AB İle İlişkiler Rayına Oturur mu?

AB’nin her şeye rağmen Türkiye için stratejik bir öncelik olduğu aşikar. Sadece Hollanda’nın seçim sürecindeki tavrı bile AB ile ilişkileri koparmaya yetebilirdi; fakat Türkiye ısrarla ilişkiyi sürdürmeyi tercih etti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mayıs ayındaki yoğun diplomasi trafiğinde AB de önemli dosyalardan birisiydi. Cumhurbaşkanı’nın AB liderleriyle yaptığı görüşmeler, AB-Türkiye ilişkilerine dair yeni bir vizyon ihtiyacını ortaya çıkardı. “Bir yıllık takvim” ifadesiyle Türkiye’nin AB, AB’nin de Türkiye serüveninde yeni bir arayış, şartların bir daha zorlanması söz konusu.

Geçtiğimiz dört beş ay boyunca seçim atmosferi ve AB’de yaygın istisnacı yaklaşımlar sebebiyle ilişkiler neredeyse kopma noktasına gelmişti. Sorun ikili ilişkilere dair politikalardan ziyade zihniyet gibi görünüyor. Politikalar bu zihniyetin bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. AB’de Türkiye karşıtı bloğu salt seçim atmosferinde değerlendirmemek lazım. Zira seçim öncesinde ve sonrasında da AB kurumlarında yaygın, oldukça sorunlu zihniyet ilişkilerin ana seyrini tayin etti, edecek.

İkili görüşmelerde gündeme gelen “iade” meselesi bu durumun en çarpıcı örneklerinden. Hem Angela Merkel hem de Emmanuel Macron, Türkiye’de sair suçlamalarla gözaltında-tutuklu bulunan birer vatandaşlarının serbest bırakılmasını talep ettiler. Her iki şahıs da PKK ve FETÖ’nün de dahil olduğu bir dizi ithamla karşı karşıya. Suçlular veya değiller, buna yargı karar verecek. Sorun –örneğin- Merkel’in, Türkiye’nin Almanya’dan suçları sabit yüzlerce PKK’lı, DHKP-C’li ve FETÖ’cünün iadesini talep ettiği bir zamanda, Türkiye’den bir vatandaşının iadesini talep edecek “ahlaki üstünlük” zannında olması. İade konusunda Avrupa’da sicili en bozuk ülke olan Almanya’nın, ülkelerinde rahatça yaşayan çok sayıda darbecinin iadesini müzakere bile etmek istemezken, Türkiye’den bu yönde bir talepte bulunması Türkiye-AB ilişkilerinin mevcut durumunu çok iyi anlatmakta.

Benzer şekilde İncirlik tartışmaları da tam bu zihniyetten kaynaklı görünüyor. Türkiye’nin Alman parlamenterlerin İncirlik’i ziyaret etmesine engel olmasına tepki olarak Almanya Türkiye’yi “askerlerini İncirlik’ten çekmekle” tehdit ediyor.

Alman parlamenter heyetinde PKK sempatizanı, Kandil’i ziyaret etmiş isimler var. Son birkaç haftadır manşetleri süsleyen Almanya’dan gelen tehditlere anlam vermek mümkün değil. Alman askerlerinin İncirlik’ten başka bir ülkeye kaydırılmasıyla Türkiye’yi tehdit etmek Türkiye nezdinde bir sonuç üretmeyeceği gibi, Almanya’nın bu konuda çok fazla kozunun olmadığının da göstergesi. Kaldı ki Almanya’nın PKK/YPG’ye destek politikaları ve terör örgütüyle kurduğu ilişkinin tabiatı iki ülke arasındaki güvenlik işbirliğini zaten kısıtlamakta.

AB’nin her şeye rağmen Türkiye için stratejik bir öncelik olduğu aşikar. Sadece Hollanda’nın seçim sürecindeki tavrı bile AB ile ilişkileri koparmaya yetebilirdi; fakat Türkiye ısrarla ilişkiyi sürdürmeyi tercih etti. AB’de de bazı çevreler Türkiye’yi birlik içerisinde konumlandıramasa da bir şekilde ilişki sürdürmenin gerekliliğine inanıyor. Bu sebepten tüm badirelere rağmen ilişkiler resmen kopmuyor. On yılların yatırımı ve dikkate alınması gereken jeopolitik mülahazalar var. Bu durum ilişkiler kopsa bile değişmeyecek.

Önümüzdeki bir yılda en büyük meydan okuma, AB’nin Türkiye’ye karşı istisnacı bakışı olacak. Türkiye’deki OHAL ve terörle mücadele, ilişkilerdeki kötü seyrin bir sebebi değil; bu istisnacı bakışın bir sonucu. AB ilişkilerin “alma/verme” üzerine kurulu olduğundan hareketle

sürekli Türkiye’den talep eden aktör olmaktan bazen de veren aktör olmaya doğru evrilmeli. AB’nin her olumlu adımının Türkiye’de fazlasıyla karşılık bulduğu unutulmamalı. Yani AB projesinin Türkiye’deki karşılığı, Türkiye’nin yaptıklarından çok AB’nin yaptıklarıyla alakalı.

[Akşam, 29 Mayıs 2017]

Etiketler: