2010 Referandumu: Siyasi Partilerin Tutumları

Referandum süreci Türkiye’deki siyasi yapıyı kökünden sarsacak dinamikleri harekete geçirdi.

Referandum süreci Türkiye’deki siyasi yapıyı kökünden sarsacak dinamikleri harekete geçirdi.

Analizin tamamını indirin

26 maddelik anayasa değişiklik paketinin hazırlanışı, müzakereler ve referandum süreci Türkiye’deki siyasi yapıyı kökünden sarsacak dinamikleri harekete geçirdi. Esasen Türkiye’nin değişen sosyolojisi ve ekonomisi, siyasette de kendisini ifade ediyordu. 1999 sonrasında başlayan değişim süreci, artık eski rejimin anayasal çerçevesini üzerinden atacak bir noktaya ulaştı. Derin tarihi kökleri ve geniş toplumsal tabanı olan demokratikleşme süreci, bu şekilde asker-sivil bürokratik vesayetin anayasal temellerini ortadan kaldıracak yeni bir eşiğe geldi. Türkiye böylece 1961’de anayasal temelleri atılan vesayet rejimiyle yüzleşme imkanına sahip oldu.

12 Eylül 2010’da yapılan referandumun %77 oranında yüksek katılım ve %58 nispetinde güçlü evetle sonuçlanması, Türkiye’deki değişim ve demokratikleşmeyi konsolide eden ve hızlandıran bir kilometre taşı olarak kaydedilecektir. Anayasa değişiklik paketi referandum sonuçlarından önce de, Türkiye’deki siyaseti değiştirmeye başlamıştı. Siyasi dil ve söylemdeki değişme, bilhassa AK Parti ve CHP örneklerinde bariz bir şekilde görülebilir. Siyasetteki mevcut tavır alışları ve konumlanışları etkisiz hale getiren referandum süreci, mevzuat ve kurumların değişmesinden öte, siyasi söylem ve kültürün de değiştiğini gösteriyor. Siyasi partilerin bu değişim ve değişime karşı tepkileri, siyasi yelpazenin yeniden şekillenişi ve aldıkları oy yüzdelerini de etkileyecek bir bağlamı ifade etmektedir. Bu bakımdan referandum süreci, siyasi partilerin tavanları ile tabanlarının ilişkilerinin en çok tartışmaya açıldığı bir dönemi ifade etmektedir.

Siyasi partilerin referandum sonuçlarını da dikkate alarak 2011’de yapılacak genel seçimlerin baskısıyla yeniden yapılanacakları, iç tartışmaların yaşanacağı ve siyasi yelpazenin yeniden inşa edileceği önümüzdeki dönemde, yeni anayasa ekseninde Türkiye’nin temel siyasi meseleleri tartışılacaktır. Bu çalışmada, referandum sürecinde TBMM’de grupları bulunan AK Parti, CHP, MHP ve BDP olmak üzere dört siyasi partinin tarihi misyon ve sosyolojik tabanları dikkate alınarak politikaları, gerekçeleri, performansları, referandum sonuçları, referandum sonuçlarına verdikleri tepkiler, kurulması muhtemel ittifaklar, siyasi partilerin değişme kabiliyetleri ve 2011 seçim tasavvurları tartışılmaya çalışılmıştır.

***

Türkiye, büyük bir değişim yaşıyor. Vesayet rejimi, tasfiye edilerek demokratikleşme ve sivilleşme istikametinde önemli adımlar atılıyor. Kat edilen mesafe arttıkça demokrasi, sivillik ve özgürlük değerlerine toplumun daha çok sahip çıktığı görülüyor. Yeni bir Türkiye kuruluyor ve bu yeni Türkiye’nin kuruluşunda STK’ların, aydınların ve vatandaşların rolü, giderek artıyor. Bir kriz veya tartışma vesilesiyle, bütün bir demokrasi tarihi hatırlanıyor, adeta yeniden yaşanıyor. Toplum ve vatandaşlar kendilerini, demokrasiyi, sivilleşmeyi, özgürlüğü ve siyaseti keşfediyorlar. Böylece siyasetin alanı ve tabanı genişliyor.

Sadece siyasi rejim değil, siyasi söylem ve siyasi kültür de değişiyor. Otoriter ve yarı totaliter bir resmi ideoloji ve devlet düzeninin, vatandaşların siyaseti algılama ve siyaset yapma tarzını tayin eden siyasi kültürdeki kodları ve kalıntıları da ayıklanıyor. Hukuku ve kurumları değiştirmek fevkalade mühim, fakat ehemmiyetli olan onları hayata geçirecek insanların, ruhun ve kültürün değişimi. Büyük değişim yaşanırken, bu değişimin bütün mevzuatta, kurumlarda, siyasi partilerde, siyasi hareketlerde, toplumsal kesimlerde, fikir gruplarında ve vatandaşlarda aynı şekilde ve hızda yaşanması mümkün değil. Hatta böyle bir beklenti değişimin, toplumun ve siyasetin tabiatına aykırı.

Bu itibarla değişimin, tartışma ve reaksiyon doğurması kaçınılmaz. Bir bakıma, buradaki ihtilaflardan siyasi ve demokratik bir bereket dahi beklenebilir. Bu bereketi elde etmek için, ihtilafın çözülebileceği veya devam edebileceği asgari müşterek bir mutabakat çerçevesine ihtiyaç vardır. Bu mutabakat çerçevesi de, ancak demokratik hukuk devleti olabilir. Bazı tartışma ve reaksiyonların, bizzat bu çerçeveyi ortadan kaldıran vesayet rejimini ve hatta darbe rejimlerini savunmaya matuf olduğu görülünce, buradan bir anlaşma çıkması zor görünüyor. Bu yüzden temel meselelerde çıkan anlaşmazlıklarda, bürokrasinin değil seçmenin hakemliğine başvurmak, ihtilafı demokratik bir mecraya sokarak çözümü orada aramak, daha tercihe şayan bir çözüm yolu olarak ortaya çıkıyor.

Vesayet rejimi, toplumun ve vatandaşların kendi özgür irade ve tercihleriyle değişmelerini ve kendilerini yönetmelerini engellemek üzere kurulmuştur. Böylece, merkezi iktidar aygıtını veya devleti ele geçiren bir zümrenin, toplumu ve vatandaşları kontrol etmesi, değiştirmesi veya dondurması; ama her halükarda kendi isteğiyle değişmesinin engellenmesi amaçlanmıştır. Tek parti diktatörlüğü ve darbe rejimleri dışında çok partili hayat içerisinde, bu kontrol ve değiştirme anayasa marifetiyle yapılmaya çalışılmıştır. 1961 sonrasındaki anayasa tartışmaları, Turan Güneş’in ifadesiyle bir “anayasa dini” tartışmalarına veya savaşlarına dönüşmüştür.3 Esasen bu zihniyet, Osmanlı modernleşme ve hürriyet hareketlerinde, Osmanlı bürokratlarının hürriyet vaat ederken vatandaşlar üzerindeki kontrol sistemlerini güçlendiren düzenleme geleneğinin devamlılığını göstermektedir. 2007’deki Cumhurbaşkanlığı tartışmalarıyla Türkiye siyaseti yeniden bir anayasa krizi ve anayasa savaşlarına dönmüştür.

Vesayet rejimine direnen, çoğunluğu teşkil eden toplum kesimleri ve onların siyasi temsilcileri ise, bu anayasaları değiştirmek için uğraş vermişlerdir. Lakin darbe döneminde yapılan anayasalar, değiştirilmesi ve demokratikleştirilmesi hukuken ve fiilen zor, katı anayasalardır. Değiştirilmesi ancak yüksek nitelikli çoğunlukla ve siyasi cesaretle mümkün olabilmektedir. Bu bakımdan yüksek nitelikli çoğunluğun oluşmadığı zamanlarda, değişiklik teklifinin halkoyuna sunulması sadece anayasanın değil, bir bütün olarak siyasetin ve toplumun dondurulması ihtimalini bertaraf edecektir. Bu yol ayrıca siyaseti, demokratik ve sivil değişimi mümkün kılan da bir yoldur. Geniş bir mutabakat şartı öne sürülerek değişmenin engellenmesi, uzlaşmayı değil daha büyük çatışma, kırılma ve kopmaları da beraberinde getirebilir.

1961 Anayasası ile başlayan anayasal gelenek yasama, yürütme ve yargının bürokratik kurumların vesayeti altına alınmasıdır. Bu gelenek, 1982 Anayasası ile pekişmiştir. Geride bıraktığımız çeyrek yüzyılda 1982 Anayasasında birçok değişiklik yapılmış ancak bu değişiklikler, 1882 Anayasasındaki vesayetçi ruhu ortadan kaldıramamıştır. Bu anlamda 82 Anayasası’ndaki belki de en önemli değişikliklerden biri, anayasasının referandum yoluyla değiştirilebilmesinde TBMM’de 2/3 yerine 3/5 çoğunluğun yeterli sayılmasıdır.  

Etiketler: