5 SORU: Üçüncü Yılında 7 Şubat MİT Krizi

17 Aralık sürecinin yeniden tartışmaya açtığı 7 Şubat MİT Krizi'ni ve 17 Aralık'la içerik, hedef ve aktörleri bağlamında nasıl bir ilişkisi söz konusunu olduğunu SETA'dan Taha Özhan, Hatem Ete, Ufuk Ulutaş ve Ahmet Demirhan değerlendirdi.

1. 17 Aralık süreciyle birlikte 7 Şubat MİT Krizi yeniden gündeme geldi. Bunun nedeni nedir ve bugün olan bitenlerle 7 Şubat’ı nasıl okuyorsunuz?

Taha Özhan: 7 Şubat, ‘Yeni Türkiye’ fenomenine karşı açık bir sabotaj girişimiydi. Özünde polis-savcı marifetiyle siyasi iradeye rota belirlemeye kalkan bir müdahaleydi. AK Parti’nin benzer müdahale girişimlerine cevap verdiği alan yine milletin temsilinin sağlandığı meclis oldu. Bu süreçte, Gülen grubunun 7 Şubat’ın arkasında olduğu izlenimi yayın organlarında hararetli bir şekilde polis-savcı girişimini savunmalarından dolayı oluştu. Suç işlediklerini iddia ettikleri bazı MİT çalışanlarından dolayı MİT’in en üst yönetimini tutuklama girişimi yaşandı. İçeriğinden bağımsız bir şekilde benzer suç iddialarıyla Türkiye’de her birimin/kurumun en üst yönetiminin ifadeye çağrılması nasıl kabul edilemez bir durum ortaya çıkaracaksa, 7 Şubat’ta benzer bir manzara ortaya çıkmış oldu. 7 Şubat 2012’de yaşanan durum basiret ve feraset sahibi her isim tarafından berrak bir şekilde idrak edilmesine rağmen, meclisin müdahalesiyle sorunun halledildiği şeklinde okundu. Bu aslında belli ölçüde iyi niyetli bir temenniydi aynı zamanda. Öyle ki, 7 Şubat’ı tezgâhlayan odağın üzerine gidilmesi demek öyle veya böyle 17 Aralık sonrası ortaya çıkan manzaranın yaşanmasına yol açabilirdi. AK Parti toplumsal ayağı olan, benzer bir dünya görüşünü paylaştığını düşündüğü Gülen grubunu böylesi bir ithamla karşı karşıya bırakmak istemedi. Buna mukabil Gülen grubunun medyadaki kalemleri bu durumu istismar etmekten de geri duramadılar. Değişmez bir gündem olarak MİT, bir şekilde bu grubun medya gündeminden ya da kulis tartışmalarından hiç düşmedi. Zaten 7 Şubat öncesi de Uludere üzerinden yoğun bir tartışma başlatmışlardı. 2009 Açılım Süreci sırasında da polis odaklı bir ‘MİT merkezli’ çatışmacı görüntü gözden kaçmamaktaydı. 

2. 1960 Askeri Darbesi’nden 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumuna kadar uzun bir vesayetler dönemi yaşandı. Referandumla birlikte vesayetler döneminin kapandığı düşüncesi genel bir kanaate dönüşmüştü ancak sonrasında bunun böyle olmadığı görüldü. Siyaseti dizayna yönelik 7 Şubat türü çabaların karakter ve aktörler bakımdan önceki vesayetlerle ne tür ortaklıkları ve farkları söz konusu?

Hatem Ete: 7 Şubat’ın önceki vesayet teşebbüsleriyle en önemli ortak noktası, kurumsal imtiyazlarla siyaseti baskı altına almayı hedeflemiş olmasıydı. 7 Şubat’ta, yargı, ifadeye çağırdığı MİT yöneticileri üzerinden, siyasi iktidarın PKK’yı silahsızlandırma ve Kürt sorununu çözme politikasını yargılamaya teşebbüs etti. Demokratik bir siyasal sistemde tamamen seçilmiş siyasi iktidarın uhdesinde olan siyaset üretme-politika geliştirme pratiği, yargı tarafından dava konusu haline getirilmek istendi. Bu doğrudan siyasete müdahale etme, siyaset üzerinde vesayet kurma anlamına geliyordu. Bu benzerliğin yanı sıra, 7 Şubat önceki vesayet pratiklerinden birçok farklılığa sahipti. Öncelikle, siyaset kurumunun, siyasi iktidarın ve toplumun demokratik duyarlılığının oldukça zayıf olduğu önceki vesayet pratiklerinden farklı olarak, 7 Şubat siyasetin, siyasi iktidarın ve toplumun demokratik duyarlılığının oldukça güçlü olduğu bir dönemde vuku buldu. Dolayısıyla da, zamanın ruhuna aykırı, beklenmedik, anakronik bir vesayet teşebbüsüydü. Bir diğer önemli farklılık ise, önceki vesayet pratikleri gibi yaygın bir ideolojik zeminden beslenmek yerine daha dar ve diri bir grup dayanışmasından beslenmiş olmasıydı. Devletin veya siyasal sistemin vesayetçi zihniyetinden kaynaklanmak yerine, siyasal sistemin vesayetten arındırıldığı bir dönemde, vesayet unsuru olmaktan büyük ölçüde çıkarılmış bir kurumsal mekanizma bünyesinde örgütlenmiş bir grubun ürünüydü. Bir diğer önemli farklılık, bu vesayet teşebbüsüne ön ayak olan aktör ve kesimlerin, Türkiye’nin vesayetle mücadele sürecine ciddi katkılar sunmuş ve bu katkıdan ötürü de demokratik duyarlılığa sahip toplumsal kesimlerin sempati ve takdirini kazanmış olmalarıydı. Vesayetle mücadele sürecinde alınan destek, kendi vesayetini ihdas etmek üzere kullanılmıştı. Bütün bu özellikleriyle, 7 Şubat, yeni bir vesayet teşebbüsü niteliğine sahipti. 

3. 7 Şubat’ta Oslo görüşmeleri ve birkaç eski-yeni MİT yöneticisi üzerinden Çözüm Süreci hedef alınmıştı. Ancak 17 Aralık sürecinde suç isnatları ve hedef alınan isimlerin daha geniş bir yelpazeden seçildiğini görmekle birlikte, daha kapalı hedefler içerdiği düşüncesi doğuran bir görüntüyle karşı karşıyayız. İki süreç arasında hedefler açısından bir bağ kurulması, ortak bir okuma yapılması ne derece mümkün?

Taha Özhan: 7 Şubat’a 17 Aralık’tan bakınca benzer ve medyatik desteğin adresine bakınca aynı odağın çok daha geniş bir siyasete müdahale girişimi olduğunu söylemek mümkündür. 7 Şubat’ta akamete uğrayan girişim, taktik değiştirse de benzer bir strateji ile iki yıl boyunca daha büyük bir dalga boyuna ulaşmak için hazırlıklar yapmış ve seçim öncesi hiç kimsenin yanına yanaşmak istemeyeceği ‘yolsuzluk’ kalkanını kullanarak yeniden ortaya çıkmıştır. 7 Şubat’ta hükümetin Kürt meselesine dair perspektifi ve yol haritasının hedef alındığına dair yaygın bir kanaat vardır. Lakin 7 Şubat için bu sadece tali bir meseledir. 7 Şubat’ta ‘Kürt meselesi, PKK ile görüşmeler ve Açılım süreci’ kamuoyu tarafından ‘kolaylıkla hükümeti mâhkum edecek’ bir alan olarak kodlanmıştır. Dikkat edilmesi gereken husus, vesayet odaklarının bir müdahale girişiminde bulunurken, yaptıkları sabotajın milletin desteğine düçar olacak bir unsuru araç olarak kullanmalarıdır. Halkın ezici bir çoğunluğunun Kürt meselesinde kan akmasını engelleyecek bir çözümü satın aldığını görünce daha farklı bir alan olan ‘yolsuzluk’ soruşturmasına yönelmişlerdir. Ne 7 Şubat’ta hedef Kürt meselesinin çözümü sırasında suç işleyen devlet memurlarıdır ne de 17 Aralık’ta yolsuzluk suçunu işleyenlerdir. Hedef açık bir şekilde siyaseti dizayn etme girişimidir. 7 Şubat ile 17 Aralık arasında bir ünsiyet kurulmasının en güçlü karinesi ise Gülen grubunun medya organlarının farklı zamanlarda gelişmiş olan bu iki olaya verdikleri benzer tepkilerdir. 

4. 7 Şubat’ın uluslararası bağlantıları olduğu da sıklıkla konuşuldu. Meseleyi, uluslararası hesaplaşmalar bağlamında nasıl değerlendirebiliriz?

Ufuk Ulutaş: 7 Şubat’ın amacı; yeni Türkiye’nin yeni şekillenmeye çalışan veya kabuk, sistem, objektif değiştiren Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) üzerinden Başbakan’a ulaşmaktı. “Bunu kim ister?” sorusu, aslında uluslararası bağlamını açık bir şekilde ortaya koyuyor. Geçmiş yılları hatırlarsak; MİT Müsteşarı seçiliyor; bir ülkenin milli istihbarat teşkilatının başına Hakan Fidan isminde birisi getiriliyor. Başka bir ülkenin Savunma Bakanı Ehud Barak ise vakti zamanında açıkça beyanatta bulunuyor, “Bu adam İrancıdır! Bizim, İsrail’in güvenlik politikalarına aykırıdır.” diyor. Ardından sistematik olarak dış basında “Hakan Fidan geldi, Türkiye İsrail ve Amerika ile istihbarat paylaşımını bırakacak.” tarzı muazzam propaganda, kampanya dönemi başlıyor. 7 Şubat tam da bu kampanyanın artık fiiliyata döndüğü bir nokta oluyor. Şimdi bunun bir tarafında Hakan Fidan’ın iş başına gelmesinden ve MİT’in bölgede aktif bir konuma ulaşmasından rahatsızlık duyan bölgesel güçler ve onun uzantıları, onun Türkiye’de iş yaptığı aktörler var; dışarıda ve içeride. Bunlar da işte, 17 Aralık sürecinde tekrar gündeme gelen aktörler. Tırları kim durdurduysa, tırlardaki MİT görevlilerine kim silah doğrulttuysa, 7 Şubat operasyonunu da yapanlar aynı. Biz bu 17 Aralık süreciyle 7 Şubat’ın içerideki bağlantısını, 7 Şubat ve 17 Aralık’ı yapanları/yapan iç aktörlerin dışarıdaki bağlantılarını açık bir şekilde gördük. Hem de çok net bir şekilde gördük. Burada MİT üzerinden, bir taraftan Türkiye’nin yeni ortaya çıkan güvenlik bürokrasisine darbe vurmak, diğer taraftan kendisine en yakın olarak gördüğü Hakan Fidan üzerinden Başbakan’a ulaşmak çabası var. Burada Türkiye hükümetinden, Başbakan’dan bir rahatsızlık söz konusu. Plan şuydu aslında: Örneğin İsrail’in planı, uzun bir süre AK Partisiz bir Türkiye düşüncesi. Seçimi kazandığı 2002’den 2011’e kadarki dönemde AK Partisiz bir Türkiye hâlâ mümkündür, düşüncesinde oldular. 2011’den itibaren ise Erdoğansız bir AK Parti… Çünkü AK Parti’nin gitmeyeceğini anladılar açık bir şekilde. Şimdi bunu yapmak için Erdoğan’a giden yolları, Hakan Fidan bunlardan bir tanesi, teker teker yıpratma düşüncesine giriştiler. 17 Aralık’ta aile üzerinden, iş adamları üzerinden amaçlarına ulaşmaya çalışırken, 7 Şubat’ta MİT üzerinden girdiler. Nihayetinde bürokrasi, seçimler ve daha farklı kanallardan Başbakan Erdoğan’a ilerliyorlar ve bunu açık bir şekilde dillendiriyorlar. Vakti zamanında bunu İsrail söyledi. Amerika’dan bazı çevrelerin kuvvetli bir şekilde rahatsızlığı söz konusu. Morton Abramowitz’in, Amerika’nın eski Türkiye Büyükelçisi Eric Edelman’ın yazılarına bakınca bunu çok rahatlıkla görebilirsiniz. Yeni Türkiye’den, Yeni Türkiye’nin mimarı Erdoğan’dan, onların hem Türkiye içerisinde hem de bölgedeki siyaset yapma biçiminden muazzam bir rahatsızlık söz konusu. Dolayısıyla “yeni Türkiye” kavramının kilit unsurları, isimleri dışarıdan da doğal bir şekilde hedef alınıyor.

5. 7 Şubat siyasi, bürokratik ve toplumsal düzeyde ne tür kırılmalara işaret ediyor? Olumsuz yansımaları neler oldu? Ve yeni vesayet girişimlerinin tümden son bulması için neler yapılması gerekiyor?

Ahmet Demirhan: Aslında 7 Şubat, en geniş anlamıyla, toplumun ‘siyasal birlikteliği’ne yargı marifetiyle bir müdahale girişimi olarak okunabilir. Burada ‘siyasal birliktelik’ derken, gündelik siyasi rekabetin, partiler arası yaşanan fikir ayrılıklarının ve kendilerini siyasi yelpazenin şu ya da bu tarafında konumlandırılışların ötesinde, toplumu oluşturan unsurların ‘siyasal’ bir kararla, birlikte hareket etme iradesine doğru yönelişi kastedilmektedir. Bu noktadan bakıldığında, 7 Şubat’ta yaşananlar, son günlerde yaşanan tablonun bir temrini gibi duruyor. Burada dikkat çekilmesi gereken husus, aslında geçmiş vesayet girişimlerinin kendince kutsiyet atfettikleri bir takım ‘eski’ değerleri toplumun iradesi hilafı ‘koruma’ teşebbüslerinin aksine, 7 Şubat girişiminin, 17 Aralık sürecinde ortaya çıkan vesayetçi anlayışı tesis etmeye dönük olması. Bu anlamda, elbette önceki vesayetçi anlayışlardan farklı bir çaba olduğu, onlarla aralarında bir kırılmayı işaret ettiği söylenebilir. Ne var ki bu girişimin kendisine atfettiği anlam, iki türlü okunabilir. İlki, eski vesayeti toplum adına ortadan kaldırmanın hukuki anlamda ‘normal’ ve bürokratik anlamda ‘prosedürel’ mekanizmalarının, bu mekanizmaları, kendisine alan açmak için kullanmaya teşebbüs edecek denli siyasi ve toplumsal iradeden kopabileceğini göstermesi. İkincisi ise, siyasal ve toplumsal zeminden kopuşla birlikte ‘hukuk’a tanzim edilmeye çalışılan alana, herhangi bir meşruiyet gayesi gütmeyen bir ‘siyasal anlam’ verilme çabası. Şunu unutmayalım: ‘hukukun üstünlüğü’, ancak ‘siyasal birliktelik’ varsa ortada, mümkündür. Bunun aksi, yani siyasal bir form kazanmamış bir durumda, üstünlüğü sözkonusu edilebilecek ne bir hukuk ne de bir toplum vardır. Hukuk toplumun siyasal birlikteliğini garantiye alır ve lafzından çok ‘ruhu’yla faaldir. 7 Şubat, tam da lafızdan yola çıkarak bu ‘ruh’a yapılmaya çalışılan bir teşebbüs olduğu için vesayetçiydi, ‘hukuku karaborsaya düşürme çabası’ydı. Bu anlamıyla, vesayetçi girişimlerin son bulması, 7 Şubat’ta ortaya çıkan yargının hukuku karaborsaya düşürmesi ve bu yolla da siyasete kendince yön biçmeye çalışması gibi girişimlerin aksine, hukukun yargının tekeline bırakılmayacak kadar siyasal ve toplumsal bir ‘mana’ içerdiğini tesis edecek mekanizmaların sağlıklı işleyişiyle mümkün olacaktır.

[Söyleşi: Sadık Şanlı]

7 Şubat hakkında SETA analistlerinin tüm analizlerini okumak için tıklayınız: 7 Şubat’ı Doğru Okumak  

Etiketler: