29 Haziran 2019 | Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan (orta solda), G20 Osaka Liderler Zirvesi kapsamında ABD Başkanı Donald Trump (orta sağda) ile bir araya geldi. Görüşmede, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu (sol 9), Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar (sol 7), Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak (sol 8) ve MİT Başkanı Hakan Fidan (sol 5), AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Cevdet Yılmaz (sol 4), Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun (sol 3), Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın (sol 2) ve Savunma Sanayi Müsteşarı İsmail Demir (solda) de yer aldı.

AK Parti Döneminde Dış Politika

On yedi yıldır iktidarda olan AK Parti'nin dış politikada ortaya koyduğu performans birçok söylem, farklı politik tercihler ve değişim hatları barındırıyor. Türkiye'nin AB'ye tam üyelik statüsü de AB ile kapışması da, ABD ile ilişkilerin gelişmesi de "eksen kayması" yaftalaması da, Afrika açılımı da Suriye'de askeri harekat yürütülmesi de bu zaman zarfında gerçekleşti. Kimi zaman birbiri ile taban tabana zıtmış gibi görünen bu söylem ve politikalardan biri ya da birkaçı merkeze alınarak AK Parti'nin dış politika çizgisi eleştiriye tabi tutuldu ya da övgüye mazhar oldu.

On yedi yıldır iktidarda olan AK Parti’nin dış politikada ortaya koyduğu performans birçok söylem, farklı politik tercihler ve değişim hatları barındırıyor. Türkiye’nin AB’ye tam üyelik statüsü de AB ile kapışması da, ABD ile ilişkilerin gelişmesi de “eksen kayması” yaftalaması da, Afrika açılımı da Suriye’de askeri harekat yürütülmesi de bu zaman zarfında gerçekleşti. Kimi zaman birbiri ile taban tabana zıtmış gibi görünen bu söylem ve politikalardan biri ya da birkaçı merkeze alınarak AK Parti’nin dış politika çizgisi eleştiriye tabi tutuldu ya da övgüye mazhar oldu.

Bu tarz yaklaşımların çoğu zaman ideolojik motivasyonlarla AK Parti dış politikasını Batıcı, İslamcı ya da liberal olarak kodladığını yeri gelmişken ifade etmek gerekiyor.

Bu övgü, yergi ya da yaftalamaları bir kenara bırakarak AK Parti’nin dış politika performansının daha serinkanlı bir değerlendirmeye ihtiyacı olduğu ortada. Böylesi bir değerlendirmeyi de ancak bir devletin belirli bir uluslararası sistem –ya da şartlar– içindeki davranışını dikkate alarak yapmak mümkündür.

Bu açıdan bakıldığında AK Parti’nin dış politikasını üç döneme ayırmak mümkündür: 11 Eylül’e rağmen uluslararası siyasetin görece öngörülebilir bir dönem olan 2002-2010; bölgesel türbülansın başladığı ve zirve yaptığı 2010-2015 dönemi ve 2015 sonrası.

AK Parti iktidara geldiğinde 11 Eylül saldırıları gerçekleşmiş ve ABD uluslararası siyasette müdahaleci ve zorlayıcı bir doktrin benimsemişti. Bu saldırılar yaklaşık on yıldır süren insan hakları, refah ve demokrasi eksenli dış politika çizgisini kökten değiştirmişti.

Bu değişimin ilk yansıdığı bölgenin Irak işgali dolayısıyla Ortadoğu olması AK Parti’yi kritik tercihlerin eşiğine getirdi. Karar vericiler bir yandan dış politikayı Soğuk Savaş sonrası şartlara adapte etmek için yeni kuramsal yaklaşımlar ve kurumsal düzenlemelere kafa yorarken, konjonktürel gelişmelere de reaksiyon vermek durumunda kaldı. Kullanılan yeni söylem ve araçların Soğuk Savaş sonrası adaptasyonu hızlandırdığını ve bunun birçok çalışmaya konu olduğunu da ifade etmek gerekir.

1 Mart tezkeresi kararını bir istisna olarak tutarsak AK Parti’nin 2002’den itibaren uluslararası sistemle uyumlu ve çevresinde bir istikrar kuşağı oluşturmaya dönük bir dış politika izlediğini ifade etmek mümkündür.

AB ile uyumluluk süreci, komşu ülkelerle kurulan ilişkiler, İsrail-Suriye başta olmak üzere uluslararası krizlerde arabuluculuk rolü, yumuşak güç merkezli Afrika ve Güney Amerika açılımları ile bu anlamda dikkat çekmektedir.

Bugünden bakıldığında askeri ve ekonomik güç biriktirme ile savunma sanayi alanında gerekli atılımların eksik kaldığını da not etmek gerekir.

2010 yılında Arap isyanları ile başlayan bölgesel türbülans ise yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. 31 Mayıs 2010’da gerçekleşen Mavi Marmara saldırısı ile 9 Haziran’da ABD baskısına rağmen İran yaptırımlarına karşı oy kullanılması bu dönemin öncülüdür.

Bu dönemde politika yapımı açısından içini doldurmanın mümkün olmadığı sonradan ortaya çıkacak olan otonom bir söylem(ler) tedavüle girdi. Bürokratik hantallık, FETÖ manipülasyonları ile uluslararası şartlar dolayısıyla söylem ile politika arasındaki bu makasın maliyeti Suriye krizinde ortaya çıktı.

PKK’nın alan kazanmasından 15 Temmuz darbe girişimine varan süreç ise yeni bir dönemin kapısını aralamıştır. Uluslararası siyasetin iyice belirsizleştiği bu dönemde neredeyse bütün ülkeler uzun dönmeli projeksiyonlardan çok yakın tehditlerle uğraşmak zorunda kalmıştır. Bu tarihten itibaren ise Türkiye’nin dış politikada kullandığı söylem ve politikalar otonom olmakla birlikte birbirleri ile uyumlu olmuştur.

Parçalı ittifak ve gerginlikler sadece Türkiye’nin değil genel dış politika çizgisine dönüşmüştür. Rusya, ABD ya da İran ile ilişkilerin geldiği nokta, Suudi Arabistan ve BAE ile yaşanan gerginlikler bu düzlemin ürünüdür. Bu düzlemin bir süre daha devam edeceğini öngörmek zor değil.

Bununla birlikte dış politika yapımında iki noktaya dikkat edilmesi gerekir: Birincisi kısa vadeli tehditlerle uğraşırken uzun vadeli ve küresel projeksiyonların gözden kaçırılmaması; ikincisi de güç birikiminin ihmal edilmemesi.

[Sabah, 17 Ağustos 2019]

Etiketler: