde ana gündem maddesi haline getirdiği Rusya’nın bölgedeki etkisini kullanarak devreye girmesini istedi. ABD’nin Ermenistan yanlısı bu tavrı kısmen Kasım ayındaki ara seçimlerle ilişkili olsa da süreçte yeniden etkili bir aktör olma isteği de göz ardı edilmemeli.

Azerbaycan ile Ermenistan arasında bir barışın gerçekleşme ihtimalinde kimlerin kazançlı çıkacağı ise açık. Öncelikle Ermenistan devleti ve halkı bu süreçten en karlı çıkacak grupta. Yanı sıra Azerbaycan ve Türkiye de iyi komşuluk ilişkilerine dayalı istikrarlı bir bölgede yaşama arzularını ve çağrılarını retorikte ve pratikte mütemadiyen tekrar ediyor ve bu süreçten karlı çıkacak.

Bununla beraber Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki diplomatik görüşmeler barışa ne kadar yakın olunduğunu gösterse de çatışmalar sürecin ne denli kırılgan olduğunu gösteriyor. Bu noktada Türkiye ve Azerbaycan’ın bölgede güçlü, caydırıcı ve kararlı olması, barışı istemeyenlere rağmen barışın sağlanması için ön koşul niteliğinde. İki devletten birinin tökezlemesi durumunda nasıl bir tabloyla karşı karşıya kalabileceklerinin ip uçlarını, son çatışmalardan sonra gösterilen reaksiyonlarda bulmak mümkün.

[Sabah, 17 Eylül 2022]

Etiketler: