‘Güçlü Ekonomi’ Algısını Yıkmak!

2002 yılı sonrasında ülkede sağlanan siyasi ve ekonomik istikrar ekonomik büyümenin sürekliliğine ve ekonomiye duyulan güvenin artmasına katkı sağlamıştır.

Ekonomik özgürlük alanı olarak da adlandırılan bu durum, sürdürülebilir yüksek büyüme hızının yakalanmasına önemli yararlar sağlamıştır. Bu dönemde başta ekonomik büyüme rakamları olmak üzere birçok temel makro ekonomik göstergede önemli iyileşmeler oldu. Söz konusu makroekonomik iyileşmeler, ekonominin finansal göstergelerde de olumlu bir görünüm kazanmasını sağladı. Bu durumun en açık göstergesi ülke kredi notunun 18 yıl aradan sonra ilk kez yatırım yapılabilir seviyeye yükselmesi olmuştur. Kasım 2012’de uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, Türkiye’nin kredi notunu “yatırım yapılabilir seviyeye” yükseltmiştir. 2013 yılında ise, Türkiye IMF’ye olan borcunun son taksitini ödeyerek tarihi bir başarıya imza atmıştır. Ayrıca, aynı günlerde Merkez Bankası faizlerde indirime gitmiş, kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s Türkiye’ye yatırım yapılabilir ülke notu vermiştir. Bu gelişmeler paralelinde, tahvil faizleri yüzde 5’in altına inerek taban yapmıştır. Aynı dönemde, ülke için prestijli ve stratejik büyük projelerin hayata geçirilmesi için önemli ilerlemeler yaşandı.

Ekonomide yaşanan gelişmelerin temel belirleyicisi olan uzun soluklu siyasi istikrar bu süreçte birtakım imtihanlar verse de siyasi istikrarı tehdit eden engeller kısa sürede bertaraf edilmiş ve milli irade daha da güç kazanmıştır. Geçmişte yaşadığımız deneyimler bize ekonominin güçlü olması ile siyasi iktidarların iktidarda kalma süresinin birebir doğrudan ilişkili olduğunu göstermiştir. Bu nedenle, son dönemde, “Türkiye ve Güçlü Ekonomi” birlikteliği algısını yıkmak için yapılan girişimler daha güçlü bir hal almıştır. Türkiye’nin, geçmişinde olduğu gibi bugün de, insicamını bozan çeşitli iç ve dış müdahalelere maruz kalmakta olduğu bilinen bir gerçekliktir. Farklı motivasyonlara sahip olabilen bu müdahaleler, sonuç olarak ana amaç olan “istikrarı zedelemek” noktasında birleşmektedir. Başta Gezi olayları ve sonrasında yaşanan 17 Aralık süreci bu amaca hizmet etmiş ve etmeye devam etmektedir. Bu şekilde ülke görünümünü bozmak, kredi notunun negatife dönüşmesini zorlamak, borsanın dip olmasını ve ülkede yabancı sermaye için korkulu senaryoların hazırlanmasını sağlayarak, küresel sermayenin ülkeden kaçmasına neden olacak ortamın oluşmasına çaba göstermişlerdir.

Bu girişimlerin, ülkede gerçekleşecek yerel seçim, cumhurbaşkanlığı ve ardında yapılacak genel seçim dönemi öncesinde cereyan etmesi de ayrı bir manidarlık taşımaktadır. İçinde bulunduğumuz dönemde halen süren çalkantılar, izlenilen stratejinin bir parçası olarak, uluslararası kamuoyunda Türkiye algısını yıkma şeklinde açıkça ve hızla devam etmektedir. Bu girişimlerin, faizlerin düşüşe geçtiği, ülke kredi notunun artırıldığı ve tarihi günlerin yaşandığı bir ekonomik ortamda gerçekleşmiş olması ise, Türkiye’nin başarısına ve istikrarına darbe vurma girişimlerinin tesadüf olmadığının işaretidir.

Aynı dönemde Amerika Merkez Bankası FED, tahvil alımını azaltacağımı açıklamış ve bu açıklama küresel ekonomik krizden bu yana gelişmekte olan ülkelere aktarılan sermayenin yavaşlamasını beraberinde getirmiştir. FED’in parasal sıkılaştırmaya yönelik sinyaller vermesiyle, birçok gelişmekte olan ülkede olduğu gibi Türkiye piyasalarında da doğal bir belirsizlik ortamı oluşmuştur. İşte yılın tam bu döneminde, ekonomik beklentileri bozmaya

Etiketler: