16 Eylül 2019 | Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin katılımıyla gerçekleştirilen Türkiye-Rusya-İran Üçlü Zirvesi Çankaya Köşkü'nde gerçekleşti. Erdoğan, Putin ve Ruhani, zirvenin basına açık bölümünde açıklamalarda bulundu.

5 Soru: Astana Süreci ve Ankara Zirvesi

Ankara zirvesi öncesinde Suriye’deki temel gelişmeler neler? Ankara zirvesinden beklentiler nelerdi? Zirvede alınan kararlar ne anlama geliyor? İdlib’deki durum zirveden nasıl etkilenecek? Ankara zirvesi Suriye’de siyasi çözümün önünü açtı mı?

  1. Ankara zirvesi öncesinde Suriye’deki temel gelişmeler neler?

Suriye’deki son durumu üç temel başlık altında tasnif etmek mümkündür. Söz konusu başlıklardan ilki İdlib temelinde yaşanan gelişmeler olup Rusya-İran-Esed rejimi blokunun askeri seçenekleri ön plana çıkaran ve muhalefeti topraksızlaştırma hedefine matuf agresif tavrı ile özetlenebilir. Türkiye’nin malum strateji karşısında izlediği temel politika insani krizler ve düzensiz göçün önlenmesine yönelik çabalardan oluşmuştur. Bu çerçevede Ankara zirvesi öncesine Esed rejim güçlerinin Rusya’nın havadan ve karadan sağladığı destek sonrası İdlib güneyinde ilerleyişi ve oluşan fiili durum ön plana çıkmıştır. Nitekim HTŞ ve diğer radikal örgütlerle mücadele gerekçesiyle geniş kapsamlı saldırılar düzenleyen Esed rejimi ve Rusya Hava Kuvvetleri, 700 bin üzerinde sivilin evlerini terk ederek Türkiye-Suriye sınırına kaçmasına yol açmış, Morek’te bulunan 9 No’lu Türk Gözlem Noktası’na ulaşan ikmal hattı rejim güçlerince ele geçirilmiş ve Rus askeri polisine bölgenin sorumluluğu devredilmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Putin ile Moskova’da yaptığı görüşmenin ardından Esed rejiminin ilan ettiği tek taraflı ateşkes sonrası Ankara zirvesi siyasi çözüm çabaları yanında İdlib’i gündemin ön sıralarına taşımıştır.

İkinci temel dinamik ise Türkiye’nin ABD ile imzaladığı güvenli bölge mutabakatı bağlamında sahada yaşanan gelişmelerdir. Suriye’de çıkarları çelişen iki müttefikin, Suriye kuzeydoğusunda, Türkiye’nin güvenlik kaygılarının tatmin edilmesi için tesis etmek istedikleri güvenli bölge; Türkiye için teröristlerden temizlenmiş ve insani faaliyetlerin başlatıldığı bir alanı, ABD için ise Türkiye’nin kendi imkanlarıyla söz konusu bölgede müdahalede bulunmasının engellenmesi anlamına geldiği söylenebilir. Söz konusu anlaşma Rusya tarafından Suriye’nin toprak bütünlüğü bağlamında olumlu ama ihtiyatla karşılanırken, Esed rejimi anlaşmayı BM nezdinde protesto etmiş ve Suriye’nin toprak egemenliğine ihlal olarak nitelendirilmiştir. İlerleyen süreçte Türkiye ABD ile beş ortak hava devriyesi ve bir ortak kara devriyesi gerçekleştirmiştir. Söz konusu devriyelerin icrasından önce ABD ve SDG/YPG, bölgedeki YPG unsurlarının güneye çekildiği ve tahkimatların yıkılmaya başlandığı iddia edilmiştir. Öte yandan ABD askerlerinin, YPG’nin kurduğu paravan yerel askeri meclislerin unsurlarıyla birlikte Türkiye-Suriye sınırı boyunca birkaç ortak devriye gerçekleştirdiği görülmüş ve ABD’nin “arabulucu” rolüne soyunduğu anlaşılmıştır. Ayrıca ABD ve SDG/YPG heyetlerinin yaptığı toplantı sonucunda, güvenli bölgeye geri dönmek isteyen sivillerin dönüşlerine yönelik koşullar tespit edilmiştir. Bu kapsamda bölgede doğmamış veya güvenli bölge sınırları içerisinde uyruğu olmayanlar ile terör ile iltisaklı kişilerin güvenli bölgeye dönmesinin yasaklanması üzerinde anlaşma sağlanmıştır. Güvenli bölge bağlamında başka bir önemli gelişme ise Esed rejiminin BM’ye gönderdiği mektupta SDG’yi “ayrılıkçı terörist milis” örgüt olarak tanımlamış olmasıdır. Bu bağlamda Esed rejimi, ABD ile iş birliği içinde olan terör örgütünün meşruiyetine yönelik tedbir alınmıştır.

Son olarak, zirve öncesinde anayasa komisyonu kurulmasına yönelik gayretler yoğunlaşmış, bazı isimlerin liste dışında kalmasına yönelik “şerh”ler taraflar arasında teati edilmiştir. Cenevre görüşmelerinde, belirleyici güç olmak adına Rusya, İran ve Türkiye komisyonun teşkiline yönelik tüm alternatifleri değerlendirme sürecine dahil etmiştir. Siyasi sürecin başlatılması istikametinde, ABD’nin Suriye’deki nüfuzunun kırılması anlamına gelebilecek anayasa komisyonu teşkili öncelikli bir konu başlığı olarak gündeme alınmıştır.

  1. Ankara zirvesinden beklentiler nelerdi?

Ankara zirvesinden beklentileri aktörlere ve niyetlerine göre farklı meyanda ele almak gerekmektedir. Üç aktörün farklı öncelik ve hedefleri olsa da Ankara’da gerçekleşen liderler zirvesinden beklentiler özellikle İdlib üzerinde yoğunlaşmıştır. İdlib’deki gerilimin engellenmesi ve mevcut durumunun sürdürülemez olması hasebiyle, zirvenin İdlib için yeni bir çözüm formülü bulunması hususu bir beklenti olarak basın organlarının haberlerine yansımıştır. Bölgeden özellikle Türkiye sınırı istikametinde yaşanacak olası bir göç dalgasının engellenmesi, Esed rejiminin saldırılarının sonlandırılması ve bölgedeki terör örgütlerinin kontrol altına alınması noktasında bir yol haritasının çıkması ümit edilmiştir. Ayrıca İdlib’in iç kısımlarından geçen M4 ve M5 otoyollarının serbest ticarete açılması bağlamında Türkiye ve Rusya arasında etkin bir çözümün bulunması hedeflenmiştir. Diğer yandan SDG/YPG’nin ABD desteği ile Suriye’nin toprak bütünlüğüne oluşturduğu tehlikeye karşı ortak bir tavrın belirlenmesi bir beklenti şeklinde kendini hissettirmiş, bu bağlamda anayasa komisyonunun önündeki engellerin aşılması ve siyasal geçiş sürecinin etkin bir şekilde yürütülmesi için gerekli olan adımların atılması beklentisi hasıl olmuştur.

Belirtilen genel beklentiler ışığında Rusya İdlib kaynaklı tehditlerin bertaraf edilmesine yönelik tedbirlerin diğer iki ülke tarafından benimsenmesini, siyasi geçiş sürecinde inisiyatifin elde tutulmasını, Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurgu yapılarak de facto bölünmüşlüğün gayri meşru kılınmasını hedeflemiştir. İran, Rusya ile karşılaştırıldığında, benzer hedefleri gütmüş ancak ABD’nin Suriye’de gayri meşru varlığını kendi meşruiyetiyle dengelemeye çalışmak istemiştir. Türkiye açısından üç beklenti ön plana çıkmıştır: Hudut güvenliğinin sağlanmasında pro-aktif tedbirler için uygun koşulların oluşturulması, İdlib’de kalıcı bir ateşkesin sağlanması yoluyla Türkiye’ye yönelik yeni bir göç dalgasının engellenmesi ve Suriye’de kalıcı bir çözümün hayata geçirilmesi için bir uzlaşıya varılmasıdır. Öte yandan Türkiye, zirve vasıtasıyla Fırat’ın doğusunda tesis edilecek barış koridoru-güvenli bölge sürecinin Moskova ve Tahran tarafından da desteklenmesini arzulamıştır.

  1. Zirvede alınan kararlar ne anlama geliyor?

Ankara zirvesinin sonuç bildirgesi 14 maddeden oluşmaktadır. Bildirgede temel olarak, “Suriye’nin egemenliği, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü ile Birleşmiş Milletler Şartı’nın amaç ve ilkelerine” kuvvetli bir vurgu yapılmıştır. Bu anlamda Ankara zirvesinin sıklet merkezini Astana süreçleri bağlamında her üç ülkenin de ortak kararı olan Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasıdır. Toprak bütünlüğü her üç aktörün ortak siyaseti olarak belirginleşmiş olsa da Türkiye, İran ve Rusya’nın Suriye meselesindeki okumalarının, kendi kaygılarına yönelik olduğu ileri sürülebilir. Bu çerçevede Türkiye insani gerekçelerle yeniden yapılandırmayı ve yeni bir göç dalgasının sonuçlarını ön plana çıkartmıştır. İdlib’de kontrolsüz askerî operasyonların muhtemel sonuçları ile birlikte PKK/PYD’nin terörist yapısına vurgu yapılmış, Türk hudutlarından Rakka dahil güneye uzanan “Barış Koridoru”nun önemi ifade edilmiştir. İran, altı maddeye (terörle mücadele, anayasa komisyonunun kurulması, mültecilerin dönüşü, tutukluların değişimi, insani durumun iyileştirilmesi ve yeniden onarım) indirgediği çözüm önerisi somut bir teklif olarak ortaya çıkarken üç konuyu her fırsatta vurguladığı görülmektedir: Esed rejiminin meşruiyeti, terörizmle mücadele ve ABD’nin meşruiyet sorunudur. Rusya ise terörizmle mücadele ve Suriye’nin bütünlüğüne vurgu yapmış ve göçmenlerin geri dönüşüne yönelik rakamları zikrederek imaj sorunlarının üstesinden gelmeye çalışmıştır. Söylemlerin tesiri altında, her üç ülkenin ortak yönünü Anayasa Komitesinin kurulması ve siyasi sürecin Cenevre çatısı altında başlatılması oluşturmaktadır.

  1. İdlib’deki durum zirveden nasıl etkilenecek?

Ankara zirvesi İdlib bağlamında mevcut durumun düzeltilmesi maksadıyla yeni bir yol haritası ortaya koymamaktadır. Ancak her üç ülke de İdlib’deki insani durumun daha fazla kötüye gitmemesi için mevcut gerginliği azaltma bölgesinde sükunetin sağlanması için Soçi Mutabakatı’nın uygulanması gerektiğinin altını çizmişlerdir. Söz konusu mutabakatın günümüze kadar uygulanamamış olmasından dolayı Rusya’nın rejimin zaman ve alan bakımından sınırlanmış operasyonlarına desteğini sürdüreceği ve önümüzdeki süreçte İdlib’de sınırlı da olsa bir çatışma dinamiğin yaşanabileceği varsayılabilir. Ayrıca olası göç dalgasını engellemek ve sivil kayıpların önüne geçmek için taraflar güçlü bir irade ortaya koymuş olsa da somut olarak sınırlı bir askeri müdahalenin süresinde göçü engellemek için bir mekanizmanın işleyeceği belirsizliğini korumaktadır. Muhtemeldir ki Rusya ve Esed rejimi operasyon ve hava saldırılarını Türkiye sınırına yakın bölgelere yönelik gerçekleştirmekten kaçınabilir. Öte yandan İran İdlib için sert bir söylemi tercih ederken bölgede ABD, İsrail ve Körfez ülkeleri ile yaşadığı gerilimden dolayı İdlib operasyonlarına doğrudan katılmamaya devam edebilir. Ayrıca İdlib bölgesinde bulunan Türk gözlem noktalarının güvenliği için üç ülke arasında gerekli mutabakatın sağlandığı ve gerekli önlemlerin alınacağı görülmektedir. Kısaca, Ankara zirvesinden İdlib’deki gerilimi ve çatışmayı durdurmak yeni bir yol haritası ortaya konulmamış olsa da çatışma dinamiğini kontrollü bir şekilde tutarak olası göçün ve Türk askerine yönelik olası saldırıların önüne geçilmek için mutabakata varılmıştır.

  1. Ankara zirvesi Suriye’de siyasi çözümün önünü açtı mı?

Anayasa komisyonu kurulması için listenin belirlenmesinde sağlanan uzlaşı siyasi çözüm için umut vermektedir. BM’nin koordine ettiği süreçte komisyonun çalışma usullerinin belirlenmesi için gerekli adımlar atılmıştır. Ancak söz konusu Komisyonun faaliyetlerine yönelik birçok meydan okuma bulunmaktadır. Nitekim Esed rejimi Suriye devleti olarak komisyona başkanlık etmek istemektedir. Ayrıca komisyon kurulması sürecinde Suriyeli muhaliflerin İdlib ekseninde topraksızlaştırılması komisyon içerisindeki güç dengelerini rejim lehine etkilemesi söz konusu olabilir. Bu durumda komisyon gerçek bir siyasal geçişi sağlama noktasında zorluklarla karşılaşabilir. Diğer yandan Komisyonun Suriye anayasasında değişiklikler yapmayı başarması halinde, seçimlerin yapılarak halk iradesine dayalı bir sistemin öngörülmesi olası bir barış için olumlu bir adımdır. İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin belirttiği üzere 2020-2021 yıllarında seçimin gerçekleşebileceği öngörüsü, Suriye sahasında ve diplomatik alanda mevcut olan tehditler ve engeller karşısında iyimser bir beklenti olduğu ifade edilebilir. Nitekim sahadaki çatışma dinamikleri doğrudan siyasal süreci etkilemektedir. Körfez ve Batılı ülkelerin kurduğu “küçük grup” ise Astana sürecinin yönlendirdiği anayasa komisyonu çalışmalarına engel olabilecek veya sürecin yönünü değiştirebilecek girişimlerde bulunabilir. Bu çerçevede ABD’nin PKK/PYD’ye sağlamış olduğu destek ve Münbiç ile Fırat Nehri doğusunda nüfuz bölgesi tesis etmiş olması, arzulanan siyasi çözüme ket vurma ihtimalini artırmaktadır. Türkiye ve Irak’taki Suriyeli Kürtlerin kendi topraklarına dönmesiyle normalleşebilecek demografik yapı, siyasi çözümü mümkün kılsa da ABD destekli PKK/PYD, SDG dağılmadığı sürece, siyasal geçiş süreci çabalarını engelleme iradesinde olacaktır. Nihayetinde ABD ve PKK/PYD yanında siyasi çözüme yönelik gelişmelere etki edebilecek bir diğer ve asli husus sahadaki askeri karaktere haiz engellemelerin ve girişimlerin siyasi çehreye bürünmesidir.

Etiketler: