2010 Türkiyesi’ne 1970 Model CHP

Kılıçdaroğlu’nun söylemi 1980 öncesi Türkiye’nin siyasal gündemine denk düşüyor. Ancak, 1990’lardan bu yana, toplum özellikle etnik ve dini siyasal kimlikler ekseninde konumlanmış durumdadır. Bu gün, siyasete ruh veren asıl dinamik, neredeyse bir asırdır biriken ve bastırılan sorunlara çözüm arayışıdır.

Kılıçdaroğlu’nun söylemi 1980 öncesi Türkiye’nin siyasal gündemine denk düşüyor. Ancak, 1990’lardan bu yana, toplum özellikle etnik ve dini siyasal kimlikler ekseninde konumlanmış durumdadır. Bu gün, siyasete ruh veren asıl dinamik, neredeyse bir asırdır biriken ve bastırılan sorunlara çözüm arayışıdır.

CHP’deki liderlik değişimi ve yeni CHP’nin muhtemel siyasal koordinatları tartışılmaya devam ediyor. CHP etrafında yaşanan hareketlenmeyi doğru değerlendirmek için, CHP-içi dengelere gömülmeden, Türkiye’deki cari iktidar denklemini, toplumsal ve siyasal dönüşümü içeren kapsamlı bir anlama faaliyetine ihtiyaç var.

2002’den bu yana, siyasal gündemi, AK Parti’nin iktidar olma mücadelesi belirliyor. Bir kısım liberal çevre dışarıda tutulduğunda, neredeyse AK Parti dışındaki bütün çevrelerin ajandasının birinci gündem maddesini, AK Parti’yi iktidardan düşürme veya iktidarsızlaştırma hedefi teşkil ediyor.

Bu uğurda, legal-illegal, meşru-gayrimeşru birçok yola başvuruldu, ancak sonuçta, meşru siyasal dinamiklerin dışında bir mekanizmanın AK Parti’yi iktidarsızlaştıramayacağı ortaya çıktı. Statükocu çevrelerin kendi pozisyonlarını verili tutarak değişimin sözcülüğünü yapan AK Parti’yi iktidarsızlaştırma operasyonlarına AK Parti, daha güçlü bir değişim iradesiyle karşılık verdikçe, statükoyu sürdürmek imkânsızlaştı.

AK Parti’yi devirme operasyonu

Bütün bu süre boyunca, CHP’nin AK Parti karşıtı çevreye siyasal sözcülük etme dışında cari iktidar mücadelesine bir katkı sunamaması, farklı toplum kesimlerine açılıp iktidar alternatifi olmayı bir tarafa bırakın bir türlü güçlü bir muhalefet potansiyeli gösterememesi, son çare olarak, CHP’ye operasyon yapmayı zorunlu kıldı.

AK Parti’ye rol tayin edemeyen çevreler, CHP’yi biçimlendirme yoluna başvurdular. Baykal sonrası CHP’ye bağlanan yüksek umutların altında bu siyasal tecrübe yatıyor.

Bu çerçevede, AK Parti’yi iktidarsızlaştırma veya iktidardan düşürme amacına matuf bu yeni sürüm operasyonun CHP ile sınırlı olduğu yanılgısına düşmemek gerekir. CHP’yi adres olarak belirleyen bu operasyon, AK Parti dışındaki bütün kesimleri CHP çatısı altında toplamayı amaçlıyor. 8 yıldır AK Parti’nin kendisine yönelik operasyonlara direnç göstermesinden umutsuzluğa kapılan, medyadan iş dünyasına, akademiden siyaset dünyasına birçok çevrenin yeni bir ruhla cepheye sürülmesi, CHP’yi aşan yeni bir siyasal dizaynı işaret ediyor. Cepheye sürülen çevrelerin kendilerine verilen rolü, büyük bir heyecanla oynayacaklarına şüphe yok. Buradaki asıl sıkıntı, CHP’nin bu geniş koalisyona ev sahipliği yapabilecek bir iç dönüşümü başarıp başaramayacağıdır.

CHP’yi Anadolu’ya açmak

CHP’nin kendisine yüklenen rolü oynayabilmesinin öncelikli şartı, şimdiye kadar ki CHP’den farklı bir söylem ve politika benimsemesinden geçiyor. Aksi takdirde, liderlikle sınırlı bir değişimin CHP’ye yüklenen umutları beslemeye yetmeyeceği açık. Nitekim Kılıçdaroğlu ve etrafını çevreleyen yeni koalisyon yaptıkları açıklamalarla bu ihtiyaca adres olmaya matuf açıklamalarda bulunuyorlar.

Ancak, hem Kılıçdaroğlu’nun ürettiği söylemin politikaya yansıması hem de kendisine yüklenen umutların gerçekleşmesi önünde, Baykal’ın siyasi mirası olarak özetlenebilecek ciddi bir engel bulunmaktadır. Baykal, siyaseti rejim kaygısıyla AK Parti karşıtlığına endekslendiği 2000’li yıllar boyunca, CHP’nin oylarını yüzde 20’ler bandına sabitlemeyi başarmıştı. Bu kitle, siyasetin rejim muhafızlığına endekslendiği bir dönemin ürünü. Kılıçdaroğlu’nun önündeki en önemli sınav, bu tabanı kaybetmeden CHP’yi yeni toplumsal kesimlere açmak olacaktır. Kılıçdaroğlu, Baykal mirasının söylemini sürdürdüğünde, CHP’yi farklı toplumsal kesimlere açamayacak, bu söyleme sırtını döndüğündeyse mevcut tabanını kaybetme riskiyle karşı karşıya gelecektir. Kılıçdaroğlu, bu paradoksu şimdilik yolsuzluk, yoksulluk, işsizlik, vb. sosyo-ekonomik unsurlara ve sosyal politikalara ağırlık veren ancak siyasal sorunları tamamen dışarıda bırakan apolitik bir söylem üreterek aşmaya çalışıyor. Ancak, kısa vadede CHP içi dengeleri bozmamak için anlamlı gözüken bu stratejinin orta ve uzun vadede sonuç üretmesi biraz zor görünüyor.

Öncelikle, bu söylem 1980 öncesi Türkiye’nin siyasal gündemine denk düşüyor. Nitekim soğuk savaş döneminde merkez sağ ve sol partiler bu söylemi tüketircesine dillendirdiler. Soğuk Savaş döneminde, güçlü olan bürokratik vesayetin siyasal partileri politik sorunlardan uzak tutup sosyo-ekonomik alana itmesi, sivil aktörlerin siyasal sorunları çözebilecek güçte olmaması ve ülkenin o dönemdeki sosyo-ekonomik durumu bu söylemin karşılık bulmasına imkân sağlamıştı. Bu yapısal zemin dolayısıyla, merkez sağ partiler gibi Ecevit’in CHP’si de bu tür söylemlerle iktidar olabilmişti.

Ancak, Türkiye artık Soğuk Savaş dönemi koşulları ekseninde bürokratik mekanizmanın bütün siyasal sorunları tekelinde tuttuğu ve siyasal aktörlerin kalkınma parantezine mahkûm edildiği bir ülke değil. 1990’lardan bu yana, toplum özellikle etnik ve dini siyasal kimlikler ekseninde konumlanmış durumdadır. Bu gün, siyasete ruh veren asıl dinamik, neredeyse bir asırdır biriken ve bastırılan sorunlara çözüm arayışıdır. Aciliyet kesbeden siyasal sorunlar çözülmediği müddetçe de, toplum siyasal kimlikler ekseninde kendisini tanımlamaya devam edecek ve sosyo-ekonomik sorunlar kaçınılmaz olarak ikincil gündemi oluşturmayı sürdürecekler.

Siyaset mi yapacak hamaset mi?

Yeni CHP’ye yüklenen anlamların boşa çıkmaması için Kılıçdaroğlu, siyasal kimliklerin temsil sorunları, dinin kamusal alandaki tezahürü, bürokratik vesayet, vb. konularda, Baykal dönemindeki CHP’den farklı bir pozisyon almalıdır. Bu çerçevede, yeni CHP’yi eski CHP’den ayıran temel unsur, Kılıçdaroğlu’nun siyaseti ıskalayan ekonomik söylemi değil, siyasal sorunlara yaklaşım tarzı olacaktır. Kurultayda yaptığı konuşma veri alındığında, Kılıçdaroğlu’nun bu noktadan henüz uzak olduğu açıktır. Kürt meselesini asayiş ve iş-aş sorununa indirgeyen, demokratikleşme ve özgürleşme yönündeki toplumsal telepleri gündemine almayan, bürokrasi-siyaset ilişkilerinin niteliğine ve muhtemel yönelimine işaret etmeyen, AB sürecine kayıtsız kalan bir eksik demokratikleşme perspektifinin CHP’deki kurumsal statükoyu delip siyasal taleplerin taşıyıcılığını yapması mümkün değildir.

CHP’nin yeni yönetimi, sunulan imkânları doğru değerlendirip muhtemel riskleri dağıtabilirse, hem kendi tabanı hem de ülke siyaseti adına önemli kazanımların altına imza atabilir. Aksi takdirde, yıllardır devlete ve bürokrasiye dayanmanın rahatlığıyla, toplumsal desteğe dayanan gerçek bir siyasal performansa yabancı olan CHP, itildiği bu yeni alanda siyaset yapmaktan vazgeçerse, Türkiye’de toplumsal barış ve demokratik gelenek adına ciddi bir fırsat kaçmış olacaktır.

Açık Görüş – 30.05.2010

Etiketler: