Arap Baharı Filmi?

ABD 11 Eylül sonrası neocon odakların ete kemiğe büründürdüğü İslam nefreti sorunuyla yüzleşmek zorundadır.

Geçen haftadan beri dünya gündemini ABD’de çekilen rezil bir film yüzünden yaşanan tartışmalar doldurdu. Batılı seküler ahlakın, Müslümanların peygamberlere yapılan hakarete sessiz kalamayacağını anlaması için daha kaç provokasyon yaşanması gerekiyor? Nietzsche “gerçekte sadece bir tane Hıristiyan vardı; o da çarmıhta öldü” demişti. Batılılar, Müslümanların, en genel anlamda, bu çağda da, peygamberlere saygı göstermeye devam edeceğini artık anlamaları gerekiyor. İşe Nietzsche’yi haksız çıkararak başlamayı deneyebilirler! 

Yaşanan duruma Batı’dan gösterilen anlayışsızlığın çapsızlığı ile ortaya çıkan şiddet görüntülerinin düzeyi birbirine oldukça benzer durmaktadır. Seküler teolojinin ahlaktan ve zekâdan istifa ederek ürettiği ikiyüzlü “ifade hürriyeti” fetişizmini şimdilik bir kenara not edelim. Aynı şekilde 11 Eylül sonrası güçlü bir nefret damarına dönüşen neocon islamofobi dünyasının ortaya çıkan manzaradaki rolünü de akıldan çıkarmayalım.

Film sonrası ortaya çıkan bir diğer manzara ise akıllara ziyan Arap Baharı ve Obama analizleri oldu. Libya’da sahnelenen şiddet gösterilerinin gölgesinde yapılan analizler son iki yıldır bölgemizde ve İslam dünyasında yaşanan değişimin ne kadar idrak edildiğinin de bir göstergesi oldu. “Film analizcilerimiz” bir anda milyonlarca insanın isyanıyla iktidarları teker teker değiştiren, bölgemizde Camp David Düzenini derinden sarsan “Arap Baharının” bir kışa dönüştüğüne bir kaç gün içinde karar verdiler. “Bölgemizde olanların olduğu ihtimaline” bile saygı göstermeyince; bir filme sarılıp bu nevi trajik analizler yapmak elbette mümkün. 

Arap Baharının belki de asra yakın birikmiş kolonyal, despotik ve Batılı müdahaleler yoluyla birikmiş öfkesini görmezden gelmenin entelektüel bir konfor sağladığı muhakkak. Lakin bu konforun İslam dünyasının sokaklarında bir karşılığı bulunmamaktadır. “Arap Baharının” rezil bir filmin sebep olduğu şiddet sarmalı ile kışa dönüştüğünü söyleyenlerin çoğunluğu Arap İsyanlarının da aslında bir film olduğunu düşünenlerden oluşuyor. 

Oldukça sıradan bir oryantalizm ile on milyonlarca insanın iradesini, mücadelesini, asra yaklaşan muhalefetini ve isyanını yok sayarak yaşadıklarımızın bir kurgunun veya komplonun ürünü olduğunu söylüyorlar. Bunu farklı düzey ve şekilde ifade edenler aslında rezil filmin İslam’a dair düştüğü seviyesizlik ve komploculuğun çok uzağında olmadıklarını fark etmeleri gerekiyor. Oldukça ilginç bir ruh haliyle karşı karşıyayız. Mezkûr komplocuların ekseriyeti primitif ama yoğun batı-karşıtlığı diskuruna sahip kesimlerden oluşuyor. Bu güruhun siyasal algısına göre insanlar “Batı’nın kuklası” yönetimlere isyan ettiğinde de ABD’ye hizmet ediyorlar; o kukla yönetimlerin devrilmesinden sonra iktidara geldiklerinde de. Daha kötüsü, aynı kesimler ve kalemler, Libya’da sembolleşen tepkileri, usturuplu bir şekilde Batı’ya şikâyet ediyorlar: bakın, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın yeni aktörleri bunlar! 

Elbette sahada bambaşka bir siyasal akış var. Arap İsyanlarının iktidara gelen yeni aktörlerinin film gösterileri karşısındaki soğukkanlı tavırları ise ortaya konmaya çalışılan ucuz oportünist oyunun bozulmasına yardımcı oldu. Benzer bir ciddiyeti Amerikan yönetiminden ve Avrupa ülkelerinden de beklemek zorundayız. ABD 11 Eylül sonrası neocon odakların ete kemiğe büründürdüğü İslam nefreti sorunuyla yüzleşmek zorundadır. Aynı şekilde özellikle son on yılda Avrupa’da hızla yükselen milliyetçi ve yer yer faşist söylem de AB’nin üzerine düşünmesi gereken bir durumdur. Batı Müslümanların gösterdiği her tepkiye kriminal vakıa düzeyinde bakarak “why do they hate us?” şeklindeki soruyu sormak yerine bir kez olsun “why do we hate them?” sorusunu sorarak işe başlayabilir!

Sabah Perspektif (22.09.2012)

Etiketler: