‘Ayrılık’ Diplomasisi

Türkiye-İsrail ilişkileri nereye gidiyor? Bu soru en son Başbakan Erdoğan, İsrail Cumhurbaşkanı Simon Peres’in şahsında İsrail’i ağır bir şekilde eleştirip Davos toplantısını terk ettığınde gündeme gelmişti. Eleştirinin kaynağında ise İsrail’in, büyük çoğunluğu sivil olmak üzere bin 400’ün üstünde Filistinlinin ölümüyle sonuçlanan Gazze operasyonu yer alıyordu. Türkiye’nin, İsrail’in de dahil olduğu Konya semalarında gerçekleşecek Anadolu Kartalı Tatbikatı’nı iptal etmesi hem iç hem de dış basında, Türkiye-İsrail ilişkilerinin akibetini tekrar gündeme getirdi. Davos krizinden bugüne kadar geçen yaklaşık sekiz buçuk aylık süre zarfında her iki taraf da hasar tespiti yapmakla meşguldü. Tel Aviv, her şeye rağmen Türkiye’yi kaybetmek istemeyen bir görüntü çizerken; Türkiye, opsiyonlarını değerlendiriyordu.

Türkiye-İsrail ilişkileri nereye gidiyor? Bu soru en son Başbakan Erdoğan, İsrail Cumhurbaşkanı Simon Peres’in şahsında İsrail’i ağır bir şekilde eleştirip Davos toplantısını terk ettığınde gündeme gelmişti. Eleştirinin kaynağında ise İsrail’in, büyük çoğunluğu sivil olmak üzere bin 400’ün üstünde Filistinlinin ölümüyle sonuçlanan Gazze operasyonu yer alıyordu. Türkiye’nin, İsrail’in de dahil olduğu Konya semalarında gerçekleşecek Anadolu Kartalı Tatbikatı’nı iptal etmesi hem iç hem de dış basında, Türkiye-İsrail ilişkilerinin akibetini tekrar gündeme getirdi. Davos krizinden bugüne kadar geçen yaklaşık sekiz buçuk aylık süre zarfında her iki taraf da hasar tespiti yapmakla meşguldü. Tel Aviv, her şeye rağmen Türkiye’yi kaybetmek istemeyen bir görüntü çizerken; Türkiye, opsiyonlarını değerlendiriyordu.

İlişkiler nereye gidiyor, sorusu ilişkilerin bozulması kime zarar verir, sorusunu da beraberinde getiriyor. Özellikle İsrailli yetkililer ve basın, bir süredir bu iki soruya da cevap bulma çabası içinde. Bir grup İsrailli, Türkiye’nin bu İsrail politikasını AK Parti’nin İslamcılığına bağlayarak, ilişkilerin bozulmasını Türkiye’nin Batı dünyasından kopması olarak değerlendiriyor ve bozulan ilişkilerin Türkiye’ye maliyetinin daha fazla olacağını iddia ediyor. Bu iddianın temellerini ise siyasi ve ekonomik tehditler oluşturmakta. Bu tehditin ilk ayağını, Türk-İsrail ilişkileri her gerildiğinde ortaya atılan İsrail’in ve Amerika’daki Yahudi Lobisi’nin Ermeni meselesinde Türkiye’ye verdikleri desteğin sona ermesi teşkil ediyor. İsrailli turistlerin uğrak mekânı olan Türkiye’ye yapılacak boykot da bu grubun Türkiye’yi zarara uğratma planları içerisinde. İlişkilerin bozulmasının Türk-Amerikan ilişkilerini olumsuz etkileyeceği varsayımı da gerginleşen ilişkilerden Türkiye’nin zarara uğrayacağına dair iddiaların bir kaynağı.

İsrail’in herkesle arası bozuk

Şunu hemen belirteyim ki Türkiye’nin Ermeni meselesinin çözümüne yönelik yaptığı açılım, ikili ilişkiler her gerildiğinde bu konuyu sürekli Türkiye’nin önüne getiren bazı İsraillilerin de ellerinden bir kozun alınmasına sebep olacaktır. Yine aynı mesele Türk-Amerikan ve AB ilişkilerine de katkı sağlayacaktır. İşin turizm yönüne baktığımızda ise İsrailli turistlerin Türkiye tercihlerini siyasetten çok, kişisel tercihlerin ve alternatif tatil paketlerinin oluşturulmasının belirleyeceğini iddia etmek mümkün. Anadolu Kartalı Tatbikatının iptal edildiği günlerde (Yahudi Sukkot Bayramı’nın akabinde) 70 bin İsrailli turist, Türkiye’ye gelmiş. Bu rakam, turizmin siyasetten çok fazla etkilenmeyeceğini ortaya koymakta.

İkinci grup İsrailli ise ilişkilerin bozulmasından İsrail’in daha büyük zarara uğrayacağını iddia etmekte. Bu grup, İsrail’in bölgede sağlıklı ilişki kurabildiği tek ülke olan Türkiye ile ilişkilerini bozmasının, ülkelerinin zaten had safhada olan izolasyonunu daha da artıracağı endişesi içerisindeler. Ayrıca bu durumun bölgesel barış açısından da olumsuz sonuçlar doğuracağını iddia etmekteler. İsrailli diplomatların “Türkiye, İsrail-Suriye barış görüşmelerindeki arabuluculuk rolünü kaybetti” şeklindeki açıklamaları, Türkiye-İsrail ilişkilerinin bozulmasının bölge barışını da zarara uğratacağını ortaya koymaktaır.

Mevcut gerginlikle alakalı öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki Türkiye-İsrail ilişkilerinin bugünkü durumu iki ülke arasındaki ideolojik ve varoluşsal bir çatışmanın sonucu değildir. Aksine öncelikle Türk dış politikasında, ardından bölgede ve dünyada son zamanlarda yaşanan yapısal bir transformasyonun doğal sonucudur. Türk dış politikasının komşularıyla sıfır problem vizyonunu ve parçası olduğu bölgelerde çatışma karşıtı bir yaklaşımı benimsemesi, Türk-İsrail ilişkilerinin dayandağı ‘stratejik’ temeli anlamsız kılmıştır. Obama yönetiminin başlattığı ‘diyalog’ retoriği, akabinde Suriye ve İran’la giriştiği uzlaşma çabaları ve Ortadoğu barışına yaptıkları vurgu da bölgede bazı taşları yerinden oynatmıştır. Şu an geldiğimiz noktada Türkiye’nin dış politika tercihleri, aynı zamanda Batı’nın özellikle de İsrail’in en büyük müttefiki Amerika’nın da tercihleri olma yolunda ilerliyor. Türk ve Amerikan dış politika temayülleri birçok paralellikler göstermeye başladı. Bir diğer ifadeyle İsrail ve Amerikan dış politikası arasındaki farklar genişlemekte. Bunun en çarpıcı örneklerinden birisi olarak Obama’nın İsrail halkı arasında yerlerde gezen popülaritesini göstermek mümkün.

“Obama Filistin yanlısı”

Geçtiğimiz Ağustos ayında yapılan ankette Obama’yı Filistin yanlısı olarak gören İsraillilerin oranı yüzde 51, İsrail yanlısı olarak görenlerin oranı ise sadece yüzde 4 olarak tespit edilmiş. Meselenin Amerika-Türkiye boyutunda ise Türkiye’nin bir süredir tutarlı bir şekilde barış görüşmelerinde meşru taraf olarak gördüğü Hamas’ın barış sürecine dâhil edilmesinin gerekliliğinin Washington’da açıkça dile getirilmeye başlandığını görüyoruz. Aynı şekilde Türkiye’nin İran ve Suriye ile diyalog politikası Amerika tarafından yeni yeni uygulanmaya başlandı. Başbakan Erdoğan’ın Gazze’deki İsrail politikalarına yaptığı eleştirilerin daha da ağırını ihtiva eden ve kısaca “Goldstone Raporu” olarak bilinen araştırma raporu, BM İnsan Hakları Konseyi’nde yakın zamanda onaylandı

İsrail, BM’nin taleplerine karşın, Siyonist olarak bilinen Richard Goldstone’un başkanlık ettiği heyetin, Gazze’deki tetkiklerine yardımcı olmayarak bu tetkikler sonucunda ortaya çıkacak rapora karşı çıkmıştı. Raporun yayınlanmasıyla birlikte Tel Aviv raporunun bulgularını reddetti ve raporu terörizme hizmet etmekle suçladı. Fakat İsrail’de hemen herkes raporu külliyen reddetse de kimse raporu görmezden gelemedi. Bu durumu da aslında yukarda anlatılan bölgedeki ve dünyadaki bazı yapısal değişikliklerin bir sonucu. Şöyle ki özellikle Gazze saldırısından sonra, İsrail’in Filistin politikalarının karşısında duran cephe genişledi ve bu cephe Gazze’deki sivil kayıpların özellikle internet’in yaygın kullanımıyla bütün dünyaya hızla yayılmasından beslendi. Kısaca İsrail, Filistin meselesinde Batı nezdinde sahip olageldiği “ahlaki üstünlüğü” (moral high ground) kaybetmeye başladı; Goldstone Raporu da bu durumun uluslararası resmi bir belgeye dökülmüş halidir.

Gazze’yi görmezden gelmek…

Türkiye, şu an gelinen noktada İsrail’le olan ilişkilerini Ortadoğu barış sürecine endekslemiş görünmektedir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun da belirttiği gibi İsrail’in barışa yönelik adımları, Türk-İsrail ilişkilerinin yeniden yeşermesine fırsat verecek bir atmosferin oluşmasına sebep olacaktır. Bu atmosferin oluşabilmesi, Gazze’deki insanlık krizinin iyileştirilmesine yönelik adımlar atılmasını, Suriye ile olan barış görüşmelerine tekrar başlanmasını ve en önemlisi Filistin Devleti’nin kurulmasına zemin hazırlayacak “nihai statü” görüşmelerinde ilerleme kaydedilmesini gerekli kılmaktadır. Aslında bu durum Obama’nın Ortadoğu barışı retoriğiyle de (henüz somut bir gelişme göremedik) paralellikler arz etmektedir. Bu sebepten Obama yönetiminin bir kısmının Türkiye’nin İsrail’i barışa yönlendirmeye çalışan tepkilerini sessizce desteklediğini söylemek de mümkün. Bununla birlikte özellikle Amerikan askeri kanadının ve bir kısım sivil bürokrasinin Türkiye’nin İsrail tavrından rahatsızlık duyduğunu not etmek de gerekiyor.

Burada önemli bir noktanın altını çizmemiz gerekiyor: Türkiye’nin selameti için, Türkiye’deki tüm kurum ve kuruluşların dış politikadaki atılımlara ve rasyonelleşmeye ayak uydurması gerekmektedir. Tamamen rasyonel sebeplerle iptal edilen bir ortak tatbikatın Türkiye-İsrail ilişkilerini gerdiği bir ortamda, hangi amaca hizmet ettiği tartışılacak bir dizinin diplomatik krizi derinleştirmesi ve Türk diplomatların mesaisinden çalması rasyonellikle açıklanamaz. İsrailli yetkililerin, izledikleri yanlış diplomasiyle mezkûr diziyi meşhur etmesi ise meselenin ironik yönüdür.

Açık Görüş – 25.10.2009

Etiketler: