5 SORU: İran Cumhurbaşkanlığı Seçimleri

Abdullah Yegin*: Anayasayı Koruyucular Konseyi kararlarının bizzat dini lider tarafından yönetilen ince hesaplanmış hamleler olduğu ihtimali göz ardı edilmemeli.

1. İran’da 14 Haziran’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yarışacak 8 aday, Anayasayı Koruyucular Konseyi tarafından hangi kriterlere göre belirlendi ve bu adayların ülke siyaseti ve toplum nezdindeki karşılıkları nelerdir?

İran’da 14 Haziran’da gerçekleştirilecek Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda en önemli dönemeçlerden birisi, bilindiği gibi Cumhurbaşkanı aday adaylarının başvurularının Anayasa Koruyucular Konseyi tarafından değerlendirilip seçime katılması uygun görülen şahısların ilan edilmesidir. Bu yıl Cumhurbaşkanlığı seçimi yarışlarında yer almak isteyen 686 aday adayı bu yarışta yer almak için başvurdu. Bu adaylardan sadece 8’inin adaylığı Anayasa Koruyucular Konseyi tarafından uygun görülürken geri kalan adayların başvurusu reddedildi. Elbette başvuran adayların kahir ekseriyetinin aday olmak gibi bir beklentilerinin olmadığını, bir tür PR çalışması amacıyla başvuruda bulunduklarını hatırlatmakta fayda var. Dolayısıyla da adaylığı reddedilenler arasında tartışmaya yol açabilecek isimlerin sayısının birkaç kişiyle sınırlı kaldığını bilmek gerekir. Bu kısa ön bilgiden sonra adaylığı kabul edilenlerin hangi kriterlere göre belirlendiğine bakabiliriz. Öncelikle, İran İslam Cumhuriyeti Anayasası’nda cumhurbaşkanı olacak kişilerde aranan kriterlere göz atmak faydalı olacaktır. İran Anayasası’nda cumhurbaşkanı olabilecek kişiler Anayasa’nın 115’inci maddesinde İran asıllı, İran vatandaşı, yönetici, tedbirli, sabıkası temiz, güvenilir, takva sahibi, mümin, İslam Cumhuriyeti’nin temel ilkelerine ve ülkenin resmi mezhebine bağlı dini ve siyasi şahsiyetler olarak belirtilmiştir. Burada söz konusu edilen şartların çoğunun öznel değerlendirmelere müsait olduğu açıkça görülebilir. Yani kimin yöneticilik, tedbirlilik, güvenilirlik açısından uygun olduğu, kimin takvalı ve mümin olduğu hatta kimin siyasi şahsiyet olarak görülebileceği bile kolaylıkla speküle edilebilecek konular. Hâl böyle olunca, adaylığı kabul edilen şahıslar Anayasa Koruyucular Konseyi’nin söz konusu vasıflara sahip olduğunu düşündüğü kişiler olmaktadır. Bu yüzdendir ki, Anayasa Koruyucular Konseyi’nin kabul veya reddettiği isimler nerdeyse her seçim döneminde tartışma yaratmış ve Konsey sık sık adalet eksenli değil siyasi davranmakla itham edilmiştir. Bu seçim döneminde adaylığı onaylanan şahsiyetlerin siyasi duruşları ve ait oldukları siyasi cenahlar irdelendiğinde, Anayasa Koruyucular Konseyi’nin adayların gerçekte hangi kriterlere göre belirlendiği daha kolay anlaşılacaktır.

Söz konusu 8 aday içerisinde esas olarak 3 farklı cenahtan şahsiyetler yer almaktadır. Bunlar muhafazakârlar, reformcular ve bağımsızlardır. Muhafazakârlar Said Celili, Gulam Ali Haddad Adil, Muhammed Bakır Kalibaf ve Ali Ekber Velayeti’den oluşmaktadır. Adaylardan Muhammed Rıza Arif ve Hasan Ruhani reformcu cenahın adayları olarak bilinmektedir. Gerçi Ruhani’nin bir taraftan muhafazakârlara da yakın olduğunu belirtmek gerekir. Bağımsız adaylar ise Muhsin Rızai ve Seyyid Muhammed Garezi’dir. Bu isimler reddedilen adaylarla birlikte değerlendirildiğinde kolaylıkla şu sonuca varılabilir: Muhafazakâr adaylar bir kişinin lehine yarıştan çekilebilecek kişilerden oluşurken reformcu ve bağımsız adayların seçilme şansı düşük profillerden oluştuğu görülmektedir. Dolayısıyla da sistemin yola muhafazakâr bir cumhurbaşkanı ile devam etmek istediği rahatlıkla söylenebilir. Burada göze çarpan isim Said Celili’dir. Celili’nin dini lider Hamaney’in adayı olduğuna dair genel kanı diğer muhafazakâr adayların onun lehine çekileceği ihtimalini güçlendiriyor. Bu durum Hamaney’in yürütme organını doğrudan eline almak istemesi olarak okunabilir. Çünkü Celili kendi programı olan bir aday olmaktan çok Rehberlik makamının programını uygulayacak bir şahsiyet olarak görülüyor. Nitekim İran’ın nükleer programı hakkında Batı ile gerçekleştirilen görüşmelerde Celili yer almasına rağmen aslında görüşmelerin bizzat Hamaney tarafından yürütüldüğünü söylemek mümkün. Öte taraftan Celili’nin müzakereci kimliğini göz önünde bulundurursak, onun cumhurbaşkanı olması durumunda İran’ın önümüzdeki dönemde Amerika ile resmen müzakerelere başlaması -elbette doğrudan dini lider kontrolünde olacak bir müzakere sürecinden bahsediyoruz- sürpriz olmayacaktır.

2. Cumhurbaşkanlığı konusunda oldukça iddialı olmalarına rağmen Konsey’in vetosuna takılan Rafsancani, Meşai gibi isimler neden reddedildiler? Bu isimlerin reddedilmeleri ne tür sonuçlar doğurabilir?

Seçimlere dair iddiası olan ve adaylıklarının kabul edilmesi halinde seçim sonuçlarını değiştirebilme ihtimali olduğu halde adaylıkları Anayasa Koruyucular Konseyi tarafından reddedilen iki isim var. Bunlardan birisi İsfendiyar Rahim Meşai, diğeri ise Haşimi Rafsancani’dir. Aslında Meşai’nin adaylığının reddedileceği biliniyor ve bekleniyordu. Çünkü kendisi İran’da özellikle muhafazakâr kesim tarafından sapkın akım olarak isimlendirilen oluşumun üyesi ve yöneticisi olmakla itham ediliyor. Bu akımın temel olarak İslam yerine İran’ı merkeze alan bir tutum içerisinde olduğu ve bir tür seküler sistem hedeflediği iddia ediliyor. Kaldı ki, Meşai daha önce dini lider tarafından veto edilmiş bir isimdi. Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, Meşai’yi cumhurbaşkanı yardımcılığı görevine getirmek istemiş ancak Hamaney’in bunu kabul etmemesi üzerine bu kararından vazgeçmek zorunda kalmıştı. Genel kabule bakılırsa Ahmedinejad ile dini liderin aralarının açılmasının temel nedeni de Meşai’dir. Bu kabule göre Ahmedinejad, Meşai’nin etkisinde kalarak devrimin ilkelerinden uzaklaşmış, sapkın akıma yaklaşmıştır. Bütün bunlar göz önüne alındığında Meşai’nin adaylığının kabul edilmesi zaten pek mümkün gözükmüyordu. Ancak Rafsancani’nin adaylığının reddedilmesi şaşırtıcı oldu. Zira Rafsancani başından beri devrimin çekirdek kadrosu içerisinde yer alan ender kişilerden biriydi. Şu anda da dini liderle birlikte söz konusu ana kadrodan geriye kalan 2 kişiden birisi. Öte taraftan Rafsancani halen sistemin en önemli kurumlarından birisi olan Düzenin Yararını Teşhis Konseyi’nin başkanlığını yürütüyor. Bu konseyin temel görevi Anayasayı Koruyucular Konseyi ile Millet Meclisi arasında çıkacak ihtilaflarda karar vermek ve son sözü söylemektir. Bu yönüyle Anayasayı Koruyucular Konseyi’nin bile üstünde görülebilecek bir kurumun başında bulunan birisinin cumhurbaşkanlığına uygun görülmemesi tartışma yaratacak bir konu olarak karşımızda duruyor. Üstelik bu konseyin başkanı doğrudan dini lider tarafından tayin ediliyor. Yani dini liderin böyle bir konseyin başına geçmesini uygun bulduğu bir şahsiyet cumhurbaşkanlığına uygun görülmemiş oluyor.

Bütün bunlarla birlikte Rafsancani’nin aday olmasının bizzat dini lider tarafından yönetilen ince hesaplanmış bir siyasi hamle olduğu ihtimali de göz ardı edilmemelidir. Nitekim Rafsancani adaylık başvurularının son dakikalarında ve Meşai’nin adaylık başvurusuyla aynı anlarda üstelik dini liderin ofisinden aldığı bir telefondan hemen sonra adaylığa müracaat etti. Burada akla şu ihtimal geliyor: Son ana kadar Meşai adaylıktan vazgeçirilmeye çalışıldı ancak bunda başarılı olunamayınca denge unsuru olarak Rafsancani devreye sokuldu. İkisinin adaylığının da reddedilmesiyle birlikte aynı anda birkaç hedef gerçekleştirilmiş oldu. Öncelikle eğer önemli adaylardan sadece Meşai’nin adaylığı reddedilseydi ortaya büyük bir mağduriyet fotoğrafı çıkacaktı ve Meşai elbette bu durumdan faydalanmak isteyecekti. İkinci olarak Rafsancani’nin adaylığının reddedilmesi gündemin birinci sırasına oturdu ve Meşai’nin durumu gölgede kaldı. Böylece Meşai taraftarlarının çıkaracağı muhtemel sorunlar engellenmiş oldu. Elbette bahsettiğimiz bu ihtimal doğru ise Rafsancani’nin bu siyasi hamleden haberdar olmaması mümkün görünmüyor. Bu durumda Rafsancani’nin reddedileceğini bilerek başvuruda bulunduğu kolaylıkla söylenebilir. Son tahlilde Rafsancani’nin hâlâ devrimin ve devletin en önemli aktörlerinden birisi olduğunu ve devletin karşılaşması muhtemel krizleri aşmak için üzerine düşen görevi yerine getirmekten geri durmayacağını unutmamak gerekir.

Ancak bütün bunlara rağmen her iki adayın adaylıklarının reddedilmesinin kamuoyunda ve onun da ötesinde sistemin kendi içerisinde özellikle meşruiyet – en azından bazı önemli kurumların meşruiyeti- açısından bazı sıkıntılar yaratması kaçınılmaz görünüyor. Özellikle de yukarıda birkaç cümleyle sistem için ne kadar önemli birisi olduğunu göstermeye çalıştığımız Rafsancani gibi bir şahsiyetin adaylığının reddedilmesinin önemli tartışmalara yol açacağı muhakkak. Hatta bu konuda bazı cümleler kurulmaya başlandı bile. Örnek olarak İran İslam Devrimi’nin lideri ve İran İslam Cumhuriyeti’nin kurucusu olan İmam Humeyni’nin kızının, Rafsancani’nin reddedilmesine itiraz amacı ve bu hatanın düzeltilmesi talebiyle dini lidere yazdığı mektupta çok önemli bir ayrıntı göze çarpıyor. Mektupta İmam Humeyni’nin hayattayken kendisinden sonra dini lider olmaya layık kişinin Hamaney olduğunu zikrederken, onunla birlikte Rafsancani’nin adını da zikrettiği belirtiliyor. Bu, ilk kez resmen dile getirilen bir konu. Bu durumda Anayasayı Koruyucular Konseyi, devletin kurucusu tarafından dini lider olmaya layık görülen birisini cumhurbaşkanlığına layık görmemiş oluyor. Elbette dini liderin duruma müdahale edip Rafsancani’nin adaylığını onaylatma ihtimali hâlâ mevcut.

Öte taraftan Meşai cephesi de sistemi temelden sorgulayacak bir tavır içerisine girebileceğinin ilk sinyallerini verdi. Bu cenah Meşai’nin adaylığının reddedilmesini zulüm olarak tanımladı ve Velayet-i Fakih (dini lider)’in olduğu bir ülkede zulüm olmayacağını, bu noktadan hareketle kararın düzeltilmesi için dini lidere başvuracaklarını belirterek, dini liderin bu zulmü ortadan kaldıracağına inandıklarını beyan ettiler. Böyle bir durumda dini liderin Meşai’nin adaylığının kabulü ile ilgili bir girişimde bulunmaması durumunda – ki böyle bir girişimde bulunması çok zayıf bir ihtimal- Meşai cephesi açısından tartışma şu noktaya geliyor: Ya İran’da gerçek anlamda bir Velayet-i Fakih yok ya da Velayet-i Fakih’in olduğu ülkede de zulüm oluyor. Her iki çıkarım da sistemle kritik ve köklü bir hesaplaşma anlamına geliyor.

3. 2009 seçimleri sırası ve sonrasında muhalif Mir Hüseyin Musavi ve o dönemde Ayetullah Ali Hamaney’e yakın olan Ahmedinejad arasında büyük gerilimler yaşanmış, bu gerilimler sokaklara da taşmıştı. Ahmedinejad’ın bugün gelinen noktada Hamaney’le çatışmalı pozisyonu da göz önüne alınırsa, seçim sürecinde ülkeyi nasıl bir atmosfer bekliyor?

2009 ile bugünkü durum arasında önemli farklar var. Birincisi, o dönemde itirazlar adayların reddedilmesine değil, seçimlere hile karıştırıldığı iddialarına dayanıyordu. İkincisi, o dönem olaylar biraz da spontane gelişti ve aslında Musavi ve diğer reformcu liderlerin iradesini de aştı ve göstericiler liderleri peşlerinden sürüklediler. Bugün ise durum oldukça farklı. Meşai taraftarları yoğun olarak rejim yanlısı kitlelerden oluşuyor. Böyle bir kitleyi devlet aleyhine protesto düzenlemek amacıyla sokağa çıkarmak kolay değil. Kaldı ki hem Meşai hem de Ahmedinejad böyle bir girişimde bulunmayacaklarını, haklarını yasal yollardan ve dini lider aracılığıyla arayacaklarını belirttiler. Rafsancani taraftarı olan reformcular açısından da durum farklı değil. Bir yandan Rafsancani reformcular tarafından sembolleştirilip bu sembol etrafında meydana çıkacakları bir isim değil, diğer taraftan Rafsancani böyle bir duruma izin verecek birisi değil. Nitekim aday başvuru sonuçları açıklandıktan sonra Rafsancani’nin ofisinden yapılan açıklamada kendisinin sonuçlara itiraz etmeyeceği ve bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da dini liderin yanında devrime hizmet etmeye devam edeceği belirtildi. Bütün bunlar dikkate alındığında görünen manzara, halk kitlelerinin herhangi bir protesto eylemi düzenlemeyeceğini, tepki gösterecek olanların da sandığı boykot etmekle yetineceğini gösteriyor. Elbette öngörülemez hesaplar ülkesi olan bir yerden bahsettiğimizi ve herkesi yanıltabilecek pozisyonların ortaya çıkma ihtimalinin hep var olduğunu da akılda tutmakta fayda var.

4. Seçim sürecinde olası ittifaklar neler?

Seçim sürecine dair birçok ittifak ihtimalinden bahsedebiliriz. Muhafazakâr adayların tamamı muhafazakârların tek adayla seçime girmesi gerektiğini söylüyorlar. Zaten Haddad Adil, Ali Ekber Velayeti ve Muhammed Kalibaf adaylık sürecinin öncesinde bir koalisyon kurup aralarında en çok oyu alabileceğini düşündükleri aday lehine diğer 2 adayın çekilmesi konusunda anlaşmışlardı. Celili’nin sürpriz bir şekilde seçime katılma kararı almasından sonra muhafazakâr cephe açısından durum biraz karmaşık bir vaziyet aldı. Bu cephe arasındaki ittifaka dair iki ihtimalden bahsetmek mümkün. Birinci ihtimal, 4 adayın 1 isim üzerinde ve büyük bir ihtimalle Celili üzerinde anlaşarak diğer adayların onun lehine seçimden çekilmesidir. İkinci ihtimal olarak, yüksek oy potansiyeline sahip Kalibaf bu durumu kabul etmeyip seçimlere katılabilir. Bu durumda doğal olarak muhafazakâr oylar bölünecektir. Reformcu adaylardan Muhammed Rıza Arif, Hasan Ruhani lehine çekilerek bir ittifak gerçekleştirebilir. Meşai taraftarlarının da muhafazakârlara karşı reformcu bir adayı fiilen desteklemesi mümkün. Son olarak, popüler ve popülist bir isim olan Kalibaf, seçimlerden çekilmemesi durumunda diğer muhafazakâr adaylara karşı bazı reformculardan ve Meşai taraftarlarından oy alabilir.

5. İranlı seçmenin beklentileri ve ülkenin acil çözüm bekleyen başlıca sorunları neler? Ve seçim sürecinde adaylar çalışmalarını hangi söylemler üzerine inşa edecekler?

Doğrusu İranlı seçmenin seçimlere ve seçim sonrasında görevi üstlenecek cumhurbaşkanına yönelik bir heyecan içerisinde olduğunu söylemek mümkün değil. Rafsancani’nin adaylığa başvurmasıyla bir anda hareketlenen kamuoyu, başvuru sonuçları açıklandığında adaylığı kabul edilen kişiler arasında Rafsancani’yi görmeyince heyecan yerini sönük bir atmosfere bıraktı. İran halkının en önemli gündemi ve sorunu yaşanılan büyük ekonomik sıkıntılardır. Özellikle son birkaç yılda İran’da her şeyin fiyatında birkaç kat artış yaşandı. Bu artışın en önemli nedeni İran’a uygulanan ekonomik ambargolardır. Bunun yanında devletin uzun yıllardır uyguladığı sübvansiyon politikasından vazgeçmesi de ekonomik sıkıntılarda etkili oldu. Öte taraftan Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanlığının ikinci döneminde dini liderle yaşadığı anlaşmazlıklar sistemin işleyişinde aksamalara yol açtı ve bu durumun da halka olumsuz ekonomik yansımaları oldu.

Mevcut adaylar doğal olarak seçim propagandalarını ekonomik sorunlara çözüm söylemi üzerine kuracaklardır. Ancak bu sorunların temel kaynağı olan ambargoların İran’ın nükleer faaliyetlerinden kaynaklandığı göz önüne alındığında hiçbir adayın heyecan uyandıracak bir çözüm iddiasında bulunmayacağı açıktır. Çünkü hiçbir aday nükleer faaliyetleri gözden geçirme politikası izleyeceği görüntüsünü vermez. Hal böyle olunca söylemler daha çok ikincil etkenler çerçevesinde dile getirilecektir.

[Söyleşi: Sadık Şanlı]

*Abdullah Yegin, İstanbul Medeniyet Üniversitesi

Etiketler: