26 Åžubat Afrika kıtası için önemli bir gün. 15 Kasım 1884'te baÅŸlayan Berlin Konferansı 26 Åžubat'ta sona erdi. Karlı bir kış günü sona eren Berlin Konferansı 1885'te Afrika kıtasını 50 parçaya böldü. Bu tarihten sonra Afrika bölünmüÅŸlüÄŸünü muhafaza etti. Afrika tarihinin yabancı iÅŸgalleri ve köleleÅŸtirmeden sonra en önemli olayı Berlin Konferansı. GeçtiÄŸimiz hafta Berlin Konferansı'nın ardından tam 125 yıl geçmiÅŸ oldu.
Bu önemli gün Afrika'da bazıları için bir kutlama, bazıları için ise kıtanın talihini karartan matem duyguları uyandırıyor. Afrika'nın geç uluslaÅŸan 53 ülkesi için kuruluÅŸ yıldönümlerinin anlamı oldukça karmaşık. ÖrneÄŸin sadece bu yıl 17 Afrika ülkesi 50. kuruluÅŸ yıldönümlerini kutlayacak. Afrika kıtasının içinde bulunduÄŸu fakirlik, açlık, kıtlık, saÄŸlık problemleri ve diktatörce yönetimler bağımsızlık günü kutlamalarına gölge düÅŸürüyor.
Afrika'nın mevcut haline bakıldığında aslında dünya tarihinin seyri ile örtüÅŸmeyen bir durum var. DiÄŸer kıtalarda birlikte hareket etmeyi, siyasi ve ekonomik birlikler oluÅŸturarak ihtiyaçları karşılamayı hedefleyen oluÅŸumlar göze çarpıyor. Sudanlı zengin iÅŸadamı Mo Ä°brahim, geçen kasım ayında Tanzanya'da oldukça yalın bir ÅŸekilde birçok Afrika ülkesinin günümüz koÅŸullarında ayakta durmasının mümkün olmadığını söyledi. Afrika'nın parçalanmışlığı dışarıdan dayatılan bir durum. BirçoÄŸu oldukça küçük 53 devletin, Ä°brahim'in altını çizdiÄŸi gibi Hindistan, Çin, Avrupa ve diÄŸerleri ile rekabet etmesi nerdeyse imkânsız. Afrika'da ulus-devlet yapısı paradoksal olarak Avrupa sömürgeciliÄŸinin ürünü. Paradoks, sömürgeciliÄŸin kıtada en fazla nefret edilen olgu olmasına karşılık, ulus-devlet yapısının sıkı sıkıya varlığını sürdürmesi. Berlin Konferansı'na ev sahipliÄŸi yapan Åžansölye Bismark, Alman birliÄŸini saÄŸladıktan sadece 14 yıl sonra Afrika'yı parçalara ayırmak için diÄŸer Avrupalı meslektaÅŸlarıyla masaya oturuyordu. Berlin Konferansı 400 yıllık trans-Atlantik kölelik mücadelesinin sonunda gerçekleÅŸti. Endüstri devrimi kölelik ve doÄŸal kaynaklara olan açlığı en üst seviyeye çıkardı ve Avrupalı sömürgeciler Afrika kaynaklarını ele geçirmek için kanlı mücadelelere baÅŸladı. Nitekim Berlin Konferansı ile Afrika küçük parçalara ayrılarak büyük Avrupalı güçler tarafından paylaşıldı. Üzerinde anlaşılamayan yerler ise küçük Avrupa ülkelerine verildi ve serbest ticarete açık bırakıldı. Bugün bile Afrika haritasından geometrik bölünme gözle fark edilebiliyor. Yeni bir harita 1000 civarındaki yerli kültür ve bölgeye sahip Afrika'ya dayatıldı. Bölünmenin Afrika dinamikleri açısından hiçbir mantığı yoktu. GeçmiÅŸte asla bir arada yaÅŸamamış gruplar birleÅŸmeye zorlandı. Afrika'daki Avrupalı üstünlüÄŸü bu yolla elde edildi. Günümüzde Afrika'ya ilgi gösteren ülkeler bu kıtanın petrol gibi büyük zenginlikleri ile ilgililer. Zengin doÄŸal kaynaklara yapılan yatırım Afrika'ya yaygın bir katkı yapmıyor, yönetim krizi yaÅŸayan birçok Afrika ülkesinde yönetici elitin gücünü pekiÅŸtiriyor. Sonuç olarak geliÅŸmiÅŸ endüstrilerin Afrika ilgisi eski düzeni, yani Afrika fakirleÅŸirken diÄŸer kıtaların zenginleÅŸmesi denklemini yeniden üretiyor. Türkiye'nin ilgisi Türkiye'nin Afrika'ya ilgisi 1990'lı yılların sonuna doÄŸru baÅŸladı. Afrika'yı dış politikada önemli bir pozisyona taşıyan bir dizi geliÅŸmeden sonra 2005 Afrika yılı ilan edildi. Bu tarihte Afrika ülkelerini ziyaret eden BaÅŸbakan ErdoÄŸan, Ekvatorun güneyine inen ilk Türk baÅŸbakanı oldu. Türkiye'nin Afro-Avrasya coÄŸrafyasının merkez ülkesi ve küresel ölçekte tesir icra eden bir aktör olma vizyonu Afrika giriÅŸimleri ile perçinlendi. DışiÅŸleri Bakanı DavutoÄŸlu'nun vurgusu ile Afrika'yı ihmal eden bir gücün küresel ölçekte bir aktör olma imkânı yok. Türkiye'nin Afrika'ya ilgisinin tarihi bir arka planı var. Osmanlı döneminde bütün Kuzey Afrika Osmanlı yönetimindeydi ve Afrika içlerine doÄŸru birçok ülke Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu ile yakın iliÅŸkilere sahipti. Türkiye bu tarihi hafızayla TÄ°KA ve Diyanet gibi devlet kurumları, TUSKON ve Türk okulları gibi sivil toplum faaliyetleri ile Afrika'da yerini alıyor. Türkiye, Afrika'nın büyük zenginliklerinin peÅŸinde olan güçlerin aksine, küçük ve orta ölçekli iÅŸletmelerle ve gittikleri bölgelerin imarına katkı saÄŸlayacak ÅŸekilde pozisyon alıyor. Türkiye'nin Afrika'ya ilgisi bir anlamda insanlığın Afrika'ya borcunu ödeme misyonunu gerçekleÅŸtiriyor.