Güney Afrika'nın Cape Town kentinde toplanan bir grup, Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşanan son olaylarda siyahi vatandaşların öldürülmesi ve polis şiddetini protesto etti. Dövizler taşıyıp sloganlar atan göstericiler, Cape Town'daki ABD Konsolosluğu'na yürüdü. ( Ashraf Hendricks - Anadolu Ajansı )

Amerika’nın “En Derin” Fay Hattı

Dallas olaylarının Amerikan toplumuna bir kez daha hatırlattığı ve geçmişte kaldığı sanılan toplumsal çatışma korkularının nüksetmesine sebep olan ırk ayrımcılığı meselesinin, toplumsal ve sosyo-ekonomik sebepleri ortadan kalkmadıkça Dallas benzeri olayların devamını göreceğimiz kesin.

Irk ayrımcılığı meselesi ABD Başkanı Obama’nın deyimiyle ‘Amerikan demokrasisinin en derin fay hatlarından biri’ olarak Dallas olaylarıyla bir kez daha gündeme geldi. Başkanın olaylarda hayatını kaybeden polis memurları için organize edilen anma töreninde yaptığı konuşmada bir yandan hukuk sisteminde siyahlar aleyhine taraflılığın getirdiği problemler olduğunu kabul ederken diğer yandan polis şiddetine karşı çıkan ‘Siyah Hayatlar Değerlidir’ gibi grupların da polislerin ne zor şartlar altında halkın güvenliğini sağlamaya çalıştığını görmezden geldiğini ima etti. Amerikan halkını hem polis teşkilatlarıyla hem de göstericilerle empati kurmaya çağıran Obama, siyah ve beyaz toplumlar arasındaki uçurumun kapatılamayacak gibi görünse de şiddet anında hem polisin hem de göstericilerin tavırlarının umut verici olduğunu vurguladı. Başkanlık döneminde 11 kez bu tür bir saldırı sonrası konuşma yapma durumunda olan Obama’nın konuşması retorik anlamda en güçlü konuşmalardan biriydi. Ancak son derece ilham verici bu konuşmanın Amerika’da tarihi çok eskiye dayanan ve birçok açıdan kurumsal bir hal almış ırk ayrımcılığı meselesini derin bir fay hattı olmaktan çıkarması kolay olmayacak.

IRK MESELESİ

Dallas’ta yaşananlar neredeyse rutin olarak duymaya alıştığımız beyaz bir polisin siyah bir zanlıyı öldürmesi şeklinde gerçekleşen bir polis şiddeti haberiyle kıvılcım aldı. Minnesota ve Louisana’da polis tarafından öldürülen iki siyah genç için Siyah Hayatlar Değerlidir hareketi tarafından ülkenin çeşitli şehirlerinde protesto gösterileri organize edilmişti. Dallas gösterileri sırasında, siyahi eski bir ordu mensubu olan Micah Johnson beş polis memurunu öldürerek olayların 11 Eylül sonrasında polis teşkilatlarının tek olayda verdiği en fazla can kaybı olarak tarihe geçmesine neden oldu. Saldırının ilk anlarında birden fazla saldırgan olabileceği ve organize bir saldırı ihtimali şiddetin büyüyerek siyah ve beyaz topluluklar arasında gerçekleşmesi korkusunu da beraberinde getirdi. Saldırganın yalnız hareket ettiğinin anlaşılması ve hem polisin hem de göstericilerin şiddetin toplumsallaşmasına karşı aldıkları tavır, olayların siyah ve beyaz topluluklar arasında bir çatışmaya dönüşmesini engelledi. Böyle bir çatışma ihtimali Amerika’nın en derin fay hatlarından birini harekete geçirebilme ihtimali dolayısıyla aslında en fazla korkulan senaryolardan biriydi. Böyle bir senaryo gerçekleşmese de Dallas saldırısı Amerikan tarihinin 1860’lardaki iç savaştan 1960’lardaki Sivil Haklar hareketine ve günümüze kadar en önemli toplumsal olayların temelinde olan ırk meselesini bir kez daha ülkenin bir numaralı gündem maddesine dönüştürdü.

Irk meselesi Amerikan toplumunun en başından beri en belirleyici toplumsal gerçekliklerinden birini oluşturdu. Yüzyıllar süren kölelik, köleliğin ilgası sonrası onlarca yıl devam eden ve kurumsal ve legal olarak siyah ve beyazların ayrılmasını esas alan Jim Crow müessesesi ve günümüzde hala devam eden ırklar arası sosyo-ekonomik eşitsizlikler ırk meselesinin Amerikan tarihindeki merkezi yerini ifade ediyor.

NESİL FARKI

Köleliğin kaldırılmasını bir iç savaşla sağlayan, sonrasında güney eyaletlerde uygulanan Jim Crow yasalarını da 1960’larda yasadışı kılmayı başaran Amerikan toplumu, mesele sosyal ve ekonomik eşitsizliklere gelince -ki polis şiddeti de önemli oranda bu eşitsizliklerin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor- adeta çaresiz kalmış görünüyor. Liberal kapitalist ve demokratik Amerikan sisteminde ırk meselesi sosyal ve ekonomik adaletsizliklerle iç içe geçmiş çetrefilli bir sorun olarak tekrar tekrar gün yüzüne çıkıyor. 1990’larda Clinton yönetimi sırasında hem kapitalist sistemin hem de sistem içerisinde tarihsel olarak dezavantajlı siyah toplum üyelerinin başarılı olabileceğine dair bir umut doğmuştu. O dönemde siyah toplumun ekonomik gelişmesi, yeterince çalışan herkesin dil, din, ırk ayrımı olmaksızın başarılı olabileceği önerisine dayanan ‘Amerikan rüyasının’ perçinlenmesine de hizmet etmişti.

2008 küresel ekonomik krizinden en fazla etkilenen topluluklardan biri de gene siyah Amerikaydı ve kapitalist sistemin yerine getirilemeyen vaatleri farklı toplumlar arasındaki sosyo-ekonomik uçurumun daha da büyümesine neden oldu. Gelir dağılımındaki adaletsizlikler bugünün Amerika’sında artık akademik bir egzersizden ziyade Bernie Sanders ve bir dereceye kadar da Donald Trump gibi başkan adaylarının kampanyalarını üzerine oturttukları bir gerçeklik halini almış durumda. Kriz döneminde büyüyen yeni neslin ekonomik beklentileri kendi ebeveynlerine göre çok daha düşük olan bir Amerika’dan bahsediyoruz. En zengin yüzde 1’lik kesimin toplumun geri kalanından daha fazla ekonomik güce sahip olduğu ve istihdamın düzenli iyileşmesine rağmen güçlü bir umut vermekten yoksun olduğu bir Amerika. Bu sorunlar tarihsel olarak dezavantajlı olan siyahi toplumu daha fazla etkiliyor ve o toplumun siyasi sabrını zorlarken daha kırılgan hale gelmesini de sağlıyor aslında.

SİYAH HAYATLAR DEĞERLİDİR

Bu tarihsel arkaplan ve süregelen sosyo-ekonomik eşitsizlikler Dallas’ta yaşananları izah etmeye yetmiyor elbette. Beyaz ve siyah toplumlar arasında karşılıklı güvensizlik ve büyük Amerikan şehirleri dışında yaşanan fiili Jim Crow diyebileceğimiz gerçeklikler, Amerikan toplumunun ırk meselesinin meydan okumasına karşı adeta çaresizliğini ortaya koyuyor.

Bu çaresizlik görüntüsüne artık tahammülü olmayan genç nesil de Siyah Hayatlar Değerlidir gibi örgütlenmeler etrafında eski neslin ayrımcılığa görece toleranslı davranmasını artık kabul etmiyor. Polis tarafından durdurulduğunda ani hareket yapmamaya, ellerini direksiyon üzerinde tutmaya ve mümkün olduğunca nazik konuşup polise karşı gelmemeye şartlanmış eski nesle karşılık haklarını bilen ve ilk andan itibaren beyazlara uygulanan aynı muameleyi bekleyen yeni nesil var karşımızda. Polis teşkilatlarının ırk meselesinde önemli mesafe aldığını yadsımak yanlış olur ancak bu yeni nesil için beyaz bir polisin silahsız bir siyahı öldürdüğü bir vaka bile tolerans gösterilebilir değil. Genç neslin aktivizmi oldukça keskin ve başkan Obama’nın da eleştirdiği gibi oldukça indirgemeci ve sosyal konteksi göz ardı eden yaklaşımlarda bulunabiliyorlar. Siyah toplumun liderlerinin çoğu hala Jim Crow yıllarını sonlandıran 1960’ların Sivil Haklar hareketinin hafızasıyla ırk meselesine bakarken, Siyah Hayatlar Değerlidir hareketi etrafında örgütlenen genç nesil aslında 2000’lerin gerçekliklerini önceleyerek tepki veriyor. Dolayısıyla günümüz Amerika’sında ırk meselesine bakarken toplumsal hafıza ve sosyo-ekonomik gerçeklikler kadar nesiller arasındaki siyasi farklılıkları da dikkate almak gerekiyor.  Amerikan muhayyilesinde bu kadar merkezi bir yeri olan ırk meselesini, derin bir fay hattı olmaktan çıkarıp Amerikan kimliğinin çok kültürlülüğü ve sosyal zenginliği açısından itici bir güç haline getirebilmek belki de Amerikan toplumu için en büyük meydan okuma olarak öne çıkıyor. Böyle bir ideale en fazla 1990’larda yaklaşıldığını söylemek mümkün ancak Amerika’nın ilk siyahi başkanı döneminde bu minvalde ne kadar mesafe kat edilebildiği tartışmalı. Hatta Obama döneminde ırk ilişkilerinin kötüleştiğini ortaya koyan birçok çalışma da var. Bu durum başkan Obama’yla birlikte ırk meselesinde tarihsel bir mesafe kat etmeyi bekleyenleri de hayal kırıklığına uğratmış görünüyor. 2008 krizinin getirdiği tarihi zorluklar ve başkanın ‘siyah başkan’ rolüne hapsolmama gayreti bu hayal kırıklığında etkili olmuş olabilir. Başkanın sağlık sigortası reformu gibi inisiyatifleri, sosyo-ekonomik alt sınıfların desteklenmesini hedefleyen politikalar olarak tanımlanabilir. Başkanın bu şekilde siyah toplumun sorunlarını ‘siyahlara özel’ çözümlerden ziyade genel çözümlerin bir parçası haline getirerek çözmeye çalıştığını söylemek mümkün. Benzer bir şekilde olaya ateşli silahların yaygınlığı bağlamında yaklaşıp güçlü silah lobisini karşısına alması da pek sonuç getirmedi. Başkanın Amerika’da ırk ilişkileri meselesinde yaptığı tarihi nitelikteki konuşmalar son derece doğru tespitler ve dengeli yaklaşımlarla dolu ancak bu meseleyi Amerika’nın en derin fay hattı olmaktan çıkarması için elbette yeterli değil.

Dallas olaylarının Amerikan toplumuna bir kez daha hatırlattığı ve geçmişte kaldığı sanılan toplumsal çatışma korkularının nüksetmesine sebep olan ırk ayrımcılığı meselesinin toplumsal ve sosyo-ekonomik sebepleri ortadan kalkmadıkça Dallas benzeri olayların devamını göreceğimiz kesin. Bu sebeplerin ortadan kaldırılması da ırk meselesinin en zor kısmını teşkil ediyor zira sorun kanun ve yasalardan çok hem siyah hem de beyaz toplumun algıları, önyargıları ve korkularıyla alakalı. Bunları belirleyen psikolojik etkenlerin siyah ve beyaz toplum arasındaki mesafeyi azaltacak şekilde değiştirilmesi gerekiyor. Bunun oldukça uzun bir zaman ve olumlu bir momentum gerektirdiği aşikar. Bu anlamda Amerikan toplumunun ve siyasetinin ırk meselesinin meydan okumasına nasıl cevap vereceği ülkenin sosyal barışı açısından belirleyici olacak.

[Star Açık Görüş, 17 Temmuz 2016]

Etiketler: