7 Şubat’ı Doğru Okumak

MİT görevlilerinin şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrıldığı 7 Şubat’la başlayan yeni süreci doğru okumak için, SETA araştırmacılarının yayımladığı analizleri bir arada sunuyoruz.

7 Şubat’ta MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile eski Müsteşar Emre Taner ve Yardımcısı Afet Güneş, İstanbul Özel Yetkili Savcılığı tarafından şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrıldı. Haberin medyada yer almasından bugüne Türkiye yeni bir “kriz” yaşıyor. O günden bu yana medyada meselenin iç yüzünü okumayı zorlaştıran birçok yorum yer aldı. Bu analizler konuyu açıklamak yerine daha fazla soru işareti barındırıyorlardı ve yorum sahiplerinin sundukları tezler tutarlılık taşımıyordu.

SETA araştırmacıları ise 7 Şubat’ta gerçekte ne olduğuna dair titiz ve net analizler yayımladılar. Yeni süreci doğru okumak için, 7 Şubat’tan bugüne SETA araştırmacılarının yayımladığı yorumları bu sayfada topladık.

5 SORU: Üçüncü Yılında 7 Şubat MİT Krizi
Sadık Şanlı, 07 Şubat 2014

17 Aralık sürecinin yeniden tartışmaya açtığı 7 Şubat MİT Krizi, MİT Müsteşarı üzerinden Başbakan’a ulaşmayı amaçlayan, ‘Yeni Türkiye’ fenomenine karşı açık bir sabotaj girişimi, hukuku karaborsaya düşürme çabası ve yeni bir vesayet teşebbüsüydü.

7 Şubat’ı Hariçten Okumak
Ufuk Ulutaş, 25 Şubat 2012

“Bu girişimin uluslararası bağlamda da ele alınması meşru bir çabadır. Çünkü Türkiye’nin aktif dış politikası, iç politika gelişmelerini sadece iç dinamiklerle sınırlayan analizleri yetersiz kılmıştır. Örneğin Mavi Marmara’nın sadece bir dış politika konusu olmaması gibi, PKK da sadece iç politikaya münhasır bir mesele değildir. Benzer şekilde Türk istihbaratının başına gelen kişi hakkında bir bölge ülkesinin savunma bakanı teamüllere aykırı olarak, alenen aleyhte açıklama yapabiliyorsa, bu durum MİT çerçevesinde bundan sonra gelişecek hadiselerin de sadece iç dinamiklerle açıklanmasını sorunlu kılar.”

MİT Krizine Ortadoğu’dan Bakış
Furkan Torlak, 23 Şubat 2012

“7 Şubat tarihinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın “şüpheli” sıfatıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından sorguya çağrılması Ortadoğu basınında da geniş şekilde yer aldı. Gelişmeye ilişkin haberler Arap ülkelerinde çok sayıda yayın organında yer bulurken, konuya ilişkin çeşitli analizler de gazete sütunlarında yayınlandı. Ortaya çıkan bu görüntü, aslında 7 Şubat müdahalesinin, Türkiye’nin sınır ötesi etkinlik ve imkânlarını nasıl etkilediğini ortaya koymakta. Yargı-polis ikilisinin ortak girişiminin sonuçlarının, dış politika ve bölgesel gelişmeler bağlamında okunması, konuya ilişkin bir nevi “söylemlerin” test edilebileceği bir zemin de teşkil ediyor.”

Devlet Krizi mi ‘Özel Yetkili’ Darbesi mi?
Yılmaz Ensaroğlu, 19 Şubat 2012

“‘7 Şubat girişimi’, tıpkı 367 darbesi gibi, yargının siyasete yeni bir müdahale teşebbüsü olarak anılacaktır. Ancak daha önceki müdahaleler vesayet rejimini korumak derdindeyken, 7 Şubat, yeni bir vesayet rejimi tesisini ima etmektedir. 7 Şubatçıları buna iten ana nedeni ise, zehirleyen, çürüten aşırı güç… Nitekim MİT’i KCK’lı ilan eden bu çürüme yüzünden, soruşturmanın Başbakanı da kapsayıp kapsamayacağı ciddi biçimde tartışılıyor; bu soruşturmanın sonunda ulaşacağı yerin siyaset, daha doğrusu hükümet olacağı pek çok kişi tarafından dile getiriliyor. Çünkü sorun, basit bir kurumsal bağnazlıktan ya da mesleki deformasyondan ibaret değil. Andıçlarla, psikolojik harekâtlarla mücadele edenlerin bugün kendilerinin de andıçlar hazırlamalarını, psikolojik harekât planları geliştirmelerini iyi irdelemek gerekiyor. Şimdilik şu kadarını söyleyelim: Genel olarak AK Parti’yi ve dindar/muhafazakâr çevreleri yakından izleyenler için 7 Şubat, kesinlikle bir sürpriz olmadı. Belki zamanlaması ve seçilen hedef(ler) bazıları için şaşırtıcı olmuş olabilir. Ancak açılan yaranın dar açılı fitne uyarılarıyla, kuru güzellemelerle sarılması zor gözüküyor. Herkesin önce kendisini hesaba çekmesi iyi bir başlangıç olabilir.”

Vesayet, Siyaset, Cemaat
Hatem Ete, 18 Şubat 2012

“Hükümetin toplumsal desteğe dayalı siyasal iradesini, sahip olduğu bürokratik imtiyazlara sığınarak gasp etme anlamına gelen tutum, eski Türkiye’de ‘vesayet sistemi’ olarak adlandırdığımız ve mahkûm ettiğimiz bir tutumdur. 27 Mayıs 1960’tan beri, yasal-bürokratik imtiyazlarla iktidarın siyaset belirleme hakkına ortak olma çabasının bu topraklardaki ismi Kemalizmdir. Bu çerçevede, MİT yöneticilerini, siyasi iktidarın direktiflerini hayata geçirmek üzere gerçekleştirdikleri eylemler dolayısıyla soruşturmaya dâhil eden aktörleri ve onları savunan çevreyi neo-Kemalist olarak adlandırmak mümkün. Karşımızda, eski Türkiye’nin Kemalist imtiyazlarıyla mücadele ederek imtiyaz sahibi olan yeni Türkiye’nin neo-Kemalistleri var ve devraldıkları vesayetçi eğilimleri sürdürme eğilimi gösteriyorlar.”

27 Nisan’dan 7 Şubat’a Siyasete Müdahale
Taha Özhan, 18 Şubat 2012

“Neresinden bakarsanız bakın, sürecin mahiyeti bir ‘ulusal güvenlik krizi’, ismi ise ‘7 Şubat müdahalesidir.’ 1960, 1980, 28 Şubat darbeleri; 2004-2006 darbe planları, 27 Nisan 2007 darbe girişimi ve 14 Mart 2008 AK Parti’ye kapatma davası nasıl sivil iradeye karşı farklı düzeylerde darbe vurmayı amaçlıyorsa 7 Şubat da yeni Türkiye’ye karşı bir sabotaj girişimidir. Geçmiş darbeler ve girişimleri büyük ölçüde ülkemiz sınırları içinde hükümeti ortadan kaldırmayı ya da iktidarı ele geçirmeyi hedefliyordu. Elbette hepsinin sınırlarımızı aşan boyutları, küresel güçlerle yakın bağları da mevcuttu. Ama hiçbiri, büyük ölçüde, Türkiye’nin sınırları dışındaki varlığını veya potansiyelini hedeflemiyordu. Soğuk Savaş’ın sıradan bir kanat ülkesi haline getirilen Türkiye’nin kendi iç çekişmelerinin dışarıyla da paslaşan güçler marifetiyle her on yılda bir manipüle edilmeye çalışılmasından öte bir anlamı yoktu. Türkiye bölgesinde defansta kaldığı, Osmanlı sonrası tayin edilmiş siyasi ve sosyal sınırları zorlamadığı sürece de küresel güçlerin özel bir Türkiye ilgisi hiçbir zaman olmadı.”

MİT Üzerinden İktidar Kavgası
Hatem Ete, 11 Şubat 2012

“Gelişmenin en genel sonucu, siyasi bir meseleyi sadece adli enstrümanlarla çözmeye çalışmanın handikaplarını ortaya koyuyor. Uzunca bir süredir, yargı ve kolluk kuvveti, üstelik kendi içindeki hiyerarşiyi de tersyüz ederek, yürüttüğü soruşturmalarla, Türkiye’ye siyaset, siyaset kurumuna da güzergâh biçiyor. Askerin siyaseti belirleme iradesi ve eğilimleriyle etkili bir mücadele yürüterek otonom bir güce kavuşan yargı ve kolluk kuvveti, son yıllarda, zayıflattığı gücün yerine geçerek ülkeye siyaset vazetmeye başladı. Bu çerçevede, özü itibariyle siyasi olan ve muazzam siyasi sonuçlar üretme potansiyeli taşıyan davalar, yargı ve kolluk kuvveti marifetiyle yürütülüyor. Ergenekon, Balyoz ve KCK davaları, askeri vesayeti sonlandırma ve Kürt meselesini çözme iradesi önündeki engelleri kaldırma işlevleri dolayısıyla adli olmaktan öte siyasi davalardır. Siyasi işlevleri ve sonuçları dolayısıyla, bu tür davalarda, yargı ve güvenlik güçleri, siyaset vazedecek bir tutum takınmaktan kaçınmalılar.”

 

Etiketler: