Açılım Kartına Terör Resti

PKK, iktidarı geçmiş dönemlerdeki güvenlikçi perspektife mahkûm ederek tuzağına düşürmek ve toplumsal desteğini azaltmak istiyor.  

PKK yeniden 1990’lı yıllarda uyguladığı ‘devrimci şiddet ve kurtarılmış bölgeler’ doktriniyle bölgedeki psikolojik üstünlüğü yeniden ele geçirmeye çalışıyor. Şubat 1999’ta Abdullah Öcalan’ın yakalanması sonrasında uzun süre sessizliğe bürünen PKK 2007 seçimleri öncesinde yeniden eylem kararı aldı ve askeri hedefleri vurmaya başladı. Önce Dağlıca sonra Aktütün saldırıları, daha sonra Diyarbakır’da bir dersane önünde patlatılan bomba, Tokat, Reşadiye ve Tunceli Sarıyayla saldırıları ve en son İskenderun baskını PKK şiddetinin son dönemde geldiği noktayı gösteriyor. PKK neden yeniden şiddete başvuruyor sorusunun farklı psikolojik, toplumsal ve siyasal nedenleri var. Şunu hemen ifade etmek gerek; son dönemde politik olarak köşeye sıkışan PKK, gerilimi bilinçli olarak yükselterek ispatı vücut etmek istiyor. Bir anlamda “bu meseleyi çözmek istiyorsanız beni de dikkate almak zorundasınız” diyor. Muhataplık meselesine kan ve silahla cevap veriyor. PKK tarafındaki ‘tasfiye’ algısı hükümet tarafından atılan olumlu adımların dahi duvara çarpıp geri dönmesine yol açıyor.

Muhataplık meselesi

Öcalan’ın ‘süreçten çekiliyorum açıklaması’ ve PKK yönetiminin eylemsizlik kararına son vererek yeniden silaha sarılması yaz mevsiminin sıcak geçeceğinin işaretlerini veriyor. Öcalan’ın ‘çekiliyorum’ ifadesi bölgede 1990’ların görüntülerini andıran kepenk kapatma ve yol kesme eylemlerinin yeniden başlamasına, çocukların ön planda olduğu intifada görüntülerinin verilmesine, çeşitli il ve ilçe merkezlerinde devam eden oturma eylemleri düzenlemesine ve BDP yöneticilerinin sert açıklamalar yapmasına yol açtı. Son yaşanan olaylar BDP’lilerin sıkça tekrarladıkları ‘Öcalansız çözüme hayır’ ve PKK’nın Nevruz’da deklare ettiği ‘Öcalansız, dünyayı başınıza yıkarız’ yaklaşımının açık bir sonucu. Ahmet Türk’ün Diyarbakır Nevruz meydanında sarf ettiği “Apo’nun özgürlüğü barışın teminatıdır” cümlesi aslında yürütülmek istenen pazarlığın açık ilanından başka bir şey değil.

DTP’nin, hükümetin yürüttüğü açılım sürecinde kendi varlığını inkâr edercesine Kandil ve İmralı’yı adres göstermesi politik sürecin önünü tıkamış durumda. Murat Karayılan’ın Hasan Cemal’e verdiği söyleşide “…İlk adımda silahlar susacak… Sonra diyalog başlayacak… Diyalog yeri İmralı’dır… Kabul edilmiyorsa, diyalog yeri biziz… Bizi de kabul etmiyorlarsa, siyasal olarak seçilmiş iradedir” demesine ve son tahlilde DTP’yi adres göstermesine rağmen DTP’nin ve onun ardılı BDP’nin İmralı ısrarı, barış umutlarının yerini, kara bulutlara bırakmasına sebep oldu/oluyor.

Hükümet ile BDP arasındaki demeç savaşı, perde arkasında yürüyen mücadelenin siyasal alana yansıyan tercümesi gibi. BDP ve PKK’nın çözüm için Öcalan’ın özgürlüğünü şart koşan hamleleri, iktidarı ‘çekiç ve örs’ arasında bir paranteze sokarken aynı zamanda bölgeden gelen şehit cenazeleriyle hükümeti zayıflatmak istiyor. PKK son dönemde artan eylemleriyle hükümete ‘ya beni muhatap alırsın ya da ben seni muhatap olmaktan çıkarırım’ yani iktidarını elinden alırım demek istiyor. PKK bu tehdidini ne kadar hayata geçirebilir bilinmez ancak son dönemde yükselen toplumsal infial duygusu hükümetin üzerindeki askeri operasyon baskısını artırıyor. PKK bir anlamda iktidarı geçmiş dönemlerdeki güvenlikçi perspektife mahkûm ederek kendi tuzağına düşürmek ve toplumsal desteğini zamanla azaltmak amacını taşıyor. PKK eski stratejisine dönerek, eylemlerine karşı askerin sert karşılık vermesini istiyor. PKK bu şekilde davranarak Türk-Kürt gerilimini artırmaya, toplumsal tabanıyla yeni bir mutabakata varmaya ve hükümeti ülkeyi yönetemez hale getirmeye çalışıyor. PKK tercih olarak “silahların susmasını, silahların bırakılmasına” öncelemiş durumda. Kandil silah bırakmayı sonraki aşama olarak görürken hükümet ilk aşama olarak görüyor. PKK, hükümetle masaya oturmak ve Öcalan pazarlığı yapmak için silahı bir kaldıraç ve tehdit olarak kullanıyor.

Abdullah Öcalan sorunu!

Gelinen noktada hem BDP hem PKK, Kürt meselesinin çözümünde Öcalan kartını ‘olmazsa olmaz’ şart görüyor. Bu yaklaşım örgütle bağı olmayan sivil Kürtler arasında ‘davanın Öcalan uğruna satılması’ olarak yorumlanırken PKK tabanında ‘Öcalan’ın özgürlüğü, meselenin çözümü’ olarak algılanıyor. Türkiye, henüz meselesinin çözümü noktasında bir uzlaşma sağlayamamışken, PKK’nın dağdan indirilmesinin yolunu açamamışken bu defa Abdullah Öcalan meselesiyle karşı karşıya. Türkiye’nin artık Kürt meselesi, PKK meselesi yanında bir de Abdullah Öcalan meselesi var. Abdullah Öcalan, Ankara’ya ‘bana özgürlüğümü ver bende şehitlerin gelmesini önleyeyim’ derken ‘ya ben ya hiç’ denklemini kuruyor. AK Parti iktidarını uzun zamandır siyaset içi, siyaset dışı müdahalelerle uzaklaştırmak isteyenler, ‘şehit cenazeleri’ kartını kullanmak suretiyle Erdoğan’a ağır bir bedel ödetmek istiyorlar. Artan terör olaylarının, TBMM’de ilk defa Kürt milletvekillerinden oluşan bir parti grubunun kurulduğu, devlet televizyonundan 24 saat Kürtçe yayın yapıldığı, AB reformlarının yavaş da olsa ilerlediği, Kürt meselesinin çözümü konusunda bir iradenin oluştuğu, devletin geleneksel Kürt siyasetini değiştirdiği bir dönemde tırmanması dün olduğu gibi bugün de görünmez bir elin süreci sabote etmek istediğini gösteriyor. 1991 yılında DYP-SHP koalisyon hükümetinin ‘Güneydoğu Eylem Planı’nı hayata geçirilmesine fırsat vermeyerek 1992 Nevruz’unu kana bulayan el, 1993 ateşkesini Bingöl’de 33 erin şehit edilmesiyle sonlandıran irade, bugün farklı bir maskeyle çözüm umudunu sabote etmek istiyor. PKK’nın ‘sorun, ya bensiz çözülürse …’ endişesi daha fazla şiddete başvurmasına yol açıyor. 

Kürtler ne düşünüyor?

Bu sebepler yanında şiddetin son bulmasıyla bölgede yaşanan huzur ortamı ve insanların eski günlere dönmek istememesi Kandil’in özgül ağırlığını kaybetmesine ve PKK’nın bölgedeki başat rolünün ikincil plana düşmesine sebep oluyor. Bölgede yaşanan sosyolojik değişmeyi PKK kendisine yönelik bir tehdit olarak görüp, kitle üzerindeki etkinliğini kaybettiği korkusuna kapılıyor. Bölge halkının ve bir kısım aydınların Kürt meselesini PKK’dan ayrıştırarak örgütün Kürt halkının özgürleşmesinin ve ülkenin demokratikleşmesinin önündeki engel olarak görmeye başlaması örgütü rahatsız eden bir diğer önemli unsur. PKK bu inisiyatifin ve özeleştiri sürecinin gelişmesini istemiyor. Kürtlerin temsili meselesinde AK Parti ile içine girdiği aktörlük mücadelesi BDP ve PKK yönetimini rahatsız ediyor. Aktörlük mücadelesi PKK’nın Kürtler üzerindeki otoritesini kaybetme endişelerinin bilinç üstüne çıkmasına yol açıyor. PKK, bu yeni durum karşısında duygusal kopuşu hızlandırarak politik pozisyonunu güçlendirmek istiyor 

Kuzey Irak Bölgesel Yönetim Başkanı Mesut Barzani’nin Türkiye’de bulunduğu sırada PKK’nın eylemsizlik kararına son vermesi fazla söze gerek bırakmayan önemli bir işaret. PKK ve Öcalan, Kürt meselesinin çözümünde kendilerinin devre dışı bırakıldığı bir formülasyonu asla kabullenmiyor. Öcalan kendisinin dışarıda bırakıldığı her türlü denklemi ‘tasfiye’ olarak algılıyor bunun sonucunda, örgüt daha fazla şiddete müracaat ediyor. PKK yaptığı eylemin büyüklüğüne ve şiddetine göre daha fazla ses getireceğini ve gözlerin kendisine çevrileceğini biliyor. PKK, Kürt meselesinin çözümü konusundaki bir uzlaşmayı varlığına yönelik bir tehdit olarak görüyor ve bu iradeyi sabote etmek için elinden gelen her şeyi yapıyor. Öcalan, açık biçimde Ahmet Türk veya Barzani’yle görüşülüp kendisinin yok sayılmasını kabullenemiyor, beni de muhatap alın diyor.

Açık Görüş – 20.06.2010

Etiketler: