5 Soru: 15 Temmuz Darbe Girişimi

Son üç yıllık süreçte kamuoyu FET֒nün nasıl entegre bir şekilde işlediğine şahit oldu. Dolayısıyla başta yargı olmak üzere diğer bürokratik kurumlardaki FET֒ye bağlı kişilerin pasifize edilmesi elzemdir.

1. 15 Temmuz askeri darbe girişimi nasıl anlamlandırılabilir, girişimin faili olan FETÖ nedir, neden darbe yapmaya çalışmıştır?

15 Temmuz 2016 gecesi Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içinde örgütlenen cuntacı bir grup, Türkiye’deki demokratik siyasal düzene el koymak amacıyla terörize yöntemleri de kullanarak askeri darbe girişiminde bulunmuştur. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu cuntanın Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) tarafından yönetildiğini açıkladı. 15 Temmuz gecesi harekete geçen örgütün üç aşamalı bir plan çerçevesinde hareket ettiğini söylemek mümkün.

Birinci aşama Genelkurmay Başkanlığına hakim olmaktı. Bu amaçla başta Genelkurmay Başkanı olmak üzere Kuvvet Komutanlarını, darbe bildirisini imzalamaya zorlamışlardır. Böylece darbenin emir-komuta zinciri içinde gerçekleştiğini iddia edeceklerdi.

İkinci aşama tüm Türkiye genelinde alan kontrolünü sağlamaktı. Cuntaya destek veren birçok birlik harekete geçerek tüm Türkiye’de karşı direnişi engelleyecekti. Darbeye karşı koyabilecek silahlı birimler olan Özel Kuvvetler, Özel Harekat ve MİT binalarını bombalayarak bu birimleri pasifize etmek bu aşamanın bir parçasıydı. Aynı zamanda halkta panik yaratmak ve darbe karşıtı mobilizasyonun ikmal yollarını kesmek amacıyla İstanbul’daki köprüler ulaşıma kapatıldı. TRT binası basılıp bildiriyi zorla okutmaları darbenin başarılı olduğuna yönelik bir manipülasyondu. FETÖ tarafından yönetilen Cunta darbe girişiminde başarıya ulaşmak amacıyla TBMM ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi başta olmak üzere kamu binalarını bombaladı ve darbeye direnen güvenlik güçleri ile sivil halka karşı silah kullandı. Bütün bunların yanında Cuntacılar, Marmaris’te bulunduğu sırada Cumhurbaşkanı’na karşı suikast girişiminde bulundu. Bu silahlı müdaheleler güvenlik güçleri ve sivil halktan 208 kişinin şehit olması ve 1.491 kişinin yaralanmasıyla sonuçlandı.

Üçüncü aşama ise sıkıyönetim komutanlıkları kurarak yeni bir siyasal ve toplumsal düzen ihdas etmekti. Ancak henüz birinci ve ikinci aşamada, MİT, Özel Kuvvetler, Özel Harekat ve halktan gelen direniş darbe girişiminin ilk dalgasını boşa çıkardı.

FETÖ, 1980’lerin başından itibaren bürokrasiden siyasete, sosyal alandan iş dünyasına kadar hemen hemen her alanda dini söylemler kullanarak örgütlenen Fethullah Gülen’in liderliğinde bir cemaat olarak ortaya çıkmıştı. Söz konusu grup sahip olduğu avantajları kullanarak bütün alanlarda paralel bir örgütlenme gerçekleştirdi. Uzun yıllar dini bir cemaatten ziyade mesiyanik bir örgüt gibi hareket eden bu gizli ve kapalı yapı kamu kurumları içinde örgütlendi. Bu örgütün gayri meşru araçlar kullanarak Türkiye’de bir iktidar mücadelesi içine girdiği ilk olarak MİT Başkanı Hakan Fidan’ı tutuklamak istemesiyle açığa çıktı. 17-25 Aralık 2013 tarihlerinde yargı ve emniyet bürokrasisinde uyuyan hücrelerini harekete geçiren örgüt, Türkiye’de bürokratik vesayetin en önemli kaynaklarından birine dönüştü. 17-25 Aralık darbe girişimi aynı örgütün yargı eliyle iktidarı düşürmeye yönelik bir çabaydı. Bu süreçten sonra birçok kumpas ve şantajı ortaya çıkan örgüt, hem siyaset hem de toplum nezdinde meşruiyetini kaybetmeye başladı.

Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak adlandırılan bu örgüte karşı son üç senede başarılı operasyonlar gerçekleştirildi. Örgüte karşı yargı kurumlarının açtığı davalarda yargılanarak temize çıkma gayreti yerine bu örgüt mensupları yurt dışına çıkarak Türkiye aleyhine lobi faaliyetleri yürüttü. Aynı amaca matuf birçok girişimde bulunmasına rağmen hiçbir sonuç alamayan örgüt, gittikçe radikalleşerek hükümetin terörle mücadelesini bile sekteye uğratmaya çalışmıştır. Hükümeti gayri meşru yollarla devirmeye yönelik bütün çabalarında sonuç alamayan örgüt, 15 Temmuz gecesi “kamikaze” niteliğinde yeni bir adım attı. TSK içindeki FETÖ mensupları emir-komuta zincirinin dışına çıkarak bir askeri darbe girişiminde bulundu. Bu girişim FETÖ’nün artık silahlı bir örgüt olduğunun en açık delili olmuştur. Böylesi girişimler Türkiye’de 1960, 1971, 1980 ve 1997 yıllarında gerçekleşen hiçbir darbe sürecinde yaşanmamıştı.

2. Bu darbe girişiminin başarısız olmasının nedenleri nelerdir?

Darbe girişiminin başarılı olamaması dört temel faktör çerçevesinde değerlendirilebilir.

Birincisi, milletin darbeye karşı irade göstererek sokağa çıkmasıdır. İlk saatlerden itibaren halk, darbeci birliklerin işgal ettiği kritik noktalarda toplanarak müdahale etmiştir. İş makinaları ve şahsi araçların askeri kışlaların önüne çekilmesi, daha fazla askeri birliğin kışlalardan çıkmasını engelledi. Havaalanı, köprü, emniyet birimleri, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi gibi işgal edilen kritik noktalarda da gösterilen sivil direniş, bu alanlarda darbenin etkinlik göstermesinin önüne geçti. Dahası en ağır silahlarla donanmış darbeci birliklere bile halkın müdahale etmesi ve kendilerine açılan ateşe rağmen geri adım atmaması diğer güvenlik güçlerinin darbe güçlerine karşı üstünlük sağlamasına katkıda bulundu. Darbecilerin TRT’de sıkıyönetim metnini zorla okutmalarına rağmen halkın geri adım atmaması ve TRT’ye müdahale ederek buradaki güçlerin teslim olmasını sağlaması halkın iradesini gösteren önemli bir işaret oldu. Kısacası, halk sahip olduğu bütün imkanları, silaha başvurmadan ve ne kamu malları ne de özel hiçbir mülke zarar vermeden, çok etkili bir sivil direniş örneği gösterdi.

İkinci unsur ise Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın güçlü liderliğidir. Darbe girişiminin en sıcak saatlerinde Cumhurbaşkanı’nın birçok televizyon kanalına bağlanarak darbeye karşı duracağını ilan etmesi ve halkı da demokrasiye sahip çıkmaya çağırması süreci tersine çeviren dönüm noktası olmuştur. Dahası darbecilerin kontrolündeki F-16’ların havalandığı saatlerde büyük bir risk alarak İstanbul’a gelmesi ve halkla kucaklaşması darbeye karşı mücadelede büyük bir motivasyon sağladı. TSK, Emniyet ve MİT içinden darbeye karşı gelen ve halkın iradesi ile bütünleşen direniş, böylece hem moral üstünlüğünü ele geçirmiş hem de etkin bir liderlik yönetimine kavuşmuş oldu.

Darbe girişimini başarısızlığa uğratan üçüncü unsur ise hükümetin kararlılığı olmuştur. Darbe girişiminin ilk saatlerinde Başbakan Binali Yıldırım’ın telefonla televizyona bağlanarak darbeye karşı duracaklarını açıkça ifade etmesi ve kabinedeki bakanların da aynı iradeyi göstermesi, darbeye karşı kamusal imkanların harekete geçirilmesi ile sonuçlandı. Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın hem operasyonel süreci yönetmesi hem de kriz yönetimi bağlamında kamuoyuyla iletişimi sağlamaları darbeye karşı bütüncül bir sürecin yürütülmesi açısından önemliydi.

Bu anlamda darbenin gerçekleşmesini engelleyen dördüncü unsur güvenlik birimlerinin inisiyatifi oldu. Başta Özel Harekat olmak üzere, emniyete bağlı birimler ile MİT’in elindeki imkanları seferber etmesi, ağır silahlara sahip darbecilere karşı mukabele gücü oluşturdu. Ayrıca başta Özel Kuvvetler olmak üzere TSK içindeki birçok birimin Cuntaya karşı direnmesi, birçok üst düzey komutanın medya aracılığıyla cuntacıları desteklemediğine dair açıklama yapması, darbe girişiminin başarıya ulaşmasını engelledi. Bütün bu unsurların darbeyi engellemesi olması, Türkiye’de siyasetin bu tür girişimlerle yönlendirilemeyeceğinin çok güçlü bir kanıtı haline geldi.

3. Darbe girişimi tam olarak bertaraf edilmedi mi, insanlar neden hala sokaklardalar?

Yakın tarihe bakıldığında, darbe girişimlerinin bazı durumlarda ikinci dalgada başarıya ulaştıklarını göstermektedir. 1953’te Musaddık’a karşı gerçekleşen darbede günlerce darbeye karşı direnen halk, tehlikenin geçtiği ve Musaddık’ın iktidarda kaldığına dair ikna olduğunda sokaklardan geri çekilmesinin hemen ardından gelen ağır ikinci dalga onu devirmişti. Ayrıca 9 Mart 1971 tarihinde Türkiye’de cunta girişimi engellenmesine rağmen 12 Mart’ta darbenin gerçekleşmesi hafızalarda tazeliğini korumaktadır.

Cumhurbaşkanı, halk, hükümet ve güvenlik birimlerinin darbeye karşı başlayan direnci ilk saatlerden itibaren etkisini göstermeye başlamış ve darbecilerin işgal ettikleri kurumlardan ve sokaklardan tedricen geri çekilmelerini doğurmuştur. 16 Temmuz sabahında Boğaziçi Köprüsü’ndeki askerlerin geri çekilmesi, alan kontrolünün sağlandığına işaret etmiştir. Ancak Cumhurbaşkanı’nın halka yönelik olarak doldurduğu alanlardan geri çekilmemeleri çağrısı ve halkın bu çağrıya uyarak sokaklarda kalması dikkat çekicidir.

Günümüze kadar darbelerin ülkede yarattığı tahribat fakat daha önemlisi darbe girişiminin faili olan FETÖ’nün uygulamaya koyduğu yöntemler, halkı tedbirli davranmaya yöneltmiştir. Bununla birlikte darbecilere karşı alan kontrolü sağlanmış olsa da tehlikenin bütün boyutlarıyla atlatıldığını söylemek güçtür. Darbe girişiminin ilk dalgası bertaraf edilmesine rağmen Malatya 7. Ana Jet Üssü’ndeki hareketlilik, Konya 3. Jet Üssü’ndeki operasyon ve Sabiha Gökçen Havaalanı’nda gözaltı kararına direnen Jandarma Komutanının emrindeki askerlere ateş emri vermesi gibi örnekler yaşandı.

Son üç yıllık süreçte kamuoyu FETÖ’nün nasıl entegre bir şekilde işlediğine şahit oldu. Dolayısıyla başta yargı olmak üzere diğer bürokratik kurumlardaki FETÖ’ye bağlı kişilerin pasifize edilmesi elzemdir. Bu anlamda kamuoyu açık bir beklenti içine girmiştir. Hem darbecilerin yargılanması hem de bundan sonra darbe girişiminde bulunma teşebbüslerini caydıracak etkili cezaların uygulanmasını beklemektedir. Bu bağlamda darbe girişiminin önlenmesinde büyük bir rol oynayan halk idam cezasının geri getirilmesine yönelik taleplerini açık bir şekilde dile getirmektedir. 

4. Darbe girişiminin uluslararası boyutu nasıl anlamlandırılabilir?

Darbe girişiminin uluslararası boyutu iki aşamada değerlendirilebilir:

Birincisi, darbe öncesi Türkiye etrafında oluşturulan imaj. Bu çerçevede uluslararası kamuoyunda Türkiye’ye yönelik “DAİŞ’e yardım” yaftalaması demokratik yollarla seçilen Cumhurbaşkanı ve hükümetin meşruiyetine gölge düşürmeye yönelikti. Bunun yanında, son birkaç aydır ABD basınında kışkırtıcı bir dille gündeme getirilen darbe söylemleri, birbirini tamamlayan süreçler oldu.

İkinci aşama ise Türkiye’de 15 Temmuz gecesi darbe girişimi haberlerinin yayılmaya başladığı andan itibaren uluslararası aktörlerin tepkileriydi. Özellikle Türkiye’nin güçlü ilişkilere sahip olduğu ABD, AB ve diğer Batılı ülkelerden demokratik değerleri destekleyen açıklamalar duyması gerekirdi. Maalesef bu ülkeler bu desteği sunmak istemedi. Türkiye’de demokratik ve meşru hükümeti vaktinde destekleme eğilimi göstermediler.  

ABD’den ilk resmi açıklama John Kerry’dendi. Kerry’nin “Umarım Türkiye’de huzur, barış ve istikrar olur” sözleri darbeyi sorunsallaştırmamaktaydı ve demokratik yöntemlerle seçilmiş bir hükümete destekten uzaktı. Başkan Obama’nın hükümete destek açıklaması ise oldukça geç bir vakitte geldi. AB’nin de ilk tepkisi hem oldukça geç bir vakitte geldi hem de oldukça cılızdı. Bunun yanında Pentagon’da görevli üst düzey bazı generallerin hem darbenin başarılı olduğuna dair söylentiler yayması hem de darbenin başarılı olması beklentisini dile getirmeleri, sadece seçilmiş meşru hükümetin değil, aynı zamanda  Türk kamuoyunun da iradesinin tersine açıklamalardı. BM’nin darbeyi kınamaya yönelik karar tasarısı ise darbeci Sisi yönetimindeki Mısır’ın vetosuna takıldı. Liberal ve demokratik söylemleri her fırsatta dile getiren bu kurumların darbe girişimine karşı tepkisi Türkiye kamuoyunu tatmin etmekten çok uzak kaldı.

Buna karşın Azerbaycan’dan Somali’ye, Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar hem resmi ağızlardan hem de sokaklardan gelen ilk tepkiler, demokratik yöntemlerle seçilmiş Türkiye Cumhurbaşkanı ve hükümetini desteklemeye yönelikti. FETÖ’nün uluslararası ağda örgütlenmesine bakıldığında Türkiye’nin bu hassasiyeti açık bir şekilde anlaşılır olmaktadır. Ancak darbe girişimi Türkiye’de bertaraf edildikçe uluslararası boyutta yeni enstrümanlar devreye girdi. Stratfor’un, 15 Temmuz gecesi, suikasta uğradığı Marmaris’ten İstanbul’a gelmekte olan Cumhurbaşkanlığı uçağının uçuş rotasına ilişkin koordinatları vermesi kaba bir tehdit mahiyetindeydi. 18 Temmuz sabahı da Wikileaks Twitter hesabından Türkiye ile ilgili 100 bin dokümanın yayınlanacağını ve bu belgelerin Türkiye’deki kavgayı etkileyeceğini duyurdu. Bu yaklaşımlar, darbe girişiminin operasyonel odağının uluslararası boyutuna işaret etmektedir. Halbuki Türkiye’nin uluslararası kurum ve aktörlerden yana somut beklentiler içindedir.

5. Fethullah Gülen’in ABD tarafından iade meselesi nasıl değerlendirilmelidir?

Terör örgütlerinin tasfiye edilmesinin en önemli boyutlarından birisi, lider kadrosunun etkisizleştirilmesidir. Darbe girişiminin bertaraf edilmesiyle birlikte FETÖ’nün pasifize edilme süreci hızlanacaktır. Bu anlamda Fethullah Gülen’in iadesi de örgütün tasfiye edilmesi noktasında önem kazanmaktadır. Darbe girişiminin ardından 16 Temmuz Cumartesi günü halka hitaben yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD yönetimine hitaben model ortaklığı hatırlatarak, “darbe girişimini yöneten örgütün başındaki zatın Türkiye’ye iadesini” talep etti. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da iade için gerekli işlemleri yaptıklarını açıkladı.

Aslında Türkiye uzun süredir Gülen’in iadesini istemekteydi, ancak ABD bu talebe karşılık vermemişti. Söz konusu darbe girişiminden sonra ABD’nin bu talebe nasıl cevap vereceği hala açıklığa kavuşmuş değil. Dışişleri Bakanı Kerry bir yandan darbe soruşturmasında işbirliğine gidebileceklerini dile getirirken, Gülen’in iadesi konusunda “somut kanıtlar” şartını dile getirerek olayın hukuki boyutuna işaret etmiştir. Bu anlamda ABD Ankara Büyükelçisi John Bass da yaptığı açıklamada üç temel noktaya dikkat çekmiştir: Birincisi, Gülen sempatizanlarının dezenformasyonu, ikincisi kamuoyunda darbenin arkasında ABD’nin olduğu kanaatinden duydukları rahatsızlık ve üçüncüsü ise anlaşma gereklerinin yerine getirildiği takdirde Gülen’in iadesi konusunda da işbirliğine hazır olduklarıdır. Türkiye’nin 1980’den beri ABD ile “suçluların iadesine ilişkin anlaşma”ya sahip olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla iadenin hukuki altyapısı hazırdır. Ancak mesele daha çok siyasi bir mahiyete sahiptir ve iadenin gerçekleşmesi için ABD karar vericilerinin siyasi inisiyatif göstermesi gerekmektedir. Türkiye stratejik ortağı olan ABD’nin bu direncini anlamakta zorlanmaktadır. Kerry ve John Bass’ın işbirliğine yönelik ifadelerinin somutlaşması ve Türkiye’nin beklentilerini karşılaması gerekmektedir. Gülen’in ABD’de ikamet etmesi dolayısıyla Türk kamuoyu –John Bass’ın da dile getirdiği gibi– darbe girişiminin arkasında ABD’nin bulunduğu kanaatini taşımaktadır. Obama yönetiminin bu algıyı kırmakla ilgili atabileceği en etkili adım Gülen’in Türkiye’ye iade edilmesidir.

?????? ???? ???????? ???? ???

Für Deutsch hier klicken

Etiketler: